Soysuz “uygar”lar gerçek uygarlığın kökenlerini yağmalamış oldular. Kimse bunun hesabını sormadı. Şimdi hesabı insanlığın yüz akı olan Dostoyevski’den sormaya kalkıyorlar. Lağım patlamıştır.

Emperyalizmin fosseptiği

“Uygarlık” kavramı aslında gizliden bir ithamı içeren bir kavramdır. Kavram tırnak içinde uygarlaşmayanlara yönelik bir uyarı, ve hatta bir tehdidi içermektedir. Biz sosyalistlerin pek sevdiği bir kavram değildir, çünkü arka planında emperyalist hegemonyanın sürekliliğine dönük bir tür megalo idea vardır. Malum kavram tutucu ve sağcı Avrupalı, özellikle de Britanyalı tarihçiler tarafından afişe edildi. Sosyal düşüncedeki tehlikeli kavramlardan biridir; bir tarafta ilerlemeyi, kentleşmeyi, kuralları, kurumları, yasaları anlatırken diğer tarafta ise sömürüye dayalı toplumlar silsilesinde bir üst düzeye atlamayı anlatmaktadır. Dahası uygarlaşma bir anlamda sözde uygar olanın normlarını kabul etme anlamına da gelmektedir. Nitekim emperyalizmin şafağında bugün Ukrayna üzerinden insanlık dersi vermeye kalkanların ataları emperyalist maceranın “beyaz adamın yükü” olduğunu, tanrının Avrupalı beyazlara geri kalan dünyayı uygarlaştırma görevi verdiğini iddia etmişlerdi. Azgelişmiş dünyanın zenginlikleri değildi onları çeken, azgelişmiş dünyanın şöyle gelişkin, uygar bir ele, ve hatta yumruğa duyduğu ihtiyaçtı. Tarihin gördüğü en büyük yalandı kuşkusuz. Doğrusu Avrupalı olmayan halkları katlederken çok ama çok büyük bir yükü sırtladıkları açıktı. Umarsız bir vahşeti sergilerken fethettikleri yerleri ilahlar için fethettikleri, dönüştükleri gazabın ise aslında ilahların uygar olmayanlara yönelik öfkesi olduğu yalanını tekrar ediyorlardı sürekli. 

Uygarlık diye kurdukları dünyanın temelinde, o temelin en küçük hücresinde, hem kendi emekçilerinin hem de fukara halkların emeği, gözyaşı, azabı ve laneti vardır. Onların uygarlıkları dünyanın ve ten rengi, toplumsal cinsiyet, inanç farkı gözetmeksizin tüm insanlığın sömürüsü üzerinde yükselmiştir. Bugün Ukrayna’ya saldırı üstünden batının ve değerlerinin saldırı altında olduğu yaygarasını koparan ve Avrupa’ya yazık oldu diye ağlayanların çoğunun şeceresinde insanlığa karşı işlenmiş en az bir büyük günah vardır. 

Bugün AB Komisyonunda, ya da AB’nin herhangi bir yetkili organında Ukrayna üzerinden batı ve demokrasisi saldırı altında diye yaygara koparanlardan herhangi birinin atası 17. Yüzyıl ile 19. Yüzyıl arasında bir yerde Afrika’dan Amerika kıtasına taşınan milyonlarca kölenin ahını taşımaktadır. Uygarlıkları mı? Ölüm ve barbarlık üzerine kurludur, kanmayın. Tarihçiler anlatıyorlar; bugün ağlayanların ataları Batı Afrika sahillerine gemilerle geldiler.

