Dünyayı küresel bir çatışmanın eşiğine getirenler, içeride bu savaşa karşı oluşabilecek olan muhalefeti bastırma işini eski güvenilir dostlarına, Nazilere devredeceklermiş gibi görünüyor.

İngiltere, Güney Galler’de Neo-Nazi teröristlere askeri eğitim veriyor

Ukrayna’da ciddi bir halkla ilişkiler felaketi yaşanıyor. Hatırlatmakta yarar var, artık gazetecilikten söz etmiyoruz. İşçi sınıfı muhalefetini ve onların gazetelerini bir kenara bırakırsak ‘gazetecilik’ yüz yıldır bir halkla ilişkiler faaliyeti olarak düzene hizmet etmeye devam ediyor. Amerika’nın büyük halkla ilişkiler bültenleri ki biz onlara çarpık bir bakışla ‘gazete’ demeye devam ediyoruz.

Özellikle Avrupa’da hâlâ güçlü bir biçimde sözde ‘tarafsız ve objektif’ bu gazetelere/halkla ilişkiler bültenlerine kitleler güvenmeye devam ediyor. Bu göstergenin sihirli bir değnek değmişçesine değişmeyeceğinin farkındayım. Bu yüzden bu dev halkla ilişkiler organizasyonlarını üzülerek daha anlaşılır olmaları için gazete olarak tanımlamaya devam edeceğim. Yine de bu kısa giriş metninde zihinlere bir alan açmak zorundayız. Gazete, pozitif çağrışımlar barındıran bir gösterge. Oysa kitlelerin artık ellerinde tutukları sanal ya da basılı olarak eriştikleri şeyin dev bir reklam metni olduğunu anlaması gerekiyor. Bu yüzden gazeteleri satın alanlar, aslında kendi gerçekliğini göremiyor. ‘Satış kaygısı’ denen şey, bu halkla ilişkiler departmanında çalışan işçilerin başının üzerinde sallandırılan dev bir kılıçtan ibaret. Yani patronların kitle iletişim araçlarındaki temel derdi, satış kaygısından ziyade kitleleri manipüle etme güçleri.

Sinn Fein’in Kuzey İrlanda yerel seçimlerinde elde ettiği zaferin ertesi gününde yayımlanan Irish Independent’ın birinci sayfası. İrlandalı okurlar bu manşete büyük tepki gösterdi. Kuzey İrlanda’daki seçim sonuçlarına dair birinci sayfada en ufak bir bilgi dahi yok. Bu gazetelerin gerçekten bir satış kaygısı var mı?

Ukrayna, 2014 yılından beri Nazilerin etkisi altında ve ülke tüm dünyanın gözleri önünde cayır cayır yanmaya devam ediyor. Halkla ilişkiler stratejisinde açılan dev gedikler, artık bu gerçeğin yavaş yavaş kabul edilmesi sürecine doğru gidildiğini gösteriyor. Avrupa medyası, 2014 yılından beri Ukraynalı askerlere tutkuyla kullandıkları Nazi sembollerini örtme ricasında bulunuyor. The New York Times, artık bu saklanamaz gerçek üzerine rahatsızlığını ortaya koyuyor. NATO sosyal medya paylaşımlarını, Nazi sembollerini fark ederek kaldırıyor. Keşke hayatın kendisi bir sosyal medya mesajını silmek kadar basit olabilseydi.1

Atlantik, emperyalist çıkarları gereği doğuda yaptığı şeyi şimdi Avrupa üzerinde deniyor. Hem de 2014 ve belki de bu tarihin çok öncesinde hazırlıklara başlamış gibi görünüyorlar. Tarihin sis perdesinin arkasına demokrasi kahramanı, akıllı ve güçlü lider olarak kendisini gizleyen Angela Merkel, gerçekte Avrupa’ya Nazizmin geri dönüşünün esas mimarı gibi görünüyor. Aynı Merkel, Türkiye’de demokrasinin geleceği için güçlü lider Erdoğan ile birlikte altın varaklı tahtta poz vermekten çekinmemişti.

Ukrayna, Naziler tarafından ele geçirilirken bunun Avrupa’nın siyasi yelpazesinde nasıl bir değişime yol açabileceği hesaplanmış olmalı. Dünyayı küresel bir çatışmanın eşiğine getirenler, içeride bu savaşa karşı oluşabilecek olan muhalefeti bastırma işini eski güvenilir dostlarına, Nazilere devredeceklermiş gibi görünüyor.

