Her şey sermaye içindi, her şey sömürücü düzen içindi. Bugün herkesin gözü önünde yapılanlar aynı düzen için… İşlevsiz, önemsiz, güdümlü gibi gösterilen yasama ve yargı yeri geldiğinde düzene hizmet ediyor layıkıyla. 

Hukukla ve yargıyla tsunami

İnsanlık tarihine aydınlanmanın ve ilerlemenin çocukları olarak ortak akılla ve mücadelelerle giren ama insanlığa ihanet konusunda sömürücü sınıfın yanında olmakta hiç çekinmeyen iki kurumdan söz ediyoruz. 

Emekçi halkın eşitsizliğe, adaletsizliğe, köleliğe, tutsaklığa, sömürüye, baskı ve şiddete karşı hak mücadelelerinin ve hakları korumanın etkin araçlarından olan ama aynı kavramların emekçi halkın üzerine karabasan olarak çökmesine destek olan; darbe girişimlerine ve darbelere yol açan, sonra da koşullara hemen uyum sağlayan iki kurumdan söz ediyoruz.

Devrimlerle ve sosyalizmle insanlık adına insanlık için çalışan ama karşı devrimlerle, kapitalizm ve emperyalizmle, neoliberal politikalarla sömürü aracı olmaktan kaçınmayan; masum gözüken ama deprem etkisi yaratmaktan da zevk alan; burjuvazinin emekçileri uzlaşma ve uyumlaştırmasında becerikli, liberalizmin üstünlüğüne ve bağımsızlığına dört elle sarıldığı, sömürücü düzenin keyfiliğine ve sermayenin sınırsız tahakkümüne destek olan iki kılıftan söz ediyoruz.

Dünyaya onlarla bakmadığımız ama onlarsız da olmayan, üretim ilişkilerinden hiç mi hiç kopmayan; sınıfsallıklarını saklar gibi gözüküp sonuna kadar sınıfsal olan iki toplumsal ilişkiler ürününden söz ediyoruz.

2006 yılında Yargıçlar ve Savcılar Birliği YARSAV’ı kuran, aralarında benim de olduğum 501 yargıç, savcı ve meslek mensubu büyük bir örgütlenme düşmanlığıyla karşılaştı. Neymiş, bağımsızlık zedelenirmiş, tarafsız kalınmazmış… Aslında istenilen AKP-Cemaat ortaklığı hukukuna ve yargısına engel olacak, gerçekleri halka açıklayacak bir örgütlenmenin yok edilmesiydi.  

Anayasal güvence altındaki bir derneği hukukta yazılı kapatma yollarını kullanarak ve saldırarak kapatamayınca yasayla kapatma yoluna bile girişildi. O tarihlerde bu durumu “Yasayla Darbe Olur mu?” başlığıyla yazdım (Cumhuriyet Gazetesi, 2.3.2007). Yazının yayım tarihinde geçirdiğim kalp krizi nedeniyle hastanedeyken beni tedavi eden Prof. Doktor sabah elindeki gazeteyi sallayarak ve yazımı göstererek hiddetle yanıma gelmişti. “Ağabey bu ne” dediğinde yavaşça “yazııı” demiştim. “Ne yazısı Ağabey, bunun başlığı bile insanı kalpten götürür” çıkışını unutamıyorum.

İnsanı değil, insanlığı kalpten götürecek; emeğin sömürülmesine, emekçi halkın ezilmesine, sermayenin palazlanıp büyümesine, ortağı siyasi iktidarın devleti ele geçirip piyasa ve gericilik adına otoriterleşmesine; bu sömürü ve egemenliğe emekçi halkın seçim ve demokrasi diye diye, hukuk diye diye ortak edilmesine aracılık eden, destek veren yasama ve yargı dünyadaki ve kendi tarihindeki örneklere nispet edercesine Türkiye’de sahnelerden inmiyor.

12 Eylül faşist darbesiyle yaratılan 12 Eylül hukukunun hızının dönem dönem kesilmesine inat hukuk ve yargıyı sahneden indirmeyen AKP, kendi sahne süresini uzattıkça hukuk ve yargıyı kullanma becerisini de artırıyor. 
İhtiyaç-amaç dengesinde bütünsel olarak memnuniyetini gizlemeyen ve emekçilerin haklarını gasp ederek, kamusal kaynakları talan ederek sömürüsüne sömürü katan sermaye hayatından memnun. 