Ambarları fıçılarla doldurur gibi insanlarla doldurdular. Ambar kapaklarını kapatarak haftalarca sürecek Atlantik seyahatine başladılar. Ambarda hayvanlar gibi istiflenmiş olanların bunu hak ettiğini düşündüklerinden ambar kapağını sadece hala yaşıyorlar mı diye bakmak için açtılar. O dönem hakkında yazılan metinlerden % 20 civarında bir kaybın normal kabul edildiği anlaşılıyor. Yani her beş Afrikalıdan birinin uzun yolculuk sırasında açlıktan, susuzluktan veya hastalıktan ölmesi uzun yol için katlanılacak normal bir maliyet olarak görülüyordu. Arada bir ambar kapaklarını açıp sayım yapar ve ölü bedenleri denize atarlardı. Milyonlarcasını taşıdılar. Böylece şimdi gurur duydukları uygarlıklarının temeline bir tuğla koydular. Ne için, şimdi Ukrayna’da katledildiğine üzüldükleri uygarlıkları için. 

Bunların ataları 15 Temmuz 1099’da Kudüs’ü ele geçirdiler. Avrupa’nın bütün işsiz, güçsüz aylak takımından, maceraperest toprak sahiplerinden, kana ve altına aç krallarından, topraksız kalmış soylulardan oluşan bir güruhtu, Avrupa’nın safrasıydı. Kudüs bütün sorunlarına rağmen üç dinden ve farklı mezheplerden insanların barış içinde bir arada yaşadıkları bir kentti. Bunların ataları şehri ele geçirince şehrin Müslümanlarını, Yahudilerini ve hatta Hristiyanlarını katlettiler. Böylece şanlı uygarlıklarına bir tuğla daha koydular. 

Bunların ataları sadece Avrupalı olmayanları değil Avrupalıları da katlettiler. Şimdi uygarlığın beşiğine savaş açıldı diyen ikiyüzlüler insanlığın gördüğü en kanlı, en insanlık dışı iki savaşın bu kıtada hem de kendi ataları tarafından çıkarıldığını unutmuş görünüyorlar. İki dünya savaşında ölenlerin yekünü yaklaşık 100 milyondan fazla. Bugün Ukrayna üstünden apaçık ırkçı ve faşizan mesajlar verenler bu kadar ölünün önemli bir bölümünün şimdi ölümlerine üzüldükleri gibi “sarı saçlı” ve “mavi gözlü” olduğunu bilmiyorlar mı? Sanki sürekli barış ve uyum içindeki bir kıtadan bahsediyorlar değil mi? 1990’ların başında Yugoslavya’yı bile isteye parçaladılar ve onun bileşenlerini kanlı bir hesaplaşmaya ittiler. Bu iş başka bir kıtada mı oldu? Onların uygarlığı havuç ile değil sopa ile kuruldu. Bugün sopa başka birinin elinde diye ağlıyorlar. 

Bugün “Asyalılaştırılan” Rusya’ya karşı batılı değerlerin en yılmaz savunucusu gibi görünen şaklaban Boris’in ataları aslında kendine göre gelişkin ve hatta bazı açılardan Avrupalıların “uygarlığına” göre daha uygar bir yaşam tutturmuş olan Hindistan’ın damarlarını kurutmadı mı? Şimdi eyvah batı elden gidiyor diye ne yapacağını bilemez hale gelen Alman şansölyesi Scholz’un ataları Birkenau, Auschwitz ya da Treblinka’da kamp muhafızıydı; olamaz mı? Ama o kamplar da uygarlıklarının bir parçasıydı; o kamplarda ne büyük tuğlalar koydular uygarlıklarının köklerine. Yahudi kökenli Zelenski’nin gelip kendini kurtarsın diye çağırdığı Avrupa ruhu böyle bir şey işte. Şimdi Alman vatandaşı olan ancak aslen Belçikalı olan AB Komisyonu başkanı Ursula Van der Leyden’in dedelerinden biri de Belçika Kongo’sunda Kral Leopold’un sömürge memurlarında biri olabilir mi? Belçika sömürge idaresi pek çok Kongolunun şu veya bu şekilde ölümünden sorumluydu değil mi? Ama Van Der Leyden’in pek de uygar bir profil çizdiğini kabul etmeliyiz. Gerçekten sayılan bu isimler çok ama çok uygarlar şimdilerde. Gerçi iş Asyalı ya da Afrikalı göçmenlere geldiğinde hepsinin genlerine sinmiş dedeleri hortluyor, ama olsun. 