Peki, Naziler meşruiyet sorununu nasıl aşacaklar? Nazi olduklarını reddederek ve aynı zamanda kabul ederek bunu gerçekleştiriyorlar. Karmaşık gibi görünüyor ama değil. Sokağın kötü çocuklarının bilinçsizce vücutlarına kazıdıkları dövmeler, liberallerin özgürlük süzgecinden geçirilerek toplumsal yaşamda güçlü bir sembol olmaya devam ediyor. Ayrıca kitleler aşağıdaki sembollerin ne anlama geldiğini bilmiyor bile. Sözde okullarda faşizm karşıtı müfredatla çocukları yetiştirdiğini iddia edenler, aşağıdaki semboller hakkında çocuklara yeterli eğitimi verememiş gibi görünüyor. Eğer bu eğitim gerçekten verilebilmiş olsaydı, Avrupa başkentlerinde bu sembollerle yapılan eylemlere katılanlar “ne yapıyoruz biz?” diye kendilerine sorabilirlerdi.

Artık pandoranın kutusu açıldı. AFD yükseliyor, AFD geldi, AFD geliyor lakırtısını bir kenara bırakalım. Sokaklarımızda Naziler hızla kontrolü ele geçiriyor. İşçi sınıfı içerisinde Naziler hızla örgütleniyor. Bu hızlı ivmenin en önemli suçluları sosyal demokratlar ve yeşiller. İrlanda’da yeşiller koalisyon hükümetinde yer aldığından beri milliyetçiler politik alanda kendilerine önemli mevziler elde etti. Burada çok ilginç bir detay daha var; Yeşiller bu ırkçı gruplara sert müdahalelerde bulunulmasını da engelliyor gibi görünüyor. Liberallerle, Naziler arasındaki eski kadim bağ yeniden kurulmuş gibi görünüyor. Yine de bu yazılanlar Avrupa’nın ırkçı pratiğinin normali gibi görünebilir, ama normal olmayan şeyler var ve halkla ilişkiler krizi yönetilemez düzeye doğru hızla geliyor. Bu işin sonu Nazilerin inkarından, Nazilerin kabulüne doğru hızla yön değiştirebilir. Peki, daha sarsıcı olan şey ne? 

Büyük Britanya Komünist Partisi (Marksist-Leninist)’den Joti Brar, katıldığı bir programda İngiltere’nin Güney Galler’de Neo-Nazi teröristleri eğittiğini ve bu teröristlerin Rusya’ya karşı konuşlandırıldığını söyledi. Tam bu bölüme küçük bir dipnot eklemek gerekiyor.2 Avrupa’nın pek çok ülkesi, Ukrayna ordusuna askeri eğitim verdi. Elde edilen raporlar, sahadan gelen ve saklanamayan  gerçeklere bakarsak eğer, Ukrayna ordusunun ana damarı ve çoğunluğu Nazi ideolojisinin etkisi altında. Bu yüzden verilen eğitimlerin ‘doğrudan Nazileri beslediği’ yorumu abartılı bir yorum olarak kabul edilmemeli. Tam tersine bu uyarı çok ciddiye alınmalı. Devam edelim... 

Emperyalizmin cihatçıları benzer bir biçimde kullandığına işaret eden Brar, İngiltere’deki yoğun medya baskısının gerçeklerin üzerini örttüğünü net bir biçimde ifade etti. Joti Brar, projeksiyonu tam da olması gerektiği yere doğrultuyor. Işığın vurduğu yerde böcekler var ve bu böcekler nereye kaçacağını şaşırıyor.3 Irak, Libya, Suriye ve bir biçimiyle Türkiye.

Coğrafyamızda yaşanan trajik değişimin en büyük sorumlusu emperyalizm. Özellikle Suriye’de, ülkemizin cihatçı-nazilerin desteklenmesinde büyük payı olduğunu ve bu desteğin hala devam ettiğini unutmayalım. Yani İngiltere’de olan şey, uzun süredir bizim başımıza gelen şeyle aynı. Türkiye, kurduğu askeri kamplarda emperyalizmin tetikçiliğini yapacak olan cihatçı-nazileri eğitti. Burada Nazi vurgusu neden önemli? Samir Amin’in dediği gibi, dini kendisine paravan yapan bu grupların özünde Avrupa’daki ırkçı gruplardan ayrışan çok az yanı var. Ukrayna’daki bazı Nazi gruplarının IŞİD’i ve eylemlerini örnek aldıklarını hatırlayalım. Joti Brar, ortalama bir İngiliz işçinin silahlı eğitim verilen grupların ideolojik pozisyonlarından habersiz olduğunu belirtiyor ve kitle iletişim araçlarının etkisinden bahsediyor. Aynı şey adanın diğer tarafında İrlanda işçi sınıfı için de geçerli. Peki, sorumluluğu kitle iletişim araçlarına atarak paçayı bir biçimde sıyırabilir miyiz? Bu pek mümkün görünmüyor.

