'Bugün neoliberal anti-enflasyonist program tam ölçekli olarak uygulamaya konulmadan bile bölüşüm ilişkilerini bozucu rüzgarlarının toplumu sarmış ve sarsmış olduğunu söyleyebilecek durumdayız.'

Enflasyonda ipin ucu kaçtı mı?

"Bu nasıl anti-enflasyonist program?" diye sorabilirsiniz haklı olarak. Bir yandan geniş kitlelerin satın alma gücü Haziran'dan itibaren dolaylı vergi artışları ve devletin yönlendirdiği ürünlere yapılan zamlarla daha fazla aşağıya çekilirken, öbür yandan enflasyonda serbest yükseliş devam ediyor. Bu nasıl iş? 

Denilebilir ki, Temmuz'daki ücret artışları satın alma gücündeki kaybı telafi etmiş olamaz mı? Mayıs'tan başlatırsanız, Haziran-Temmuz-Ağustos enflasyonları kümülatif toplamı yüzde 24,1 olur. Önümüzdeki Eylül-Aralık dönemi aşınmasını bir yana bıraksak bile, Temmuz'daki ücret/maaş artışları yüzde 24'ün altında kalanlar -ki emeklilerin büyük bölümü bu kesime girer- şimdiden kayıptalar demektir. Üstelik, ücretliler kesiminin maruz kaldığı enflasyon çok daha yüksek olduğu için (çünkü, gıda, ulaştırma gibi ortalamanın üzerinde fiyat artışları artış gören harcamaların bu kesimin tüketim sepetindeki payı çok daha yüksektir), daha geniş kesimler için ücret zamlarının etkisi iki ayda aşınmış olmaktadır.

Soru bir başka açıdan da yanıtlanabilir: Aslında beklenen (hatta biraz da istenen) olmaktadır. Son Sol Portal yazımızda da değindiğimiz gibi, Saray iktidarının ve ekonomiyi devrettiği yeni kadronun kısa vadede enflasyonu geriletmek gibi bir hedefi yoktu. Olamazdı da. Çünkü geçmiş dönemde baskılanan fiyatların (buna döviz fiyatı da dahil) daha fazla baskılanması mümkün değildi. Birikmiş bir enflasyonist baskı vardı. Öte yandan, dış açıklar büyürken iç açıklar da (seçim harcamaları, KKM, EYT ödemeleri, vs. nedeniyle) büyüme eğilimindeydi; dolayısıyla mali amaç (gelir sağlama amacı) da ihmal edilemez bir öncelik kazanmıştı. Yani devletin yönlendirdiği fiyatlara ve dolaylı vergilere yapılan zamların enflasyonu zıplatıcı etkileri öngörülmüş bir durumdu.

Enflasyonun ipinin bir süre bırakılmasının tercih edilmesi, bu ipi sıkı tutma olanağının 2023'ün ikinci yarısı itibariyle (hatta 2024'ün ilk aylarında) elden kaçırılması nedeniyleydi. (Ayrıca 2022 yılının ikinci yarısındaki düşük aylık TÜFE artışlarının 2023'ün aynı dönemi açısından baz etkisi bu defa olumsuzdu). Ama bir de, enflasyon gibi güçlü bir negatif gelir bölüşümü aracının bizzat gelirler yönetimi politikasının bir manivelası olarak kullanılmak istenmesi vardı. En azından kısa dönemde, enflasyon yoluyla gelirleri aşındırmak bir politika tercihiydi. 

Ayrıca unutmayalım, dolaylı vergilerin ağırlıklı olduğu bir vergi sisteminde, hiç vergi oranı artışı yapılmadan dahi enflasyon etkisiyle vergi hasılatını yükseltebilirsiniz. Gene unutmayalım, devlet gibi baskın özelliği yüksek borçluluk olan bir yapının, eğer iç borçlarının büyük bölümü enflasyona veya döviz kuruna endeksli değilse -ki AKP döneminde bu yönde ciddi bozulmalar olmuştur- enflasyon artışıyla iç borçlarının reel yükünü düşürmesi gibi avantajları olacaktır.

TÜİK'in başına taş mı düştü?

Son iki ayın TÜFE istatistikleri, TÜİK'in tüketici fiyat endeksini baskılama davranışının (şimdilik) değiştiğini gösteriyor gibidir. Temmuz ve Ağustos aylarında üstüste yüzde 9'u aşan aylık TÜFE verileri, özellikle Ağustos'ta tahminlerin aşılması, üstelik Ağustos'ta ilk kez ENAG'ın aylık verisini aşan bir TÜİK verisinin açıklanması, şaşırtıcı görüldü. Çeşitli yorumlar yapıldı. Biz de hem yorumlamaya hem açıklamaya çalışalım.