Gelelim bu gidişle ABD’nin en fiyasko başkanı olmaya aday Biden’a. Biden Obama’nın yardımcısı iken Amerikan emperyalizmi hem Libya’nın hem de Suriye’nin meşru devletler olarak haklarını yok sayarak onları ortadan kaldıran, onların topraklarında yaşayanları sürekli bir iç savaşın kucağına iten müdahalelerde bulunmuştu; hem de şimdi Ukrayna için ağlayan müttefikleriyle beraber. Lakin bugün Ukraynalılar için gecesini gündüzüne katarak bir kalkan oluşturmaya çalışan Biden (öyle diyor) Suriyeli veya Libyalı siviller için pek de üzülmemişti. Doğru ya onlar ne “sarı saçlı” idi ne de “mavi gözlü”. Üstelik buna cesaret eden ABD hiçbir uluslararası organizasyondan dışlanmamıştı değil mi? Dahası Avrupa’nın hiçbir nezih lokantası camekana “buraya Amerikalılar giremez” diye ilan da asmamıştı. Bakın Ukrayna’nın sınırlarında ülkeyi terk etmek için bekleyen Ukraynalı, ve “sarı saçlı” ve “mavi gözlü” olmayanlar ne halde? Oysa Zelenski ağlarken sadece “sarı saçlıları” ve “mavi gözlüleri” zikretti. Batı menşeili “uygarlaşma” mitinin tüm insanlığı kapsayan bir mit olduğunu kimse iddia edebilir mi?

Açık konuşalım, bugün Ukrayna’da sivilleri öldüren bu paylaşım savaşının yaratılmasında hepsi suçludur. Putin’i öne alan Rus oligarşik emperyalizmi suçludur. Ukrayna’yı batıya yaymamaya çalışan Ukrayna’nın aşırı sağcı zenginleri suçludur. Ukrayna’yı giderek saldırganlaşan Rus kapitalizmini kuşatmak için kullanmaya çalışan Batı emperyalizmi suçludur. Keza ortaya çıkan emperyalizmin fosseptik çukurudur. Üstelik devlet eliyle zenginleşen görgüsüz zenginlerin ve oligarşinin dünyası haline gelen bu Rusya ve bu Ukrayna’nın yaratılmasında soysuz “uygar” batının pek önemli bir katkısı vardır. Putin ve Zelenski; varoluşlarını bugün onları bir birine düşüren “uygar” kimselere borçludurlar. 

Ancak artık fosseptik patlamıştır. Zelenski sığınağından yaptığı açıklamada Rusya’yı durdurun ölenler “sarı saçlı” ve “mavi gözlü” uygar dünyanın çocuklarıdır diye ağlamaktadır. Bu arada Zelenski’ye baktım; ne “sarı saçlı” ne de “mavi gözlü” gibi görünüyor. Küresel bir kanalın muhabiri “burası ne Afganistan ne de Irak” diye ağlıyor. Afganlılar ve Iraklılar mı? Bildiğim kadarıyla ikisinin de ekserisi “sarı saçlı” ya da “mavi gözlü” değil. Keza böyle ağlayan muhabir de “sarı saçlı” ve “mavi gözlü” değil, hayret! Bir diğeri Ukrayna’nın gelişkin bir orta sınıfa sahip “sivilize” olmuş, yani “uygarlaşmış” bir toplum olarak bunu hak etmediğini ilan ediyor. Öyle ya, diğerleri hak ediyor değil mi? 

