Şimdilik bu çabalar utangaç bazı adımlardan ve yetkili ağızlardan dökülen yakınmalardan ibaret.

Çin karakterli Bretton Woods? - I

Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin (SBKP) 20. Kongresi ile başlayan Moskova-Pekin kopması aynı zamanda Çin sosyalizminde de yapısal bir dönüşüm başlattı. Bu vakte kadar Mao ve Çin Komünist Partisi (ÇKP) kaynaklar ve kısıtlar elverdiğince bir tür Sovyet sanayileşme modeli uygulamaya çalıştılar. Modele öykününce onun tarımsal ayağını da kopyalamak gibi bir hedef tutturdular ancak bu model Çin tarımında büyük bir çöküşe yol açtı. SBKP’ye karşı başlattıkları mücadeleyle birlikte de Sovyet tarzı merkezileştirici bir kolektivizasyona dayalı tarımsal gelişme patikasını terk ederek Çin türü komünal bir tarımsal modele sıçradılar. Dahası Hruşov döneminde başlayan çatışmayla birlikte Sovyet tarzı sosyalizmin olası tek alternatif olmadığını vurgulayarak “Çin karakterli sosyalizm”e geçtiklerini açıkça beyan ettiler. Hatta önceleri Hruşov’un sağcı de-Stalinizasyon açılımına cepheden karşı çıktılar ancak 1960’ların başından itibaren Stalin dönemi Sovyet ekonomisini de eleştirinin odağına oturttular. Doğrusu Çin karakterli sosyalizm yıllar içinde evrim geçirdi ve Deng ile birlikte “Çin karakterli kapitalizme” dönüştü. Deng ise Kültür Devrimi’nde hamisi Liu Şao Çi ile birlikte derdest edilen önder kadro içindeydi. Mao’nun ölümü ve onun yakın çevresinden oluşan Beşli Çete’nin tasfiye edilmesiyle (ve Hua Guofeng’e karşı iktidar mücadelesini kazanmasıyla birlikte) ÇKP’nin liderliğine yükseldi. Aslında Deng’in kapitalist restorasyonu bir kopuş değil, Sovyet tarzı sanayileşmeden tarım ve hafif sanayi odaklı “Çin karakterli sosyalizme” geçişin doğal sonucuydu. Kapitalist restorasyon “Çin karakterli kapitalizmi” yarattı. Dinamizmi ve şehveti yükselen Çin karakterli kapitalizm şimdi Çin karakterli Bretton Woods istiyor. 

Bretton Woods mu? Adını tarihe yazdıracak meşhur konferans olmasaydı haritada kimsenin yerini bile gösteremeyeceği New Hampshire’da şirin bir tatil kasabası olarak kalacaktı. Çok küçük ve çok şirindi, bir iki tane otelin çevresine kümelenmiş bir tür hafta sonu kaçamağıydı. Ancak 1944 Temmuz’unda kaderi değişti. 1 Temmuz 1944’de Mount Washington Oteli’nde 44 ülkeden 700 küsür temsilci bir araya geldi. Konferans tarihinin seçimi hem sembolik hem de ilginç idi. Sembolik idi, çünkü müttefiklerin Alman direnişini çökerten büyük hamleleri henüz başlamıştı. 6 Haziran’da Amerikan ve İngiliz askerleri Normandiya’ya çıktılar. Ancak daha da önemlisi Kızılordu 22 Haziran’da Bagration operasyonunu başlattı ve merkez ordu grubu Almanların elindeki son Sovyet toprağını da temizledi; ve nihayetinde Polonya, Romanya ve sonrasında Macaristan üzerinden Doğu Avrupa’nın Alman işgalinden temizlenmesine başladı (bir kere daha yineleyelim, askeri ve stratejik açıdan kapitalist batı Normandiya Çıkarması’nın önemini şişirmektedir, Nazizmi Kızılordu yenmiştir). Kısacası müttefikler 1944 Temmuz’unda savaşı kazanacaklarının bilincindeydiler. Artık sorun savaş sonrası dünyanın nasıl kurgulanacağıydı. Bretton Woods galiplerin dünyayı şekillendirme çabalarının doruk noktasıdır. Ancak hangi dünyayı? 

Malum konferansa Sovyetler de kazanan ittifakın üyesi olarak delege gönderdiler. Mikhail Stepanov ketum bir delegeydi. Söz almadı, konuşmadı, itiraz etmedi. Dinlemekle yetindi. Sanki kurgulananın uluslararası kapitalist sistem olduğunu ve bir soğuk savaşın gelmekte olduğunu biliyor gibiydi. Dinledi, sustu; anlaşma metnini Moskova’ya götürdü. Sovyetler Birliği anlaşmaya imza atmadı. Böylece sosyalist ülkelerin Bretton Woods sisteminin dışında kalacağı açıkça ilan edilmiş oldu (buna tek istisna Tito’nun Yugoslavya’sı olacaktı). 