Düzen muhalefetiyse AKP’yle ve düzenle o kadar özdeşleşti ki konuşma ve eleştirici becerisini ortaya koyacak ortama o kadar uyum sağladı ki o çok sevdikleri demokrasinin muhalefet içeriğini, Cumhuriyetin niteliklerini ve Aydınlanmayı bile unuttu. Zaten piyasanın içindeydi, gericilikle yaşamayı da benimsedi.    

Karşı devrim son hızıyla Cumhuriyetin tasfiyesini tamamlamaya, sermaye de son hızıyla sömürü düzeninin istikrarına ve emekçiler üzerinde söz ve karar sahipliğine koşuyor. 

Savunmanlara ve örgütlerine müdahale yasası da, Ayasofya kararı da yukarıdaki ilişkilerden soyutlanarak okunamaz. 
Bu bütünsellikle ve yapıyla bakılmadan; ne yasanın hangi amaçla çıkarıldığı, ne de Ayasofya’nın yargı devreye sokularak neden camileştirildiği sorularının karşılığı verilebilir. 

Tıpkı olağan yollarla, olmadı yasayla kapatılmaya kalkışılan YARSAV’ın 15 Temmuz OHAL’i döneminde OHAL KHK’siyle ve terör damgasıyla kapatılması; Barış Derneği’nin aynı batağın içine sokulması; OHAL KHK’leriyle yandaş olmayan emekçilere de darbe vurulması; OHAL’siz OHAL uygulanması; adaletsiz seçim uygulamalarının yasalaştırılması; Anayasanın sıkça değiştirilmesi ve buna rağmen birçok maddesinin rafa kaldırılması; laikliğin Anayasada aynen korunduğu halde yasalarda ve uygulamada yok edilmesi gibi, tıpkı pandemi önlemi diye diye sermayenin teşvik edilip emekçilerin sağlıksız koşullarda hakları gasp edilerek çalıştırılması veya işsiz bırakılması gibi birçok alanda yapılanların karşılığı da verilemez.

Anayasa Mahkemesi, Yüksek Seçim Kurulu, Danıştay, Yargıtay, Sayıştay, adli ve idari mahkemeleriyle varlığını sürdürmeye çalışan yargının -arada sırada verdiği olumlu kararların haber yapılması dışında- düzenle nasıl uyumlu çalıştığının, tırtıklamaların arabuluculukla nasıl büyütüldüğünün, yargının kurucu unsurlarından savunmanların nasıl parçalanıp ayaklar altına alındığının karşılığı da verilemez.

Burjuvazinin parlamento ve yargı gibi iki önemli ayağının güçlü yürütme karşısında işlevsizleştirilmesi ve önemsizleştirilmesini sürekli yazdık. Ama bunu yaparken yürütmenin altında bir işlevsizleştirme ve önemsizleştirme kısır saptamasına da kapılmadık. Her şey sermaye içindi, her şey sömürücü düzen içindi. 

Bugün herkesin gözü önünde yapılanlar aynı düzen için… İşlevsiz, önemsiz, güdümlü gibi gösterilen yasama ve yargı yeri geldiğinde düzene hizmet ediyor layıkıyla. 

Aydınlanmacı ve ilerici Cumhuriyet karşı devrim yolunda safra gibi atılmaya kalkışılırken, sermaye ve gericilik koşturup duruyor. Gericileşme, yalnız iktidarı değil devleti de, yalnız hukuku değil siyaseti de sardı. Çürümelerini ve çaresizliklerini hukuk ve yargı aracılığıyla perdelemekte de rahatlar. 
Aydınlanmayı ayaklar altına alan bu sömürü ve yozlaşmanın içinden hukuk ve yargı tartışmalarıyla, yasa ve karar eleştirileriyle çıkılmaz; “özel mülkiyet ve düzen sürsün ama…” diyerek, emekçi halkın sömürülmesine göz yumularak çıkılmaz. 

Devrim için omuz omuza mücadele edilerek kazanılacak Sosyalist Cumhuriyette ne sömürü ne de yıkımlar olacak.