Türkiye'de planlı kalkınma yaklaşımı Dördüncü Kalkınma Planı (1979-1983) rafa kaldırılıp yerine 24 Ocak 1980 Kararlarının uygulanmasından itibaren bitmiş bir hikayedir.

On İkinci Kalkınma Planı (2024-2028): Yeni ne var?

AKP ve planlama: Bir oksimoron örneği

"Oksimoron" terimi, malum, bir araya gelmemesi gereken zıt çağrışımlı kavramları ifade eder. "Sıcak buz" gibi. Okul aile birliklerine yapılan "zorunlu bağışlar" gibi... AKP'nin planlama ile ilişkisi de aynen böyle. Bir arada düşünülemezler. Peki ama neden hala plan-program yapılıyor AKP döneminde? 

Çünkü bir kere bunlar anayasal ve yasal zorunluluk icabı yapılıyor. Anayasa m.166, kalkınma planlarının hazırlanmasını ve TBMM'ce onaylanarak yürürlüğe konulmasını zorunlu kılıyor. Usul ve esasları kanunla düzenlenir diyor. Bunu da şimdilerde kısmen 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu yerine getiriyor. Bu yasa aslında temel olarak bütçe hukukunu düzenliyor; ama aynı zamanda bütçelerin de tâbi olacağı kalkınma planları ve özellikle de üç yıllık orta vadeli programlara (OVP) yer veriyor, bir bakıma aralarındaki uyumu ve hiyerarşiyi düzenliyor. Bütçeler üç yıllık hedefler doğrultusunda düzenlenmeli, bunlar da her yıl yenilenen OVP hedefleriyle, OVP'ler de genellikle beş yıllık kalkınma planlarıyla (tek istisnası, 9. Kalkınma Planının 2007-2013 dönemi için yani yedi yıllık düzenlenmesiydi) uyumlu olmalı. 

"AKP iktidarı bu belgeleri anayasal/yasal zorunluluk gereği hazırlıyor" yorumunu yaparken gene de dikkatli olunmalı. Örneğin Anayasa m.166'da Ekonomik ve Sosyal Konsey'i kurup çalıştırmak da öngörülüyor ama AKP siyaseti 2009'dan beri bu hükmü uygulamıyor. Öte yandan, OVP'ler Kalkınma Planlarına göre hazırlanması gerekirken, bu yılki örnekte OVP 6 Eylül'de açıklandı, 12. Kalkınma Planı ise ancak dün yani 16 Ekim itibariyle TBMM'ye sunulabildi. Gene de bir "gelişme" var denilebilir: 11. Kalkınma Planı (2019-2023), yürürlük tarihinin yedinci ayında yani tam olarak 18 Temmuz 2019'da TBMM'ye sunulabilmişti! 

Yani önce icraat, sonra planlama! İşte AKP zihniyetinin planlamaya bakışını en iyi yansıtan bu olabilir. AKP anlayışı açısından planlamadan daha da rahatsız edici olan şey, başbakanlığa bağlı görece özerk (yani bakanlıkların yatırım kararlarına müdahale edebilen) bir Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) Müsteşarlığı'nın varlığıydı. Gerçi DPT'nin AKP dönemi öncesinden başlayarak süngüsü düşürülmüş ve teslim alınmıştı; ama her türlü denetimden kaçan ve bir rant kovalama merkezi olarak çalışan dinci siyaset, geçmişin tüm izlerini silme önceliğine de uyarak, DPT'yi önce 2011'de Kalkınma Bakanlığı'nın bir genel müdürlüğüne dönüştürecek, sonra da 2017 Anayasasıyla gelen başkancı rejimin uzantısında bir CBK ile Temmuz 2018'de tarihe gömecekti.

Öte yandan, Merkezi Yönetim Bütçesi de 5018 sayılı yasanın koyduğu uyulması gereken süre kısıtı nedeniyle en son 17 Ekim'de (bugün) TBMM'ye sunulmak zorunda. Peki ama 16 Ekim'de (dün) Meclis'e sunulan ve henüz onaylanmamış olan 12. Kalkınma Planına uyumu nasıl gözetilebilecek? (Bu, 5018'in 16. maddesinin 2. fıkrasına aykırılık teşkil eder). Sorunun yanıtı için tekrar başa dönünüz. 

Son olarak şunu ekleyelim: Plan-program fikrinin bir şekilde sürdürülüyor olmasında dış etkenin rolü belirtilmezse eksik kalır. Nitekim Türkiye'yi hep yakın izlemede tutan uluslararası finans kuruluşları ülkenin ekonomi yönetiminin kısa-orta-uzun vadeli hedeflerini önceden görmek isterler. Bu sadece niyet beyanlarını önceden öğrenmek açısından değil, gerektiğinde müdahale olanaklarını devreye sokabilmek açısından da değerli bulunur. 

IMF tarzı iktisat politikaları dışında bakışı olmayan Şimşek-Erkan gibi uygulayıcılar da, neoliberal temelli bir plan-program desteğini arkalarına alarak yol almayı kendileri açısından daha emniyetli olarak göreceklerdir.