Rusya ise yükselen bu ırkçı, faşizan söylemin ortasında Asyalılaşıyor galiba. Artık Rus deyince aklı kırılmış, akıl fukarası batılılar 13. ve 14. Yüzyıl’da Doğu Avrupa’yı ve Asya’yı talan eden Moğolları ve Tatarları getiriyorlar gözlerinin önüne herhalde. İtalya’da bir üniversite Dostoyevski üzerine açılmış bir dersi iptal ediyor, tepki geline kararından cayıyor gerçi. Başka bir Avrupa kentinde dünyaca ünlü bir Rus orkestra şefi görevinden alınıyor. Bizim buralardan biri ise dilimize hep Rus klasikler çevrildi, tepki olsun diye şimdi bulup Ukraynalı klasikleri çevirelim diyor. Avrupa’da bazı restoranlar, 1934 sonrası Almanya’da “buraya Yahudiler giremez” ilanları asan restoranları hatırlatır şekilde, “buraya Ruslar giremez” diye ilanlar asıyor. Akıl tutulması böyle bir şey. İnsanlarla kalmıyorlar, iş kedilere kadar varıyor. Uluslararası Kedi federasyonu Rusya’da yetişmiş kedileri küresel kedi bilgi sisteminden çıkarma kararı alıyor. Yahu kedilerin suçu ne? Yurtdışındaki Rus sporcular takımlarından ve turnuvalardan dışlanıyorlar. Rusya küresel spor organizasyonlarından atılıyor. Lağım tamamen patladı. 

Şimdi bu kadar babayiğit olan küresel kapitalist alem madem ki bir devletin meşru haklarına tecavüzü bir aforoz edilme nedeni olarak görüyordu, peki 2003 yılında Amerikan emperyalizmini neden aynı şekilde aforoz edip yalnızlaştırmadı? Malum, Irak halkı 1991 ile 2003 arasında ambargo altında yaşadı. Ambargo nedeniyle çocuklar ve insanlar ilaçsızlıktan ve gıdasızlıktan kitlesel bir ölümle karşılaştılar. Irak iyice güçten düşürüldü. Yetmedi, bir “kitle imha silahı” yalanı uyduruldu; açlığın ve ölümün kol gezdiği ülke güya elinde “kitle imha silahı” bulunduruyordu. Ve bu silahlarla uygarlığın beşiğine saldıracaktı. Güçten düşmüş Irak işgal edildi; tüm ulusal ve tarihi zenginliği yağmalandı. Emperyalizmin “sarı saçlı” ve “mavi gözlü” pretoryen muhafızları müzeleri yağmaladılar. Sümer, Asur, Babil ve Akad; şu zavallı insanlığın ilerleme savaşının miladı ve köklerini oluşturuyorlardı; onlardan geriye kalanlar çalındı ve yağmalandı. Zenginlerin villalarında vitrin süsü olsunlar diye satıldılar. Böylece soysuz “uygar”lar gerçek uygarlığın kökenlerini yağmalamış oldular. İkiyüzlüler, kimse bunun hesabını sormadı. Şimdi hesabı insanlığın yüz akı olan Dostoyevski’den sormaya kalkıyorlar. Lağım patlamıştır. 

Putin’ile ilgili geçen hafta yazmıştık, varoluşunu sosyalizmin yok edilmesine borçludur, dejenere ve deformedir – tıpkı palyaço Zelenski gibi. Şu aşamada her ikisini de kapitalist restorasyonun genetiğiyle oynanmış ürünleri olarak görmek ve aralarında bir seçim yapmadan ikisini de lanetlemek zorundayız. Diğer taraftan, Putin istemeden bir süreci tetikledi ve bu süreç “uygar” batının “uygarlık” tülünü ateşe verdi, soysuz “uygarlık” aslında uygar olmadığı kanıtladı. Damarlarına sirayet etmiş her türden melanet fışkırdı. 

Not: Geçen hafta yazımda “Wind of Change” şarkısını yanlışlıkla Guns N’Roses grubuna atfetmiştim, oysa parça Scorpions grubuna aittir. Uyaran okuyuculara teşekkür ederim. Bu arada Strasser’in öyküsü yine haftaya kaldı. Girişteki resim 1099’da Kudüs’ün Haçlılar tarafından zapt edilmesini resmetmektedir.