Birinci olarak bu süreçte yeni Hazine ve Maliye Bakanının ve kadrosunun etkisi olduğu düşünülmeli elbette. Her ne kadar TÜİK'in enflasyon sepetine giren tüm maddeler bakımından ayrıntılı istatistiklerin -yargı kararına rağmen- açıklanmaması eğilimi sürmekte olsa da -yani iddia edilen şeffaflık burada çalışmasa da- aylık bazda daha gerçeğe yakın TÜFE verilerinin açıklandığı da söylenebilir. Öyle ki, Ağustos ayında TÜİK, ENAG ve İTO'nun aylık TÜFE verileri ilk kez birbirine bu kadar yakın çıktı. Ancak sorun şu ki, yıllık TÜFE verileri bakımından aradaki açıklıklar kapanacak gibi görünmüyor. Şimdiki soru şu: TÜİK, önemli ölçüde baskıladığı TÜFE verilerini geriye dönük olarak da revize edebilecek mi? Bizce edemeyecek ve bu anomalinin -eski aylık veriler endeksten çıktıkça- orta vadede düzelmesi beklenecek. 

Peki ama, TÜİK'in TÜFE'yi baskılamasının esas nedeni ücret artışlarını ve enflasyon farkı ödemelerini  baskılamak değil miydi? Ondan vaz mı geçilecek? Öngörümüz şöyle: (i) Memur maaşlarına 2024 için yapılan çok sınırlı artışların bir nedeni de, 2023'ün ikinci yarısı için oldukça yüksek bir enflasyon farkının oluşacağının hesaplanmasıydı. Ocak 2024 için toplamda yüzde 45'in altına düşmeyecek bir artışla bu kesimlerin seçim öncesinde tatmin edilebileceği düşünülmektedir. (ii) 2024 ortasından itibaren enflasyon farkı ödemelerinin, hatta ücretlerin enflasyona endekslenmesini çağrıştırabilecek her türlü mekanizmanın devre dışı bırakılmasına yönelik çok daha sert önlemler tasarlanıyor olabilir. Esasen asgari ücretin yılda bir kez açıklanacağının alıştırmaları şimdiden yapılmakta.

İkincisi, Şimşek yönetimi TÜİK'in bu yılın ikinci yarısında daha gerçekçi aylık TÜFE'ler açıklamasını sağlamakla, önümüzdeki yılın ikinci yarısında enflasyondaki azalış eğilimini olumlu baz etkisiyle de desteklemek istediği düşünülebilir. Nitekim, bu yılın ortasındaki aylık bazda yüzde 9'luk TÜFE artışları, gelecek yılın Temmuz'undan itibaren keskin yıllık TÜFE azalışlarının da habercisi ve garantisi gibidir. Şimşek yönetiminin Saray nezdinde buna ihtiyacı olacaktır. Kaldı ki böylece, faizleri enflasyon hedeflemesi doğrultusunda yükseltme meşruiyetini de Temmuz 2024'ten itibaren daha fazla eline geçirme olanağını bulabilecektir.

Üçüncüsü, daha gerçekçi aylık TÜFE açıklamalarının arkasında, fiyat istatistiklerinde ortaya çıkan birikimli çarpılmaların (ve bunların başta GSYH verileri olmak üzere tüm göstergeler üzerindeki etkilerinin) bir ölçüde giderilmeye çalışılması, en azından buna bir başlangıç yapılması kaygılarını da görmek mümkündür. Bunun aynı zamanda iç ve dış sermaye/finans çevrelerinde takdire değer bir gelişme olarak kaydedileceği de dikkate alınmalıdır.

Sonuç

Son bir not da, TCMB politika faizi ile TÜFE farkının gene açıldığı üzerine olsun. Bu fark Haziran başında yüzde 38,2 enflasyon ile yüzde 8,5 faiz arasında yani 30 puanın biraz altındayken, şimdi yüzde 58,94 ile ile yüzde 25 arasında yani aradaki açıklık 33,9 puana çıkmış durumda. Politika faizi artışını aşan aylık enflasyon artışları nedeniyle bu açıklığın önümüzdeki aylarda daha da büyümesi beklenebilir. Bu da, Mart 2024'ten sonra daha da sertleşecek "sıkılaştırma" politikalarının habercisi sayılabilir. 

Ama bugün neoliberal anti-enflasyonist program tam ölçekli olarak uygulamaya konulmadan bile bölüşüm ilişkilerini bozucu rüzgarlarının toplumu sarmış ve sarsmış olduğunu söyleyebilecek durumdayız. Temel eksiklik ise, emeğin kazanımlarına karşı güç toplayan bu toplu sınıf saldırısına direnebilecek, mücadeleyi bir üst eşiğe taşıyabilecek kitlesel emek örgütlenmelerinin yokluğudur.