Herkes şaşırıyor, savaş yok ama Türkiye’den gelen ve mülteciliğe başvuran sayısı artıyor. Anlamadıkları şey, Türkiye’de sosyal savaş artık kontrolden çıkmış durumda...

İngiltere, mültecileri Türkiye’ye göndermeye hazırlanıyor

Türkiye, dünyadaki diğer toplumlarda olduğu gibi gerçeğe alerjik bir ülke. Sömürgeci mantığa müptela insanımız, yeni kavramların ve düşüncelerin üretilmesini Godot’yu bekler gibi İngilizce dünyadan bekliyor. Gerçek ötesi (post-truth) çağı deyiverdiler bu çağın adına, sanki bu çağı kendileri yaratmıyormuş gibi. Hayır, tam olarak böyle değil, gerçeğe alerjik kitleler yarattılar. Cehaleti, bilgi kılıfına sokup medya aracılığıyla öyle yaygınlaştırdılar ve bunu öylesine sürekli hale getirdiler ki bazen net bildiğim doğruları sorgularken buluyorum kendimi.

Öyle ya gazete olduğunu sandığımız aslında bir twitter trolüne dönüşen hesapların ürettiği pisliğe maruz kalıyoruz. Kitleler artık gerçekler karşısında histerik davranıyor. Kimsenin gerçekle ilgilendiği falan yok. Herkes kendi kişisel çıkarları (ferdiyetçiliği) uğruna bilgiyi eğip büküyor. YouTube şu an ABD’ye sığınma başvurusunun nasıl yapılacağı, Meksika sınırından nasıl geçileceği videolarıyla dolup taşıyor. Televizyonlar ne zaman izin verirse o zaman bu meseleyi konuşacağız; elbette bol hamaset ve bol milliyetçi hezeyanlarla. Gerçeğe bu kadar düşman bir toplum çöküşe ve yıkıma yazgılıdır. Tıpkı Almanya’da olduğu gibi bir sürüklenme yaşıyoruz. Bir yurtsever için acı verici olan şey bu. Türkiye, Nazi Almanyasının kaderini paylaşabilir. Ülke bu sürüklenmeden ancak yüzünü sola dönerek kurtulabilir.

Gelelim gerçeğimize. Ekonomik kriz artık kontrolden çıkmış durumda. Mucizeler yaratması beklenen, finans kapitalin sevimli çocuğu İngiltere’nin göz bebeği Mehmet Şimşek, mucizeleri tersinden yaratmaya başlamış gibi görünüyor. Şimşek, patronlar için mucizeler yaratırken Türkiye’deki yoksullara ekonomik krizi fatura etmeye devam ediyor. Türkiye’deki iktisatçılar ekonomik bölüşüm dengesizliğini, işsizliğin geçmişteki krizlere nazaran artmadığını belirterek çeşitli çıkarımlarda bulunuyor. Bu çıkarımlar eksiktir ve toplumdaki diğer eğilimleri gözardı etmektedir. Bu değişimler, dünyadaki emekçi kitlelerin eğilimleriyle paraleldir. Yoksulluktan ve savaşlardan bıkan insanlar, artık eline silah almak istemiyor. Bu gerçek, vatan kurtaran şabanlar tarafından algılanabilecek bir gerçek değil. Türkiye, ülkeyi değiştirme potansiyeli olan bir akımı hızla yitiriyor. Ülkenin genç nüfusu artan bir ivmeyle göç ediyor. Elbette medya bol gösteri ve şovla bu meseleyi karanlık bölgede tutmaya ve burjuvaziye kol kanat germeye devam ediyor. 90 milyonluk bir ülkenin ekonomisi bazı temel paradigmalara bağlı kalınarak anlaşılamaz. Enflasyon tam da Avrupalı iktisatçıların korktuğu eşiği çoktan geçmiş durumda. Evet, kaba bir alegori yaparsak eğer bir insan sırf iphone alamadığı için bile ülkesini terk etmek için kendisinde çılgınca bir potansiyel hissedebilir. Uzun lafın kısası, Türkiye’den gelen göç artık savaş bölgeleriyle yarışıyor. Herkes şaşırıyor, savaş yok ama Türkiye’den gelen ve mülteciliğe başvuran sayısı artıyor. Anlamadıkları şey, Türkiye’de sosyal savaş artık kontrolden çıkmış durumda ve sosyal savaşın etkileri bazen diğer savaşlardan daha fazla olabiliyor. 

