Verilen süre dolduğunda Röhm hayattaydı, Eicke ve Lippert işi kendileri bitirdiler. Faşizm bir faşisti daha vurmuş oldu.   

Portreler V: Gregor Strasser – Faşizm faşistleri de vurur IX

8 Aralık 1932 ile 30 Haziran 1933, yani Uzun Bıçaklar Gecesi arasında geçen süre Almanya açısından sokaktan getirilen faşistlerin faşizan eğilimi güçlenen devletin gereklerine uyum sürecine şahitlik etti. 8 Aralık sadece Gregor’un kişisel ikbalinin kışa döndüğü gün değildi kuşkusuz, Almanya’nın Nazilere teslim edilmesi açısından da önemli bir dönüm noktasıydı. Nazilerden iktidara ortak olacak uyumlu bir parça koparmaya çalışan gerici burjuva siyasi unsurların planlarının çöktüğü gündü. Gregor’u parti içinden kimsenin takip etmemesi de Nazi güruhunun Führerprinzip’e genel olarak ne kadar sadık olduğunu göstermişti. Bu tarihten sonra iktidarda getirilen parlamento dışı göstermelik hükümetlerin günleri sayılıydı. Nitekim Aralık ortasında şansölyeliğe atanan Kurt von Schleicher’ın sağcı veya sarı da olsa sendikalarla İtalyan tipi korporatif bir faşizmi kurumsallaştırma çabaları son kararın verilmesine büyük bir katkıda bulundu. Sarı ya da sağcı fark etmezdi, Alman sermayesi için sendika kavramı bile ürkütücü olmaya yetiyordu. Almanya’nın devletlü kesimlerinin, ordu ve burjuvazinin en ensesi kalın gruplarının birbirini takip eden, istikrarsız ve iç savaşı sermaye lehine çevirmeye gücü yetmeyen hükümetler yerine güçlü bir hükümet talepleri artık karşılanmaya hazırdı. 

Daha önce vurguladığımız bir şeyi tekrar vurgulayalım; Weimar Cumhuriyeti en çok hangi özelliğiyle hatırlanacak sorusuna ihanet ve döneklikle diye cevap vermemiz gerekir. Komünistler hariç, bu dönemde siyasi arenadaki her özne hem birbirlerine hem de kendi benliklerine ihanet ettiler. Yönetemeyecek olanı yönetir gibi, yönetilmek istemeyeni de yönetilirmiş gibi göstermek için her ilkeye, her kurala karşı sadakatsizlik aldı yürüdü. Karanlık bir çağın karanlık figürleri can çekişmekte olan bir avın etrafında dönen sırtlanlar gibiydiler. İleri gitmeye niyetleri, geriye gitmeye mecalleri yoktu. İleriye gitme almaşığını kesinlikle ortadan kaldıracak, geriye gitme konusundaki sözde çekinceleri açıkça reddedecek ve geriye gitme konusundaki iradesini ayan beyan ilan edecek bir özneye ihtiyaç vardı; Almanya’da ekonomik ve siyasi gücü eline tutanların naçizane istekleri tam da buydu. İç savaş bir kere ilan edilmişti ve ilahlar kan istiyordu. Her türlü centilmenlikten, erdemden ve hoşgörüden uzak bir barbar güruha ihtiyaç vardı neticede. Olası bütün yollar tüketilmişti. Şimdi yolun üstündeki son engelleri de kaldırmak gerekiyordu. Bu türden acil bir sadakatsizlik talebini yerine getirmek için de esaslı ve pespaye bir döneğe ihtiyaç vardı. Tüm rezilliklerine rağmen ne Brüning ne de von Schleicher bu kalıpta adamlar değillerdi, ancak von Papen öyleydi. 

Nitekim von Papen başta olmak üzere, büyük burjuvazinin, ve Junkerlerin temsilcileri odun Hindenburg’un Adolf’e yönelik son antipati kırıntılarını da bastırmaya muktedir oldular. 30 Ocak 1933’de kutlu gün geldi, odun Hindenburg Adolf ile başkanlık sarayında uzun bir görüşme yaptı. Görüşme bittiğinde bir zamanların başarısız ve çapsız ressam adayı, kılıksız ve renksiz Avusturyalı onbaşısı artık Almanya şansölyesiydi. Kabinede Naziler çoğunluktaydı ancak von Papen de dahil diğer sağcı ve aşırı sağcılara da birkaç bakanlık verilmişti. Alman tarihine Machtergreifung (iktidarın ele geçirilmesi) olarak geçecekti bu olay. Gregor’un değil Adolf’ün arzusu gerçekleşmişti (aslında bu Gregor’un da ölüm ilanı olacaktı). 