Konferansa 44 ülke katıldı ancak sadece ikisi konuştu; ABD ve İngiltere. Diğerleri (SSCB hariç) sonuç ne olursa katlanacak gibiydiler. Konferansa damgasını iki savaş arası kaotik dönemin acı hafızaları vuracaktı; iki ülke adına konuşan Harry D. White ve John M. Keynes’in konuşmalarından, bu iki vicdanlı liberalin faşizmi iki savaş arası dönemde yaşanan ekonomik ve siyasal çalkantının bir ürünü olarak gördükleri belliydi. Dolayısıyla temel hedef iki savaş arası kapitalizme dönülmesini engelleyecek küresel bir mekanizma yaratmaktı. Bu konuda anlaşıyorlardı; ancak nasıl olacağı konusunda anlaşamıyorlardı. Üstelik bu anlaşmazlık bireysel olmanın çok ama çok ötesindeydi. White ve Keynes konuşurken aslında Amerikan ve İngiliz emperyalizmleri konuşuyordu. 

Önce Keynes. Daha önce yazdık; türü tükenmekte olan rafine bir burjuva iktisatçısıydı. Aydın ve öngörülüydü. Kuşkusuz burjuva iktisat düşüncesinde bir devrim yaratmıştı; ancak burjuvazinin her sosyal düşüncesi gibi iktisadi düşüncesi de bütünüyle karşı-devrimcileşirken onun devrimi rotayı aksi yöne çeviren bir kırılma bile değil, kısa süreli bir nefeslenme yaratmaktan başka bir işe yaramamıştı. Keynes konferansa batmakta olan İngiliz imparatorluğunu, onun kolonyal emperyalizmini kurtarmak için gelmişti. Üstelik patlayacak tartışma konusunda kendisine ve ekibine pek güveniyordu. Arkadaşı, İngiliz siyasetinin gediklisi, o sırada Washington büyükelçisi olan Lord Halifax ona şöyle demişti: “Amerikalılarda para çantaları olabilir; ancak bizde ise akıl ve beyin var”. Keynes de böyle düşünüyordu. Yanılacaktı. Kapitalizmi iyi bir reformcu kadar yüzeysel algılıyordu. Kapitalizm mi? Akılcılaştıramadığı sistemden aklı kovmuştu; akla yer yoktu. Nitekim Keynes planı reddedilecekti. 

Keynes batmakta olan, savaşın ekonomik ve insani olarak tarumar ettiği İngiliz emperyalizmini kurtarmak için geldi Bretton Woods’a. İngiltere gerçekten çökmüş ve güçsüz idi. Savaşın sonunda borçları milli gelirinin 2,5 katına ulaşmıştı ve bu borçların çok büyük bir bölümü ABD’den alınmıştı. Dolayısıyla Keynes alacaklının kapısına giden borçlu idi. Planının reddedileceği açıktı. Onun planı bir tarafıyla fantastik, ve hatta ütopik idi aslında. O neredeyse küresel bir merkez bankası sayılabilecek bir küresel kurum önerecekti. Bu merkez bankası sadece uluslararası işlemelerde kullanılacak küresel bir para yaratacaktı; ulusal paraların kurları ise küresel para cinsinden sabitlenecekti. Böylece Keynes doların kaçınılmaz hegemonyasını engelleyebileceğini düşünmüş olmalıydı. Dahası Keynes kontrollü uluslararası ödemeler sisteminin önceliğinin küresel kredi mekanizmasını beslemek olması gerektiğine inanıyordu. Böylece savaşın yıktığı gelişmiş kapitalistler ile azgelişmiş kapitalistler gelişmek için yeterli finansmana kavuşacaklardı (oysa White ve Amerikalılar kur istikrarını kredi genişlemesinden daha önemli görüyorlardı). Kabaca ana hatları bunlar olan Keynes planı reddedildi.

Keynes ile ilgili bir not düşelim. Keynes hem I. Dünya Savaşı’nı hem de II. Dünya Savaşı’nı bitiren iki önemli konferansa katılan tek kişidir. Gerçi bir şans mıdır, yoksa şanssızlık mı; bilinmez. 