İngiltere İçişleri Bakanı Suella Braverman, bu krizin farkında ve acilen Ankara’ya gelip çeşitli anlaşmalar yapmak istiyor.1 Burada şunu not etmek gerek, kısa ömürlü başbakan Liz Truss’ın dediği gibi bir durum yok. Yani Türkiye, şimdilik Ruanda olmayacak. Peki, ne olacak? Türkiye, yapılması öngörülen anlaşmayla birlikte Arnavutluk ile aynı pozisyonda olacak. İngiltere, daha önce bu ülkeyle yaptığı anlaşmayla bu ülkeden İngiltere’ye gelip mültecilik başvurusu yapan insanların tüm başvurularını askıya aldı ve sınır dışı işlemlerine başladı. Bu anlaşma, ilgili ülkeden gelen mültecilerin derhal geldikleri ülkeye geri gönderilmelerini sağlıyor. İnsan haklarına aykırı değil, kabaca iki ülke anlaşıyor işte, alan razı veren razı durumu.

Elbette İngiltere şanlı tarihine yakışanı yaparak tüm evrensel değerleri çiğnemeye bir bir devam ediyor. Göç Bakanı Robert Jenrick, Türkiye’den gelen ve Manş denizini bir şekilde aşan Türklerin sayısından endişe ettiklerini söylüyor. Endişe öyle bir boyutta ki Suella Braverman, derhal uçağa atlayıp anlaşma önerme telaşında. Türkiye’nin böyle bir dayatma karşısında ‘kem küm’ etme seçeneği elbette var. Belki reis bir iki gürler ve gelecek seçimler için kendisine puan toplar. Filmin sonunu merak mı ediyorsunuz? İsveç’in NATO’ya muhtemel katılma hikâyesine ve Türkiye’nin pozisyonuna bakmanız yeterli. İçişleri Bakanlığı kaynaklarına göre, göçteki artışta depremin etkisi büyükmüş. Doğru kabul edilebilir ama esas büyük depremi perdelemektedir. Erdoğan’ın seçim zaferi göç üzerindeki etkiyi arttırmıştır ve Avrupalı büyük iktisatçılarımızın bakış açısıyla söyleyecek olursak hiper enflasyon bu ivmeyle giderse eğer 90 milyonluk bir ülke gerçeğiyle yüzleşmeleri an meselesi. Kapitalizmin paradoksu burada Türkiye’yi batmaktan kim kurtaracak? Herkes tüm parasını Ukrayna sahasına savaşa yatırmışken, kim büyük bir cesaretle elini cebine atacak? Bu sorunun yanıtı belli gibi. İngiltere, daha fazla barbarlık seçeneğine eğiliyor. Türkiye’den gelen ve bir umut kendisini refahın ve demokrasinin kucağına atmaya çalışan insanları faşist Toryler elde silah bekliyor olacaklar. İşte o zaman gerçek demokrasinin sert yüzüyle karşılaşabilirler. Hatta kendilerini bir anda Ruanda’da bile bulabilirler. Gelelim genel gerçekliğimize, 2022'de Avrupa Birliği ülkelerine en çok iltica edenler listesinde Türk vatandaşları üçüncü sıraya geldi. 2022 yılında 58.000 Türk vatandaşı AB ülkelerine ilk kez iltica başvurusu yaptı. Türk vatandaşları 2021 listesinde beşinci sırada yer almıştır. Muhtemeldir ki 2023 verileri bu listedeki sıramızın yükselmesiyle sonuçlanabilir. 