12. Kalkınma Planı'nın (2024-2028) çerçevesi

12. Kalkınma Planı iki bölümden oluşuyor. Birinci bölümde, "Plan öncesi dönemde dünyada ve Türkiye'de gelişmeler" başlığı altında planın hazırlandığı dönemin ekonomik ve sosyal koşulları (plan hazırlayıcıların yaklaşımı çerçevesinde) özetleniyor.

İkinci bölüm üç kısma ayrılmış. Birinci kısımda,  Saray'ın etkilerinin hissedildiği bir "Uzun vadeli (2024-2053) gelişmenin stratejisi" başlığı altında "2053 yılında Türkiye" sözde vizyonuna yer verilmiş. AKP'nin olağan bir planlama döneminin çok ötesine giden iddialı hedefler sergilemesine yabancı değiliz. 10. Plan hazırlanırken 2023'e dönük 10 yıllık hedefler belirlemişti. Bunların tümüyle geçersiz kalmış olması hevesini kırmış gözükmüyor. Bu defa 30 yıl sonrasını hedef göstererek kendisini dahi aşmış görünüyor! Ama AKP  gibi planlamaya inanmayan bir yönetim altında, üstelik bir kapitalist planlama anlayışına dahi aykırı olarak, bu kadar uzun vadenin ekonomik anlamda planlanması esasen spekülatif olmaktan başka bir nitelik taşımazdı. Nitekim AKP'nin vermek istediği mesaj da ekonomik olmaktan ziyase politiktir: "İstanbul'un fethinin 600. yıldönümde de biz buradayız" mesajıdır bu!

İkinci bölümün ikinci kısmında "12. Planın vizyonu, amaç ve ilkeleri" kısaca veriliyor. İkinci bölümün üçüncü kısmı ise 12. Planın esas gövdesini oluşturuyor. Bu kısım da beş ayırımdan oluşmuş. Bunlardan ilk ikisi daha ekonomi ağırlıklı: "3.1. İstikrarlı büyüme, güçlü ekonomi"; "3.2. Yeşil ve dijital dönüşümle rekabetçi üretim". Son üç ayırımda ise politiko-ideolojik damga daha güçlü. Gene başlıkları verelim: "3.3. Nitelikli insan, güçlü aile, sağlıklı toplum"; "3.4. Afetlere dirençli yaşam alanları, sürdürülebilir çevre"; "3.5 Adaleti esas alan demokratik iyi yönetişim"...

İçerik analizi

12. Planın CB Strateji ve Bütçe Başkanlığının koordinasyonunda katılımcı bir yaklaşımla hazırlandığı savunuluyor (s.2). Daha önceki deneyimlerden biliniyor, mutlaka belirli katılımlar sağlanır. Ama emek hareketinin ve eleştirel konumdaki sosyal bilimcilerin ağırlığı olmaz; sayıca katılımdan bahsetmiyorum, sonuçta çıkan ürüne etkisi olmaz. Hele şimdiki gibi ortodoks bir ekonomi yönetiminin son onayını taşıyan bir metin buna izin vermez.

Birinci bölümde "dünyada ve Türkiye'deki gelişmeler" bağlamında söylenenler, OVP (2024-2026)'daki saptamalardan çok farklı değil. Ama daha önemlisi şu: Sorunları yaratanlardan onları çözmesini nasıl bekleyeceksiniz? Örneğin "gıda güvenliği" alt başlığı var (s.10); Türkiye'nin gıda egemenliğini yitirmesinin asıl sorumluluğunu taşıyan AKP politikalarını nereye koyacaksınız? Uluslararası ölçekte "Eğitim yaklaşımlarının değişmesi" konusu (s.13) ile AKP'nin eğitimi imam-hatipleştirme yaklaşımı arasında dağlar kadar fark yok mu? Bu bölümde yer verilen tüm alt-başlıklar benzer durumda.

***

Türkiye 2053 için yapılan ekonomik hedefler, el yordamı olmak bakımdan ekonomik olarak anlamsızdır: "Türkiye ekonomisinin ilk 10 ekonomi, satın alma gücü paritesine göre ise ilk 5 ekenomi arasında yer alması hedeflenmektedir" (s.45). Benzer biçimde, imalat sanayii ihracatında yüksek teknolojili sanayilerin payı vb. konularda da 2053 hedefleri desteksiz tahminler olmaktan öteye gidememektedir. "İnsani gelişme endeksi sıralamasında 2053'te ilk 20 ülke arasına girme hedefi" de (s.47), bugünkü yönelimlere bakıldığında, hayal-ötesi gibi durmaktadır. "Türkiye 2053 yılında tarımsal milli gelir bakımından dünya ülkeleri arasında 7'inci sıraya ylerleşecektir" (s.47) iddiası da havada durmaktadır.