Gelelim diğerine, yani Harry D White’a. Bretton Woods söz konusu olduğunda akla sadece ilk önce değil, her zaman Keynes gelir. White her zaman ihmal edilir. Oysa onun planı savaş sonrası küresel kapitalizmi şekillendirecekti. White ilginç, hem de yüksek derecede ilgiyi hakedecek kadar ilginç bir figürdü. Litvanya kökenli Yahudi bir ailenin Bostonlu çocuğuydu. Babası işçi sınıfının sıradan bir üyesi olmaktan kapitalistliğe terfi eden az sayıda şanslılardan biriydi. Harvard’da eğitim gördü. ABD Hazine bürokrasisine katıldı. Franklin Roosevelt’in en güvendiği adamlardan Henry Morgenthau’nun (Hazine Bakanı) en has adamı oldu. ABD’deki izolasyonistlerin aksine ABD’nin müttefiklerin yanında savaşa girmesi gerektiğini savunan garip bir liberaldi. Dahası ölümünden sonra ortaya çıkan yazılarına göre Avrupa’nın geleneksel kapitalist güçlerini sevmiyor, kendini Sovyetler Birliği’ne yakın hissediyordu. Onun görüşüne göre dünyanın geleceğini ABD ve SSCB birlikte belirlemeliydi; Avrupalılara güvenmiyordu (nitekim onun bu antipatisi Keynes’e karşı tavırlarında kendini ele verecekti). Pek tabi ki komünist değildi. Ancak Roosevelt tarzı, daha doğrusu New Deal (Yeni Anlaşma) tarzı bir liberaldi. Fakat liberalliği onu Soğuk Savaş’ın cadı avına karşı koruyamayacaktı. İlişkide olduğu bazı kimselerden dolayı ölümünden hemen sonra bir Sovyet ajanı olduğu iddia edilecekti. 

White işini bilen, detaycı ve katı bir Hazine bürokratıydı; yani Lord Halifax’ın deyimiyle Amerikan para çantasını canı gibi koruyan ve gözü açık bir bürokrat idi. Keynes’in aklı ve entelektüel derinliği White’ın kategorik ısrarı karşısında yenilecekti. White planı kabul gördü. Breton Woods sistemi hayata geçirildi. Öncelikle 1 ons altın 35 dolara sabitlendi, diğer tüm ulusal paralar ise dolara endekslendi; böylece bir tür sabit kur rejimi ortaya çıktı. Amerikan emperyalizmi tam da bunu istemişti. Savaş bittiğinde küresel meta pazarlarına ve küresel sermaye akımlarına hükmedecek ise, diğer ulusal paraların değerleri onun rekabet gücünü alt edecek şekilde manipüle edilmemeliydi. Ayrıca Bretton Woods’un lanetli ikizleri – Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası – kuruldu. IMF tam da Keynes’in küresel merkez bankasına biçtiği görevi üstlendi; ancak Keynes’in istediği tarzda değil. Her iki kurum da Amerikan Hazine’sine ve Amerikan Merkez Bankası’na göbekten bağlandı. Böylece Amerikan emperyalizminin, askeri ve siyasi egemenliğinin yanında ekonomik egemenliği de garanti altına alınmış oldu. 

Bretton Woods’un ekonomik anlamı iktisat tarihçileri tarafından çok yazıldı. Siyasi anlamı ise daha çapıcıydı. Aslında Bretton Woods bir görev devir teslimiydi. İngiliz emperyalizmi fiilen bıraktığı hegemonik pozisyonu şimdi açıkça Amerikan emperyalizmine bırakıyordu. Küresel paranın dolar olması da bu çerçeve içinde çok anlamlıydı. Küresel para ise ekonomik olmaktan çok siyasi bir kurgudur. Lider emperyalisti işaret eden bir mekanizmadır. Küresel para ekonomik gücün yanında siyasi ve askeri gücü de gerekli kılar. Çin’in son zamanlardaki yeni bir Bretton Woods isteğini bu açıdan da değerlendirmek gerekir. 

Bretton Woods düzeni hakkında son söz; White’ın planı savaş sonrası kapitalizmin yapısını şekillendirdi. Konferansta Keynes kaybetti (aslında İngiliz emperyalizmi ikincil bir rolü kabullendi). Ancak konferans White’ın adına yazılsa da tarih Keynes’in adına yazıldı. White’ın planının ana hatlarının hayata geçirildiği dönem Keynesyen Dönem olarak adlandırıldı. Daha önce de belirtildi; olağanüstü şartlar altında ortaya çıkan olağanüstü bir dönemdi Keynesyen dönem. Kapitalizmin temel eğilimleri açısından bir anomaliydi. Bir anomali olması ise Marksist olmayan batılı sosyalistler ve sosyal demokratlar açısından kötü bir haber anlamına geliyor; bir daha tekrarlanması imkansız bir dönemdi. 

