'Laiklik ilkesi çoktan beridir yok. Tartışmalar, anayasadan da çıkarılması zamanının geldiğini gösteriyor. Laiklikle ilgili sorun keşke yalnızca son protokol olsaydı!..'

Keşke sorun sadece ÇEDES protokolü olsaydı...

Din eğitimi ve dinsel dogmaların yaygınlaştırılmasına yarayan araçlar, kapitalist düzenin kendini tahkim etmesinde önemli bir işlev görüyor. Yetiştirilen kadrolardan, düzenin geleceğini güvenceye almasını bekliyorlar. Diyanet İşleri Başkanlığı Örgüt Yasasını 2010 yılında değiştirerek kurguladıkları yapı, zaman içinde gelişip serpildi: Din artık bir sektör… Hedef kitlesinde onlarca milyona ulaşan nüfus var; milyarlarca lira kamu kaynağı kullandırılıyor. Böylelikle Sünni İslam’ın mali organizasyonunun kaynak ve pazar gereksinmesi karşılanıyor.

İmam hatip orta okulları ve liselerinde öğrenim gören öğrenci sayıları her yıl bir milyonun üzerinde seyrediyor. Bu okullardan 2014-2015 öğrenim yılında 1 milyon 54 bin 111; 2017-2018’de 1 milyon 340 bin 611; 2019- 2020’de 1 milyon 387 bin 446 öğrenci geçti.

İmam ve hatip olarak atanamıyorlarsa da kadınlar, din eğitim sisteminin dışında bırakılmıyor. Üstelik sayıları erkeklerden fazla. 2021-2022 öğrenim yılında İmam-Hatip Orta Okullarında 710 bin 264; Liselerinde 617 bin 278 olmak üzere toplam 1 milyon 327 bin 542 öğrenci vardı ve 718 bin 219’u kadın; 609 bin 323’ü erkekti.

Üniversitelerin, İlahiyat; Dini İlimler; İslami İlimler Fakültelerinde 2021-2022 yılında 116 bin öğrenci eğitim gördü. Azımsanabilir belki. Ancak yükseköğretim görmüş kişilerin kamuda yüksek görevlere değin yükselebildiği gerçeği dikkate alınırsa önemi ortaya çıkar.

Kuran kurslarında “eğitilenlerin” sayısını tam olarak bilmek olanaksız. Son on yılda en az 5-6 milyon kişinin bu kurslardan geçtiği düşünülüyor. Resmi belgelerde bile çok sayıda merdiven altı kurs olduğu belirtiliyor. Eğitime 4-6 yaşında başlatılıyor. Okulda; hastanede; cezaevlerinde; mahallemizde, dinsel doğmaları bütün ağırlığıyla yaşayabilmemiz için gereken iklim oluşturuldu. Yaşamın her alanında dinsel inançların kokusunu soluyoruz.

Diyanet İşleri Başkanlığı, her üniversiteye cami kampanyaları yürütüyor. Camiler aracılığıyla üniversitelerde egemenlik adacıkları kuruluyor.

Dinden taviz vermeyen bir gençlik yetiştirmeyi hedefliyorlar

Milli Eğitim Bakanlığı Din Eğitimi Genel Müdürlüğü Mayıs 2017’de Konya’da “Din öğretiminde etkinliği artırma” çalıştayı yaptı. Basından öğrendiğimize göre, dinden taviz vermeyen bir gençlik yetiştirme vurgusu öne çıktı. Konya İl Milli Eğitim Müdürünün çalıştaydaki şu sözleri özellikle dikkat çekiyordu; “Hiç kimse kendi düşüncesini dinin önüne geçirmemeli.”

Önceki Diyanet İşleri Başkanı da içinde din olmayan bilginin bilimden sayılamayacağını şu sözlerle dile getirmişti; “Kâinatın bilgisi ile kâinatın ayetleri birbirinden ayrılamaz.”

Din sektörünün kurumları ve kullandıkları kaynaklar

İlişkilerin karmaşıklığı yüzünden din sektörüne akıtılan kaynakların niteliği; tutarı ve nasıl kullanıldığı bilinemiyor.