Almanya uzunca bir süredir kendisini bekleyen karanlığın içine doğru yuvarlanmaya başladı birden. Kilit bakanlıklara getirilen Nazi bakanlar hemen temizlik başlattılar. Örneğin sayıları gittikçe kabaran SAlar resmi zabit güçlerinin yanına resmen yardımcı olarak atandılar. Böylece SA güruhu devletin resmi korumasıyla birlikte sokakları terörize etmeye başladılar. Ancak Naziler ve müttefikleri yasama organında hala yeterli çoğunluğa sahip değillerdi, hoş parlamentonun esasında bir önemi kalmasa da çoğunluk olmak yine de önemliydi. 5 Mart 1933’de federal seçimler yapılacaktı ve bu durumun değişmesi gerekiyordu. Naziler iktidarın tamamını istiyorlardı, ve bu açlığın yasal yolardan giderilebilmesi için parlamentoda da onlara tam bir özgürlük verecek mutlak çoğunluğa ihtiyaçları vardı. Ancak bu çoğunluğu sağlayacakları oya sahip olmadıklarını biliyorlardı. Gerçek hayatta ise mucizeye yer yoktu vesselam. 

Reichstag Yangını bir tür mucize gibiydi. 27 Şubat gecesi Reichstag alevler içinde kaldı. Seçimlere 6 gün kalmıştı, bu gerçekten bir mucize olabilir miydi? Aslında apaçık bir şekilde Naziler Reichstag’ı yakmışlardı, bu yangını fırsata çevireceklerdi. Yangının hemen bir gün sonrasında Hitler bir tür olağanüstü hal yetkisi ile donatıldı ve KPD’ye karşı harekete geçildi. Pek çok komünist tutuklandı. Marinus van der Lubbe adında bir konsey komünistini tutukladılar ve yangından sorumlu kundakçı diye afişe ettiler. Böylece Reichstag’ın komünistlerce yakıldığına dair düzmece hikayeyi kullanarak sosyalist ve komünistleri fiziksel olarak yok etme stratejisini hayata geçirmeye başladılar. Pek çok komünist ve işçi önderi tutuklandı. Düzmece yangın sonucunda son yıllarda etkisi ve yetkisi giderek daraltılan Reichstag’ın da miadı dolmuş oldu. 

İç savaşın mantığı hakkında birkaç kelam daha edelim. İç savaş savaşan tarafların karşılıklı savaş ilan etmelerini gerektirmez. Bir tarafın, işçi sınıfının, yeterince tehditkâr ve savaşkan olamaması karşı tarafın kan isteğini ve barbarlığını azaltmaz. Nitekim Almanya’nın gerici sınıfları 1923’de Alman Devrimi’nin ve Alman işçi sınıfının yenilgisinden sonra pasifize olmadılar. Tam tersine her ekonomik ve siyasal dönemeçte, Alman işçi sınıfının çekingenliğiyle büyük bir tezat oluşturacak şekilde silahlandılar ve daha da aktif hale geldiler. Aslında Alman işçi sınıfının iktidar olma güdüsü daha 1923’de törpülenmişti, ancak daha önce de belirtildiği gibi siyasi iradesi fiziksel olarak yok edilememişti. Naziler iç savaşın doğal bir ürünü olarak bu iradeyi fiziksel olarak da yok etme işini tamamladılar. 

5 Mart seçimleri Nazilere oylarını artırma şansını verse de bekledikleri çoğunluğu yine vermedi. SPD ve KPD’nin oy oranları düştü ancak yine de ikisinin toplam sandalye sayısı 200 civarındaydı. Naziler ise müttefikleriyle birlikte oyların ancak % 52’sini almışlardı. Dolayısıyla isteklerini hayat geçirebilmeye yeterli bir çoğunluk değildi ellerinde olan. Öyleyse Reichstag toptan ortadan kaldırılmalıydı. Nitekim 23 Mart 1933’de Reichstag toplantıya çağrıldı ve kendi idam emrini onayan bir yasayı, şu ünlü yetki yasasını (Enabling Act) çıkarması sağlandı. Oturma KPDliler katılmadılar (zaten çoğu bir süredir hapisteydi), sadece SPD aleyhte oy kulandı, ancak tüm yetkiyi şansölye olarak Hitler’e veren beş maddelik yasa kabul edildi. Böylece Hitler ve Naziler yasamayı da ekarte ederek devletin bütününe çökmüş oldular. 