Bretton Woods sistemi iktisat tarihçilerine göre 1971’in 15 Ağustos’unda başkan Nixon televizyon kameraları karşısında doların değerini altına endeksleyen mekanizmayı sonlandırdığını ilan ettiğinde fiilen sona erdi. Ana kuralları itibariyle sistem sona erse de, dolar küresel rezerv para olmaya, IMF ve Dünya Bankası ise Amerikan emperyalizminin koçbaşları olmaya devam ettiler. Şimdi Çin Bretton Woods sisteminden bakiye kalan bu durumu da nihayetlendirmek ister gibi görünerek Çin karakterli Bretton Woods’u hayata geçirmeye çalışıyor. 

Peki bunu yapabilir mi? Kritik soru budur. Bu soruya cevap vermek için önce bu yönde atılan bazı adımları gözden geçirmek gerekiyor. 

Öncelikle doların küresel hakimiyetine karşı Çinli bürokratların rahatsızlıklarını uzunca bir süredir ifade ettikleri açıktır. Örneğin daha 2008 krizinin ateşi sönmemişken Çin merkez bankası başkanı küresel olarak güvenli bir para birimine ihtiyaç duyulduğunu ilan etti. Çin merkez bankasının müteakip başkanları da aynı türden kelamlar etmeye devam ettiler. Ancak söz konusu merkez bankası başkanları da biliyorlardı ki bu türden radikal bir dönüşüm için küresel bir genel kabul gerekliydi. 

Nitekim Çin bu konuda kendisiyle aynı kaygıları paylaşan ülkeler ile birlikte hareket etme eğilimi içinde bir süredir. Örneğin 2009 yılından bu yana yıllık olarak toplanan ve BRICS diye adlandırılan Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’dan oluşan ülkeler grubu 2014 yılının Temmuz ayında Yeni Kalkınma Bankası (New Development Bank, NDB) adıyla yeni bir uluslararası banka kurdular. Bu bankanın belki de Dünya Bankası’na alternatif olacağı düşünüldü. Bu arada bankanın Bretton Woods konferansından tam 60 yıl sonra, hatta onun yıldönümüne yakın bir tarihte kurulması da manidar idi. Bankanın genel merkezi Şangay’da konuşlandırıldı (Dünya Bankası’nın genel merkezi ise Washington DC’de idi değil mi?). Dünya Bankası’nda temel kurullarda kararlar sermayeye katılma göre ağırlıklandırılan oylarla alınır; şaşırtıcı olmayacak bir şekilde en çok ağırlığa sahip ülke ABD’dir. Oysa NDB’de her üye ülkenin sermayeye katılım payı aynıdır; dolayısıyla oylarının ağırlıkları da eşittir. 

Keza BRICS aynı zamanda üyelerinin ulusal paralarının değerini ortak bir şekilde korumak için Koşullu Rezerv Anlaşması (Contingent Reserve Agreement) diye adlandırılan bir mekanizmayı da hayat geçirdi. Bu mekanizma üye ülkelerin kısa süreli ödemeler dengesi ve kur şoku sorunlarını gidermek için kurgulanan bir emniyet rezerv havuzudur. Kuşkusuz bu mekanizmayı da IMF’ye rakip olsun diye kurguladılar (Çin karakterli Bretton Woods’a inananlar öyle diyor). 

Daha da önemlisi Çin daha yenilerde küresel olarak dolaşan ve merkezi olmayan kontrolsüz e-paraya karşılık olarak kendi e-parasını e-CYN’yi yarattı. Dahası şimdilik hacmi 20 milyar dolar civarında olan bu para birimini altına endeksledi. Yuan’ı da uzun vadede altına endeksleyerek onun güvenilirliğini arttırma yoluna gideceğini açıkladı. Bu sebepten 2018’den beri rezerv altın stokunu arttırmak için sürekli altın alımı yapıyor. Bir tahmine göre pandemiden önce ayda 75 ton altın çekiyordu küresel piyasalardan. Şimdilerde resmi olarak 2 bin tona yakın altın rezervi var (karşılaştırma olsun diye verelim, ABD’nin altın stoku 10 bin ton civarında). Kendisiyle ticaret yapan ve Amerikan emperyalizminden rahatsız diğer bazı ülkelerle ticareti ulusal paraları veya ağırlıklı olarak Yuan üzerinden yapmaya çalışıyor.  

Şimdilik bu çabalar utangaç bazı adımlardan ve yetkili ağızlardan dökülen yakınmalardan ibaret. Haftaya devam edeceğiz…..