Diyanet İşleri Başkanlığı’na dillere destan bütçe ödenekleri tahsis ediliyor. Üstelik yasalara aykırı olarak ödenek üstü harcamalarına göz yumuluyor ve Mecliste kesin hesaplarının görüşülmesi sırasında ek ödenek verilip aklanıyor.

Türkiye Diyanet Vakfı, esas olarak bağışlarla geçiniyor ama çok sayıda iştiraki ve işletmesi var. Vakfa 2019 yılında 1,052 milyar; 2020 yılında 1,098 milyar lira; 2021 yılında 1,591 milyar lira bağış yapılmış. Bağış yapanlar, verdikleri tutarı matrahtan düşüyorlar ve daha az vergi ödüyorlar. Bir bölümü, belki de kamu ihalelerine yansıtılarak karşılanıyor. Her ne ise sonuçta yapılan bağışlar halka ödetilmiş oluyor.

Vakfın, görünenin dışında, büyük gelir kapıları olduğu anlaşılıyor. İnternet sitelerinde 1003 şube, 3 bin 920 camileri olduğu 149 ülkede faaliyet gösterdikleri; 33 bin 883 öğrenciye eğitim desteği verdikleri belirtiliyor.

Vakfa kurdurulan 29 Mayıs Üniversitesi internet sitelerinde; “İslam ve Din Bilimlerinde Öncü Üniversite” olarak tanıtılıyor. Vakfın ayrıca Yayın ve Matbaacılık işletmesi; Kocatepe Modern Mağazacılık İşletmeleri Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi (KOMAŞ); Yurtlar ve sosyal tesisler işletmesi gibi işletmeleri var.

Vakfın kardeş kuruluşlarından biri de Din ve Sosyal Hizmetler Vakfı. Yönetiminde Diyanet İşleri Başkanlığının tepe görevlileri yer alıyor. Cami ve medreselerin ticari ünitelerinden elde edilen gelirlerden belli oranlarda paylar veriliyor. Vakıf, baz istasyon kurmaları için şirketlere camilerin minarelerini kiralıyor.

Çok sayıda dinci vakıf kurulduğunu biliyoruz. Bunlara kamu taşınmazları tahsis ediliyor; gizli açık yöntemlerle kamu kaynakları akıtılıyor. Kaçak eğitim kurumu açmalarına göz yumuluyor. Yaptıkları işler denetlenmiyor. Ortalığa saçılan rezaletleri sorgulanmıyor. Derhal korunma refleksleri harekete geçiyor siyasetin; bürokrasinin engeline takılıp unutturuluyor. Vakıflar arasındaki dayanışma da çok gelişkin. ENSAR Vakfını korumak için 150 vakıf ve derneğin kurduğu Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı desteğini esirgemediğini unutmadık.

ÇEDES Protokolü ilk değil

Milli Eğitim Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı arasında imzalanan “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum” (CEDES) adı verilen 842 lise ve ortaokulda “manevi danışman” adı altında din görevlileri atanmasının öngörüldüğü protokol haklı olarak şiddetli tepki çekti. Tepkilerin başarıya ulaşmasını ve vazgeçilmesini dileriz. Ancak bunun ilk olmadığını da bilelim. Temmuz/2017’de ENSAR ve Birlik Vakfı ile iki ayrı işbirliği protokolleri imzalanmıştı. 2019’da Diyanet İşleri Başkanlığı ile Milli Eğitim arasında “Okul-Kur’an Kursu İşbirliğine Dayalı Örgün Eğitimle Birlikte Hafızlık Projesi” protokolü imzalanmıştı. Bunlar büyük bir olasılıkla sürdürülüyor. Onları gündeme getirmezsek mücadelemiz eksik kalır.

Şu günlerde Anayasa’da özgürlükçü değişiklikler yapılması tartışılıyor. Bu arada birileri Anayasanın değiştirilemez maddelerinin gelecek kuşakların iradelerini bağladığı için “demokratik” bulmadıklarını söylemeye başladı.

Yukarıdaki yazılanlardan açıkça anlaşılacağı üzere laiklik ilkesi çoktan beridir yok. Tartışmalar, Anayasadan da çıkarılması zamanının geldiğini gösteriyor.

Laiklikle ilgili sorun keşke yalnızca son protokol olsaydı!..