'Sorumlu arıyorsak, gözümüzü Kızılay’ın ticaret yapmasına ortam hazırlayan siyasi iradeye dikmeliyiz'

Depremin olacağını biliyordum, krizi yönetemeyeceklerini de...

Depremin olacağını biliyordum. AFAD’ın 2020 yılında yayımladığı Kahramanmaraş İl Risk Azaltma Planı (IRAP) kitapçığından okumuştum. Maraş’ın, 30 km eninde 580 kilometre uzunluğunda fay hatları üzerinde olduğu; 200 yıl boyunca enerji biriktiği; sismik olarak oldukça yüksek potansiyel tehlikenin bulunduğu; kentin ise, en zayıf zemin ve alüvyon topraklar üzerinde yüksek yapılaşmalarla geliştirildiği yazıyordu. Bölgede büyük bir yıkıma yol açacağı bundan daha açık anlatılamazdı.

AFAD’ın ve Kızılay’ın, krizi yönetemeyeceğini kestirmek zor değildi. Karneleri kırıklarla doluydu. Dünyaya, büyük bir devlet olduğumuzu kanıtlamak peşindeydiler. Topladıkları bağış ve yardımları, 150’ye yakın ülkeye göndermiş olmakla övünüyorlardı. Depremden birkaç gün önce 10 Ocak 2023 günü, 24 vagon yardım malzemesini, Diyanet İşleri Başkanının da katıldığı bir törende dualar eşliğinde Afganistan’a uğurlamışlardı. Malzemeleri, öncekilerde olduğu üzere, yerel yöneticiler, sivil toplum kuruluşları ile Maarif Vakfı temsilcileri karşılayacaktı. Bu 7’nci seferleriydi ve arkası gelecekti…

Nasip değilmiş.

AFAD ile Kızılay’ı, kriz yönetmekle sorumlu iki kardeş kuruluş bilirdik. Öyle olmadıkları anlaşıldı. Afganistan’a yardım gönderirken gösterdikleri işbirliğini, Anadolu’da göremedik. Kızılay başkanı, ürettikleri çadırlara AFAD’ın kendi logosunu basıp deprem bölgesine gönderdiğinden yakındı. Böylelikle AFAD’ın, rol çalmak için Kızılay çadırlarını sahiplendiğini öğrendik. Bu arada Kızılay’ın Türk Eczacılar Birliği ile Ahbap derneğine çadır satarak depremde ticaret yaptığı çıktı ortaya. Kızılay Başkanı, çadırları kendilerinin değil, şirketlerinden birinin sattığını söyleyerek kamuoyunda tepki çeken bir savunma yaptı.

Kızılay, G. Menkul Girişim; içecek; sağlık; yapı; çadır ve tekstil; kültür ve sanat alanlarında üretim ve ticaretle uğraşan 7 Anonim şirketten oluşan bir holdinge dönüştürüldü. Kamusallığından çok şey yitirdi. Deyim yerindeyse özelleştirildi. Şirketleri T. Ticaret Yasasıyla öngörülen kurallar uyarınca yönetiliyor.

Çadır, kan, ikinci el eşya ticaretini tüzel kişilik olarak Kızılay değil, şirketlerinden biri yapıyor. Bunun hukuk altyapısı, holdinge dönüştürülürken hazır edildi.

Holding şirketlerinden biri olan Çadır ve Tekstil A.Ş. çadır ticaretiyle uğraşıyor. Depremde neden çadır sattın diye Kızılay Başkanını suçlayamayız. Nitekim ben değil şirket sattı diye yanıt verdi. Sadece stok planlamasındaki başarısızlığın nedenini sorabiliriz. Neden kan sattığını sorarsak, bozulmaması ve stokların yenilenmesi için Sağlık Anonim şirketince satıldığını söyleyebilir. Anonim şirketlerini borsada halka açar. İsterse arama- kurtarma-barınma-beslenme hizmetini bile tarifeye bağlar.

Sorumlu arıyorsak, gözümüzü Kızılay’ın ticaret yapmasına ortam hazırlayan siyasi iradeye dikmeliyiz.

Kızılay, uluslararası Kızılhaç-Kızılay Dernekleri Federasyonunun bir üyesi. Üyeler, Federasyonun belirlediği “yardımlarda davranış kurallarına” uymaya söz veriyor. Benzer kurallar, farklı cümlelerle Kızılay Tüzüğünde de yer alıyor. Özetleyelim: Yardımlar, partizanca olmamalı, siyasi nitelik taşımamalıdır…belli bir siyasi ya da dini kuruluşa katkıda bulunmak için kullanılmamalıdır…. Hükümet dış politikasının bir aracı olarak hareket edilmemelidir.

Federasyonun yöneticileri Kızılay’ın böyle işler yaptığını bilse belki de üyelikten atarlar.

****

Maraş merkezli 6 Şubat Depremleri, yüzyılın felaketi olarak anılıyor. Japonya'da 1923 yılında meydana gelen depremde 140 bin kişi ölmüştü. Japonya’da yine şiddetli depremler oluyor. Önlemini aldıkları için çok daha az hasar veriyor, insanları da ölmüyor.

Türkiye’de bilim insanları on yıllardır, deprem gerçeğine dikkat çekmeye çalışıyor. Dahası, resmi raporlarda bile yakın gelecekte yıkıcı depremler beklendiği, yapılaşmaya özen gösterilmezse felaketlere yol açılacağı uyarıları yapılıyor. Bu gerçekler, sözde kalıyor. Bir deprem olduğunda kentler ölüm tarlalarına dönüşüyor.

Her deprem sonrasında müteahhitlerin peşine düşülür. Kimilerinin konut değil, mezar yaptıkları çıkar ortaya. Projeleri onaylayanların, ruhsat verenlerin, denetlemekle görevli olanların peşlerine düşüldüğünü pek işitmeyiz.

Sorumluluk ve hesap sorma denildiğinde aklımıza ilk olarak ve derhal siyasi irade gelmeli. Fay hatları üzerinde, çürük zeminlerde yüksek yoğunluklu İmar, uygulama ve mevzi imar planlarını onlar yapıyor; yapıların denetlenmeyişinde onlar sorumlu; onlar sık sık imar afları çıkarıp, ruhsatsız yapıları özendiriyor.