***

Planın "vizyon, temel amaç ve ilkeleri"ne gelince, insanı acı acı gülümseten bir hedefle başlıyor: "Hukukun üstünlüğü, demokrasi, temel hak ve hürriyetlerin güçlendirilmesi"! (s.50) Acaba bu hedefin gerçekleşebilmesi için AKP kendini feshetmeyi yani siyaset sahnesinden çekilmeyi mi planlıyor diye düşünmeden edemiyorsunuz! Aynı duyguları, "liyakat esaslı güçlü kurumsal yapılar" (s.51) amacına bakarak da hissedebilirsiniz.

***

Planın ana gövdesine, yani ikinci bölümün üçüncü kısmına gelince, 3.1. ayırımınından ve devamından (s.52-57) akılda kalan, "tarım sektöründe gıda arz güvenliğinin sağlandığı" (politika tedbiri 299 ve 321) (ama bunun için tarımsal desteklerin iyileştirilmesinden söz edilmediği!); kişi başına gelirin Plan dönemi sonunda (2028'de) 17.554 dolara ulaştığı (OVP'de zaten 2026'da 14.855'e ulaşması öngörülüyordu); ihracatın 375 milyar dolara yükseldiği (OVP'de 2026'da 302 milyar dolara çıkacaktı) vb. gibi bol miktarda dayanaksız vaatlerin peşpeşe sıralandığı oluyor. Sözel vaatlerin bir bölümü (örneğin "verginin tabana yayılması":s.55) geçmiş plan metinlerinde de bulunabilecek klişelerden ibaretken, bir bölümü de sermayenin yeni taleplerine (sıfır emisyon, yeşil ve dijital dönüşüm, "işgücü piyasasının güvenceli esnekleştirilmesi":s.56) uyum sağlama niyetlerinin tezahürüdür.

***

İlginç olan, tarım, sanayi ve hizmetler sektörlerinin GSYH içindeki göreli paylarının Plan dönemi sonunda yani 2028'de 2022'deki yapısını aynen koruyor olmasıdır (s.58, tablo 2). Başka deyişle, yeni planda imalat sanayiine ilişkin çok sayıda dönüşüm vaadi varken, sanayinin GSYH içindeki payında hiçbir değişiklik olmamakta, yüzde 26 küsurlara (salt imalat sanayii bakımından ise yüzde 22'lere: s.85, tablo 12) demir atmaya devam eder gözükmektedir. Tarımsal katma değerin GSYH'ye oranı da -biraz azalmakla birlikte- yüzde 6 eşiğinin altına düşmeden yoluna devam etmektedir! Asıl kritik konu, tarımsal desteklerin tarımsal katma değere oranının 2023'te yüzde 4,3'ten 2028'te yüzde 5,0 düzeyine gelmesinin beklenmesidir. (s.105, tablo 20). Bu oran geçmiş yıllarda zaten çok düşük bir düzey olan yüzde 6'larda gezinirken şimdi bunun dahi çok altına gelmesi demek, plandaki gıda arz güvenliği sözünün tamamen temelsiz olması demektir. (AB merkez ülkelerinde bu oran yüzde 50 civarındadır; Türkiye'de ise yüzde 30'un üzerine çıkarılması zorunluluğu vardır).

İşgücüne ilişkin veriler biraz daha iyimser gözükmekte, istihdam ve işgücüne katılım oranlarının yükselmesi, buna karşılık işsizlik oranının yüzde 7,5'e gerilemesi beklenmektedir. Gerçekleşebilir mi? Bu büyüme hedefleriyle kolay değil.

Değişmeyen bir öngörü de, dönem ortalaması olarak büyüme oranının bildik yüzde 5 oranını tutturmasının beklenmesidir. Ancak bu büyüme oranları geçerliyken, OVP 2024-2026 için de iddialı bulduğumuz cari işlemler açığı/GSYH oranının, 12. Planın sonu için öngördüğü düzeye ulaşması hem çok zor hem de büyüme hedefleriyle çok tutarsız gözükmektedir. Cari işlemler dengesinin 2023 için eksi 42,5 milyar dolardan (ki 50 milyar doların altına inmesi pek zordur) 2028'de eksi 2,8 milyar dolara gerilemesi ve GSYH'ye oranla eksi 0,2 (yani sıfıra yakın) bir yerde durması, 12. Planın herhalde en iddialı meydan okuması olmalıdır!

Sonuç yerine

Yazı çok uzadığı için, maliye politikası, sosyal güvenlik sistemi, tarım, enerji gibi özel önem verdiğimiz başlıkları bir başka yazıya bırakmak zorunda kalıyoruz. Her durumda söylenebilecek olan en kestirme sonuç şudur: Türkiye'de planlı kalkınma yaklaşımı Dördüncü Kalkınma Planı (1979-1983) rafa kaldırılıp yerine 24 Ocak 1980 Kararlarının uygulanmasından itibaren bitmiş bir hikayedir. Beşinci plandan itibaren gördüğümüz şey de, IMF gözetiminde bir ekonomi envanteri dökümünden başka bir şey değildir. Türkiye'nin ihtiyacı olan ise bu anlayıştan kurtulmaktır.