Çanlar kimin için çalıyor? Artık Avrupa’da çanların çalınma evresini çoktan geçtik. Silahlı kuvvetlerin ve emperyalizmin ihtiyaçları faşistlerle bulaşık olma halini zorluyor. Bu bulaşık olma hali hızla topluma yansıyor. Karanlığın yayılma hızını hafife alanlar, kendi yapay aydınlık vahalarında şimdilik içkilerini keyifle yudumlamaya ve özgür basının tadını çıkarmaya devam edebiliyorlar. Yarın ise her şey için çok geç olabilir. Naziler sokağı örgütlüyor ve sokağı domine etmeye çalışıyor. Sonraki aşama ise, İtalya Başbakanı Meloni gibi büyük Roma yürüyüşünü gerçekleştirmek. Yani sonraki adım, iktidarı almak.

Tespitler yapıldı; askeri kamplar, düşen bombalar ve silikleşen sınırlar; hatta yaklaşan küresel bir savaş ihtimali. Artık tespit ya da teşhis yapma aşaması çoktan geçildi. İngiltere’deki bu askeri eğitim kamplarına ya da Türkiye’deki cihatçı eğitim merkezlerine karşı ne yapılacak? Esas soru bu olmalı. İngiltere’de ve dünyanın pek çok yerinde ‘Marksizm’ bir sosyal bilimler dalı olarak görülüyor. İşçi sınıfının devrimci eylem kılavuzu, sosyolojinin sıradan bir araştırma nesnesine dönüşmüş gibi görünüyor. Sosyalist, Komünist adına ne dersek diyelim bu partilerin işçi kitleleriyle bağı temeldeki bu yozlaşmadan dolayı çok zayıf. Naziler sokağı ve siyaseti hızla domino ederken tüm suçu medyanın üzerine atarak kendi sorumluluklarımızdan kaçamayız. Bu koca adanın devrimci muhalefetinin içerisine girdiği krize baktığı zaman insan kendisini derin bir umutsuzluğun ve karanlığın içerisinde buluyor. Kıta Avrupası’nda Fransa ve Almanya’da devrimci seçenek sokağı etkisi altına almazsa işimiz oldukça zor görünüyor... 

AB’nin mülteci yasalarındaki dramatik değişimi hızlandırması, gelecekteki muhtemel savaşlara ve yıkımlara bir ön alma çabası. Ayrıca politik iklimin ırkçı Naziler lehine galebe çaldığının bir işareti. Cenevre Sözleşmesi'nin (1951) delik deşik edildiğini defelarca yazdık ama yine not edelim. AB, mülteci düzenlemelerini ABD’deki pratiğe benzer bir biçimde düzenliyor. Tunus ile yapılan görüşmelerde İtalya Başbakanı Meloni çok mutlu görünüyor. Ursula von der Leyen ise şapkadan hemen 900 milyon avro çıkarıveriyor. Geri dönüşler ve sınır güvenliği için ek 100 milyon avroyu da unutmayalım.4 Tunus, mültecileri alacak ve AB bunun karşılığında Tunus ekonomisini ihya edecek. Tunus, Libya, Ruanda ve Türkiye. Bu ülkelere yenileri eklenecek ve emperyalizm bu ülkeleri açık hava halklar hapishanesine çevirecek gibi görünüyor.

İnsan hakları artık kimsenin çiğnemek dahi istemediği kötü bir propaganda sakızı. Avrupa, o sakızı ağzında eviriyor çeviriyor ve yere tükürüyor. İngiltere ve AB çöpünü para karşılığı Türkiye’ye devrediyor. Yurtları işgalle ve sömürücü ülkelerin yağmasıyla tükenen, göç etmekten başka seçeneği kalmamış insanlara emperyalizm ‘çöp’ muamelesi yapıyor. Sanki bir Tahsin Yücel romanının yaşayan figüranları gibiyiz. Yılkı atlarına dönüştürülen insanlar, zorla hapsedildikleri ülkelerde köle sömürüsüne ve her türlü zorbalığa maruz bırakılacaklar. Elbette bu AB’nin umurunda değil. Yeter ki tek bir insan dahi sınırlardan içeri artık girmesin. Para verdikleri ülkelerin bu insanlarla ve parayla ne yapacakları umurlarında bile değil. İşte bu toplumsal ve siyasal atmosferde, demokrasinin mabedinde tüm toplumlar medya diktatörlüğünün baskısı altına alınırken, Naziler kendilerine hızla alan kazanıyor. Rubicon'u artık geçtik. Dengesini hızla yitiren Atlantik cephesi, dengeyi bulabilmek için en tehlikeli kartı oynuyor. Ateşle oynanan bu oyunun sonunda, Faşizmi yeniden Avrupa’nın kalbinde ve güçlü bir biçimde karşımızda bulabiliriz.