Tarih sosyal bilimler içinde spekülasyona en kapalı olanıdır. Ancak yine de tarihi bugünden okurken zavallı bireyin aklına spekülasyonu çağıran sorular gelmektedir. 23 Mart 1933 açık bir darbeydi kuşkusuz. Ancak darbeyi kim yapmıştı? Diğer bütün sağcılar Nazi Partisinin devlete el koymasını kuzu kuzu onayladılar. Neden? Bu sadece yönetsel veya siyasi bir körlükle açıklanmazdı herhalde. İşçi sınıfına karşı birleşmiş tüm sermaye ve mülk sahiplerinin geniş ve gerici ittifakını teşhis etmeden, iç savaşı anlamlandırmadan bu soruya verilecek cevaplar olsa olsa komplo teorilerinden türeyen karikatürize cevaplar olacaktır. Bugün sağcı ve liboş tarihçiler hala “Nazilerin iktidara gelmeleri engellenebilir miydi?” sorusuna o dönemden failler bularak cevap vermeye çalışıyorlar, nafile bir çabadır. 23 Mart Nazilerin komplosu veya darbesi değildir, içeriden faşizmin doğal soncudur. Liboş ve sağcı tarihçilere göre ortaya parti-devlet çıktı; doğru bir yargı değildi aslında. Faşist devlet kendine uygun parti arıyordu, Nazileri buldu. 

Ertesi ise kan revandır. Yetki yasası Nazilere toplumsal muhalefeti yok etmek için her türlü aracı sağladı. Önce KPD, sonra ise diğer tüm partiler kapatıldı. Eyalet hükümetleri lağvedildi ve tüm eyaletlerde yönetime Naziler geldi. Tüm sendikalar kapatıldı, yerine Nazilerin yönetiminde işçi düşmanı bir emek cephesi kuruldu. Basın organlarından kapatılmaktan kurtulanlar doğrudan Propaganda Bakanı Göbels’e bağlandı. Akademisyenlerden, yargı mensuplarından ve askerlerden Führer’e sadakat yemini etmeleri istendi. Yemini etmeyenler derdest edildi. 

Peki tüm bu kasırgavari dönüşüm sırasında zavallı ve yenik Gregor ne yapıyordu? Sorumlu görevlerden istifasının ardından tatile çıkan Strasser döndüğünde yalnız ve çökmüş bir adamdı. Her figürün dönek ve hain olduğu, herkesin sadakatini dostuna veya eski silah arkadaşına değil Führer’e yönlendirdiği bir ortamda oldukça kırılgan bir pozisyondaydı. Öncelikle karnını doyurması gerekiyordu, nitekim az da olsa vefa duyan eski partisi ona büyük bir ilaç şirketinde yöneticilik ayarladı. Eskiden büyük sermayeden nefret eden fukara Gregor tutunduğu son gerici nasyonal sosyalist tınılardan da arınmış oldu. Hayat tükürdüğünü yalatıyordu işte. Bol paralı münzevi hayatı bile parti içindeki düşmanlarının atığı her adımı izlemesini engellememişti (rivayet doğruysa Göring daha 1933 yazında onun öldürülmesi gerektiğini ileri sürmüştü). Ancak kaderi çizilmişti. Onun kaderini içeriden faşizmin sokaktan iktidara taşıdığı faşist güruhu yola getirme güdüsü belirleyecekti. 

Naziler iktidarın tümüne sahip oldukları halde yeni sorunlarla cebelleşmek durumundaydılar. En büyük sorun ise aslında onları iktidara taşıyan unsurlardan biri olan SAlardı. Stennes isyanından sonra Hitler eski silah arkadaşı, birahane darbesinden sonra Güney Amerika’ya kaçan, Ernst Röhm’ü SAların başıbozukluğunu dizginlesin diye SA şefi yapmıştı yeniden. Röhm ve SA Naziler iktidara gelirken, hatta iktidara getirildikten sonra bile çok işe yaramışlardı. Bu süreçte SAların sayısı giderek artmış ve SA bir tür resmi olmayan orduya dönüşmüştü. İktidara geldikten sonra SAların yardımcı polis gücü olarak kullanılması ise – her ne kadar komünistlerin ve sosyal demokratları hal edilmesinde oldukça işe yarmış olsalar da – sorunu daha da çetrefil bir hale sokmuştu. SAların ekserisi küçük burjuvalardan, lümpenlerden ve işsiz takımından oluşmaktaydı. Bu kesimler sosyalistler ve komünistler kadar büyük sermayeden ve gerici Junkerlerden de nefret ediyorlardı. Hatta geleneksel ordu hiyerarşisinden, Prusyalı generallerden, yüksek bürokrasiden, yargıçlardan ve neredeyse herkesten ve her şeyden nefret ediyorlardı. Onları kontrol etsin diye getirilen Röhm ise kendini partinin ikinci adamı, hatta Adolf’un her şeyi borçlu olduğu kimse olarak görmeye başlamıştı. SA sürüleri sokakları arşınlıyor ve önlerine geleni itip kakıyorlardı. Kontrolden çıkmış bir halleri vardı. Bu durum içeriden faşizmin temsil etiği geniş koalisyonu ürkütür hale gelmişti. İşçilerin ve komünistlerin canı önemli değildi ama sıradan servet ve mülk sahiplerinin de mal ve can güvenlikleri kalmamıştı. Mülkiyet hakkı ise kapitalizmin en kutsal hakkıydı. 

