Ah Yaşar ağabeyim ah.

Bahar mezarına gömdük sizi, üstünüzde sarıkanatlı serçe kuşları uçuşuyor, pınarlardan mavi su damlıyor gülen gözlerinize, elleriniz deli yürekli bir isyan gibi kara toprağın bağrında...

Kırmızı Değnek…

Bilirsiniz, yarenliklerin ardından konuşmak da elemdir yazmak da.

Keder gezinir içinizde, hele işin içinde aynı gözeden kana kana su içmek varsa, o keder dalından koparılmış taze zerdali çiçeği gibi gelir konuk olur yüreğinize.

Canınız parçalanır.

Çıldırasıya aranır durursunuz sözcükleri, aklınız tutuşur, elleriniz kanar, sonra bir kartal çığlığı havalanır yanınızdan, güneş doğar bahçenize,  an gelir yağmur yağar alnınıza, susup kalacakken yırtınır yüreğiniz, haykırırsınız.

Ağabey, ben ne aklınızdan çiçekli kâğıtlara damlayan milyonlarca kelimenin birbirleriyle dansından ne bu dansın dağ başlarında, ovalarda, kırlarda koşuşan müziğinden ne de hazan bahçesinde kurulan dost sofralarından söz etmeyeceğim.

Siz bilmiyorsunuz, paylaşamadım bir türlü ama benim hayata dair tüm umutlarım  ‘Karıncanın Su içtiği Yer’ de kaldı.
İnanmayacaksınız!

Bir sabahın kör alacasında uyandığımda gördüm.

Değirmenoluk köyündeyiz.

Başkaları da var mıydı ayırdında değilim ama Teneke, Binboğalar Efsanesi ve İnce Memed’in satır aralarında halaya durmuş tüm canlar aynı gözenin başındaydılar.

Gök kızılı bir şenlik vardı.

Çınar ağaçları gülüyor, ardıç dallarına sevdalanmış kavak yaprakları şarkılar söylüyordu.

Bir yanda al bir bulut, bir yanda mavi bir rüzgâr, bir yanda hüzünle şakıyan yılkı atları, bir yanda karanlığı yaran kartal kanatları.

Oradaydınız, karıncanın yanı başında.

Karşınızda bin yaşındaki nar ağacının altında elinde ‘Kırmızı Değnek’, gözlerinde masmavi bir aşk ile İnce Memed vardı.

Açtı ceviz sandığın kapağını, sararmış bir sayfa çıkardı ve bir türkü çığırır gibi seslendi hayata.

“Dört bulut salıverdim gökyüzüne

Gökyüzünün en yücesine, ucuna

Biri turuncu, biri yeşil, biri al, birisi apak.

Dört top bulut yolladım gökyüzünün en ucuna,

Dört top, ışıktan koskocaman.

Turuncusuna sevgi yükledim,

Yeşiline dostluk.

Arkadaşlık yükledim alına, arkadaşlık.

Apak buluta barış yükledim,

Ne kadar özlemişsek barışı o kadar çok.

Gidin dedim, bulutlarım yeryüzünün üstüne,

Yağın dedim bulutlarım yeryüzüne.

Yağmadık hiçbir yer bırakmayın, hiç bir yer, hiçbir yer.

Ama hiçbir yer, hiçbir yürek, hiçbir göz, hiçbir kulak,

Hiçbir ova, hiçbir çiçek bırakmayın.

Her yere-her yere, her yere-her yere, her yere-her yere, yağın

Yağın ha yağın, yağın ha yağın,

Yağın ha yağın ha yağın,

Yağın insan yüreklerine…”

Ah Yaşar ağabeyim ah.

Bahar mezarına gömdük sizi, üstünüzde sarıkanatlı serçe kuşları uçuşuyor, pınarlardan mavi su damlıyor gülen gözlerinize, elleriniz deli yürekli bir isyan gibi kara toprağın bağrında. Sipsi çalıyor bir çoban, kuzular ötelerde değil başucunuzda ağlaşıyorlar. Her kuşluk vakti çukur ovanın kızıl güneşi doğuyor üstünüze, pamuk tarlalarından Toros dağları eteklerine doğru türküler söylüyor kelebek sürüleri.

[email protected]