Türkiye, emperyalist müdahalelerle çökertilen bir sömürge görünümünde, medyanın büyüttüğü hezeyanlarla sosyal darvinist bir tepki hızla büyütüldü. Bu yaratılan vahşi dünyada kimin gücü kime yeterse. Göçmenlerin kapitalistlerin elinde kölece çalışmasına karşı mücadele geliştirmek yerine dehümanizasyona dayalı klasik ırkçı mantık hızla işletiliyor. Artık güçlünün güçsüzü ezdiği bir dünyadayız. Bu gerçek Avrupa için de geçerli. Yakın gelecekte Türkler de diğer uluslardan insanlarla birlikte göç ettikleri ülkelerde bu ırkçılıkla yüzleşecekler. Keşke hayatın gösterdiği bu pratiklik içerisinde bir şeyler öğrenilebilse, öğrenilemediğini çok iyi biliyoruz.

Geçtiğimiz gün İngilizlerin işgali altında olan ülkemizin en güzel köşelerinden Marmaris’te mülk sahibi İngilizler bir yürüyüş gerçekleştirdi. Bu yürüşün ne anlama geldiğini uzun uzadıya yazmayacağım. Merak edenler kaynakça bölümüne bıraktığım bilgiyi inceleyebilirler.2 Aşağıda göreceğiniz twitter hesabı görünümlü gazete paçavrasına göre bu yürüyüşü İngilizler ve İrlandalılar organize etmiş. Sanırım mevzu Kuzey İrlanda olunca videodaki bayrakların desenlerine bakma zahmetine bile girmemişler. Böyle bir enformasyon ağında cehalet yayılmasın da ne yayılsın?

Yoksul görünce vurun abalıya diyenler, 12 yaşında Suriyeli bir çocuğun üzerine çalışırken kocaman bir camın devrilmesini dert edinmeyenler, elbette parasıyla gelmiş ve ülkeye döviz bırakan yiğit İngiliz’in ‘god save the king’ tişörtüyle yürümesini dert edinmeyecek. Yoksul Anadolu halkının rüyasında bile göremediği Marmaris’in serin sularında ferahlayan kralcılar, ellerinde kraliyetin bayraklarıyla utanmadan gövde gösterisi yaptılar. Her yıl Çanakkale zaferi törenlerinde ülke geçilmedi, geçilmeyecek edebiyatı yapanların bu görüntülerden rahatsız olmadıklarını biliyoruz. Ülkeyi silindir gibi ezip geçtiler. Milliyetçilerin saçma sapan üfürükçülüğünü bir kenara bırakırsak resmen bir sömürge ülkesi görünümündeyiz. Sömürge olduğumuzu nereden anlarız? Doğası talan edildiği için dağlara çıkan köylüye jandarma gönderen, greve çıktığı dakika işçinin tepesine TOMA diken güçlü devletimiz kralcılara müdahale etmeye lüzum görmemiş. Ülkenin esas sahibi onlar nasılsa. Kimse parayı bastırıp mülk alan bu beyaz ve kralcı adamları tartışmıyor. Para ve mülkiyet herkesi ezdikçe eziyor. Bir ülke tam bağımsızlığın ne anlama geldiğini çoktan unutmuş gibi görünüyor. Cumhuriyet tamamen ortadan kalkınca dışarıdaki tüm kralcıların ilgi odağı oluyor. Cumhuriyet yıkıldı, artık önümüze bakmak zorundayız. Yurtseverlerin ülke içindeki padişah yanlılarıyla ve ülke dışındaki kralcılarla kavga etme zamanı! Yoksa İngiltere’nin bakanı gelir ve “çekin şu yurttaşlarınızı üzerimden, ülkenizin tüm yer üstü ve yer altı kaynaklarını sömürecek sizi fakir bırakacak ve yok edeceğim; yeter ki bana bulaşmayın” diyecek. Sizce Türkiye’deki iktidarın bu anlaşmayı reddetme olanağı var mı?