1933’ün sonlarına doğru SAların sayısı 2 milyonu aşmıştı. Oysa henüz Versay Barışı’nı açıkça bir kenara atamayan ordunun büyüklüğü 100 bin civarındaydı. SA şefleri “eski sistem” diye adlandırdıkları Nazi dönemi öncesinden kalma bir yük olarak gördükleri orduyu sanki bir dükkanı kaptır gibi toptan kapatmayı bile konuşur olmuşlardı. Devetlü Alman gericileri için ise bu zinhar büyük bir günahtı. Dahası yargı güçleri bir orangutanın bilişsel seviyesinin bile altında olan SAlar Alman kapitalizminin yükselen emperyalist açlığından bihaber gibi görünüyorlardı. Emperyalizm ise her şeyden çok militarizm demekti. Faşist damarı kabaran Alman devletinin iktidara taşıdığı sokak faşizmini yola getirmesi ve aşırılıklarından arındırmasının vakit gelmişti. 

1933’ün sonu ile Uzun Bıçaklar Gecesi arasında SAlar ve SA yönetimi aleyhine kirli bir kampanya sürdürüldü. Nazi Partisi’nin üst yönetimi de bu kampanyaya destek verdi; Göring, Göbels ve Himmler üçlüsü Röhm’ün elindeki güçten ve kendini ikinci adam gibi gören tavırlarından nefret ediyorlardı. Röhm’ün eşcinselliği bilinmeyen bir şey değildi ancak birden gündeme getirildi. Nazilerin yeni toplumu erkek egemen ve homofobik temeller üzerine kurulacaksa Röhm gibilerine ihtiyaç yoktu. Ortalarda SAların parti üst yönetimine karşı darbe düzenleyeceği söylentileri dolanıyordu. Söylentilere göre Brüning, von Schleicher ve hatta von Papen gibi “eski sistem” dönemi siyasetçileri de darbe hazırlıklarına katılmışlardı. Ne yazık ki eski düşmanları darbeciler listesine Gregor’un da adını ekleyiverdiler. Arka plan hazırdı. 

Uzun Bıçaklar Gecesi sokaktan gelen faşizmin iktidara layık olduğunu devletlü faşizme kanıtlama operasyonudur. Sermaye ve mülk sahiplerinin son şüphelerini de yok etmeye yönelik kökten bir çözümdür; onlara yaranmak için hayata geçirilen bir safra atma işlemidir. Uzunca bir süre planlanmıştır; 30 Haziran 1933 gecesi ise düğmeye basılmıştır. O gece kaç kişinin öldürüldüğüne dair hala net bir sayı yoktur; ancak bir katliam olduğu kesindir. 

Gregor Stasser Berlin’deki evinden alınarak götürüldü ve bedenine yedi kurşun sıkıldı. Rivayet doğru ise hemen ölmedi, kan kaybından ölsün diye beklendi ve cesedi yok edildi. Eski şansölye, Hitlerist rejimin yolunu döşeyen, general von Schleicher’ın evinin kapısı ise sabah erken saatlerde çalındı. Onu bir yerlere götürerek işini öyle bitirmeye bile tenezzül etmediler. Kapıyı kendisi açan von Schleicher’i ve karısını hemen oracıkta öldürdüler.

Brüning şanslıydı, operasyondan birkaç gün önce içeriden haber almıştı. Ailesiyle birlikte kaçarak kurtuldu. Von Papen de şanslılar arasındaydı. Öldürmediler, büyükelçi yaparak sürdüler. 

En dramatik ve teatral ölüm Hitler’in en eski parti arkadaşı, koruması Ernst Röhm’e düştü. Kaldığı otelden apar topar diğer SA liderleriyle birlikte sabah vakitlerinde derdest edildi. Münih yakınlarındaki bir hapishaneye atıldı ve beklemeye alındı. Adolf eski parti yoldaşına ne yapacağına karar vermemişti. Sonra hüküm verildi; ona Romalı generallere yakışan bir ölüm bahşedilecekti. Daha sonra Dachau’da kamp komutanı olacak SS-Brigadenführer Theodore Eicke ve diğer bir SS, Michael Lippert, Röhm’ün hücresine daldılar. Ona dolu bir tabanca vererek 10 dakika içinde intihar etmesi, aksi takdirde işini kendilerinin bitirecekleri konusunda uyardılar. Röhm pek vakur idi; “Eğer öldürüleceksem, bunu Adolf yapsın” dedi. Verilen süre dolduğunda Röhm hayattaydı, Eicke ve Lippert işi kendileri bitirdiler. Faşizm bir faşisti daha vurmuş oldu.