O günlerde ben de anafora kapılmıştım, dizi oyuncularına hayrandım. Janssen’i David Bowie’den daha çok seviyordum. Bizimkiler ricacı olmuşlardı; Cumhuriyet Gazetesi’nin spor servisinde çalışan bir tanıdığımız benim için havaalanında çektiği siyah beyaz bir resmi imzalatmıştı. 

Kaçak

Yıl 1974…

Radyo çağından televizyon çağına geçilen döneme tanıklık eden kuşağın mensubuyum.

Haftanın belli akşamları ailecek birkaç sokak ötemizde (o yıl mezunu olduğum) Nişanca Mehmet Paşa İlkokulu’nun sokağında oturan amcamlara giderdik. Bu ziyaretler için bilhassa ortak sevdiğimiz dizi filmlerin oynadığı akşamları tercih ederdik. Örneğin Çarşamba akşamları sekmezdi, beş dakika öncesinde herkes televizyon karşısındaki yerini almış olurdu, çünkü saat tam 21:05’te haberlerin ardından Kaçak (The Figutive) başlardı. 

Amcamın üç çocuğu vardı, en büyüğü Melek Abla, yeni yeni solculaşıyorduk ve diğer iki erkek kardeşiyle birlikte bizi örgütleyen, kitap okutan oydu. Okuduğumuz kitaplarla beyaz ekrandan hayatımıza giren dizi filmler arasında yaman çelişkiler vardı, aklımız karışırdı ama yine de o dizilerden bizlere pompalanan adrenalinden kaçamaz ekran başındaki yerimizi alırdık. 

Kaçak dizisini izlediğimiz akşamlardan birinde heyecan her zaman olduğu üzere yine doruktaydı; Dr. Kimble tam karısının katili olduğunu düşündüğü tek kollu adamı yakalamak üzereydi ki, kıl payı elinden kaçırmıştı. Film boyu heyecanına ve sinirine yenik düşen amca oğlu Mesut Abi ara ara bağırıp çağırmış, nihayetinde de elindeki çay bardağını duvara fırlatmıştı. Amcam dönmüş sertçe müdahale etmişti: 

- “Ulan film bu, niye ciddiye alıyorsun?”

Mesut Abi ise taze bir solcu olmanın verdiği itiraz tonuyla:  

- “Ama bu kadar da olmaz ki, diyalektiğe aykırı!!!” demişti. 

***

TRT 1964 yılında kurulmuştu ama bizim televizyon dizileriyle büyülendiğimiz zamanlar yetmişli yılların ilk yarısına denk geliyordu. Birkaçı dışında bu diziler tabi ki Amerikan dizileriydi; her akşam bir tanesi oyalardı bizi. 

Kaçak olaylar zinciri üzerine kurulmuş; bir temanın defalarca tekrarlandığı hikâyeler dizisiydi. Her bölümde sadece mekân ve (dört kişi dışında) karakterler değişiyor, ama akıbet değişmiyordu. Yer ismen kesinlikle belli değildi; mütemadiyen her bölümde Dr. Kimble ile Kuzey ya da Güney Amerika’da bir kasabayı ziyaret ediyorduk. 

Bizde İsmail Cem döneminde gösterilen Kaçak, aslında Amerika’da üç sezon halinde 1963-1967 yılları çekilmiş ve yayınlanmıştı. Doktor Richard Kimble (David Janssen) karısının katilinin peşine düşmüş bir doktordu. Peşinde olduğu Fred Johnson adındaki tek kollu (Bill Raisch) bir adamdı. Dr. Kimble’ın peşinde ise Komiser Gerard (Barry Morse) vardı. 

Biz Dr. Kimble yakalanacak mı, yakalanmadan evvel tek kollu adamı yakalayıp adalete teslim edebilecek mi diye hop oturup hop kalkarken, Dr. Kimble her bölümde bir kadına âşık olur, masum olduğunu ispatlayınca geri döneceğini söz verirdi. Yer yer ırk ayrımcılığı, kadın hakları, savaş gibi konularda sosyal mesajlar veriyor gibi görünse de, özünde Amerikan yapımıydı. 

Bu tip dizilerin amacı, insanların televizyon izleyicisi olmalarını sürekli kılmaktı. Kaçak tipik bir kaçış filmiydi. Oyalayıcı; görünürde eğlendirici, heyecan verici, gazete tefrikası gibi uzatılmış da uzatılmış, neticede uyutucu bir diziydi. 

***

Dr. Kimble’ı canlandıran oyuncu memleketimizde o kadar ehemmiyet sahibi bir karakter haline gelmişti ki; yukarıdaki olaydan bir yıl önce 1973 yılında, Turizm ve Tanıtma Bakanlığı, David Janssen’i Kaliforniya’dan getirmiş, İstanbul ve Ankara’da krallara layık biçimde ağırlamıştı. Ses Dergisi tarafından ayrıca ağırlanmıştı. Oysa Janssen Hollywood’da üçüncü sınıf bir oyuncuydu. Bakanlık bu davet için bütçesini cömertçe kullanmış, Janssen için elindeki tek koyunu misafiri için kesen ev sahibini oynamıştı. Janssen ise ülkesinde bile göremediği bu hizmetin verdiği şaşkınlık ve sarhoşluk içinde giderken “Türk kadınlarını daha yakından tanıma fırsatı bulamadığı için üzüldüğünü” söylemişti. 

O günlerde ben de anafora kapılmıştım, dizi oyuncularına hayrandım. Janssen’i David Bowie’den daha çok seviyordum. Bizimkiler ricacı olmuşlardı; Cumhuriyet Gazetesi’nin spor servisinde çalışan bir tanıdığımız benim için havaalanında çektiği siyah beyaz bir resmi imzalatmıştı. 

Son bölümün oynadığı akşamı daha dün gibi hatırlıyor ve hiç unutmuyorum. Normalin iki katı (yaklaşık iki saat) sürmüş ve memleketin tüm sokakları boşalmış; hatta TBMM’nin o akşamki oturumu bile iptal edilmişti.

Diziye üç ayrı final çekilmişti. Birinde tek kollu adam, birinde komiser Gerard, diğerinde de Dr. Kimble katildi. Hangi bölümle sonlanacağına diziyi yayınlayan kanalın yönetimi karar veriyor; o ülkeye ona göre film gönderiliyordu. Türkiye’de doktor ve polisin katil oluşu bizim topluma uymaz diyerek, tek kollu adamın katil olduğu bölüm ile final yapılmıştı. Bir engellinin katil olarak gösterilmesinde sakınca bulunmamıştı. 

Aradan yıllar geçti. Odamın duvarını çerçeve içinde süsleyen havaalanında çekilmiş imzalı fotoğraf kayboldu, ama Dr. Kimble sevgisinin külleri, ne zaman aklıma gelse havalara uçuştu.

Murat Beşer ([email protected])