Erivan Radyosu’nun Kürtçe’nin yaşamasında ne kadar önemli bir rol üstlendiğini kimse inkâr edemez. Şimdi, İrlanda adasında ve çevresinde hâlâ kimliğini bulmaya çalışan ulusların sancısını çekiyoruz. Anadilini dahi konuşmaktan mahrum bırakılmış bu insanların gerçek kurtarıcısının Avrupa Birliği olmadığını çok iyi biliyoruz.

Brexit krizi büyüyor, İngiltere parçalanıyor / Bölüm II: Dilsiz bırakılan halklar ve AB’nin Britanya Kuşatması

İrlanda Keltçesi ve yakın akrabası olan İskoçya Keltçesi hâlâ mevcudiyetlerini korumaktadır. İrlanda’da, İrlandaca bütün okullarda öğretilmektedir; bütün resmi belgeler ise hem İrlandaca hem de İngilizce nüshalara sahiptir. Bugün yaklaşık 250.000 kişi, Kuzeybatı Fransa’daki Kelt dili olan Bretonca’yı konuşabilmektedir. Doğrudan eski Britonların dilinden gelen Galce’yi ise bugün 600.000’den fazla kişi konuşmaktadır. Haber kanalı BBC’nin Galce yayın yapan televizyon ve radyo kanalları mevcuttur. Farklı Kelt dillerinde şarkı söyleyen birçok şarkıcı ve bu dillerde yazan birçok şair vardır. Galce, İrlandaca, Manx ve İskoçya Galcesi sürümleri olan Wikipedia dahil olmak üzere Kelt dillerinde yazılan birçok internet sitesi de yayındadır.1

Bilim ve Gelecek dergisinde Keltlerle ilgili olarak yayımlanan çevirinin özellikle bu bölümü çok dikkatimi çekti. Bir önceki yazımda, adadaki ulusların İngiliz milliyetçiliği potasında eritilemediğine değinmiştim. Evet, bu başarılamadı ancak İskoç, Gal ve İrlanda uluslarında kapanamayacak kültürel boşluklar ve dilsizleşme süreci başladı. Bu halkların anadilleri sokaktan ve yaşamdan çekilirken kültürel olarak adım adım kültür endüstrisinin tahakkümü altına girdiler. Yeme biçimleri, müzikleri, kıyafetleri her şeyiyle bu kültürün potasında eritildiler. Özgün dillere ilişkin internet ortamındaki veriler çok tartışmalı ve güvenilir görünmüyor. BBC’nin Galce ya da İrlanda devlet televizyonunun İrlandaca (Gaelic) yayınlar yapıyor olmasının gerçek yaşamda herhangi bir karşılığı yok. Örneklendirmem sert görünebilir ancak bu yayınlar Türkiye’de Kürtçe yayın yapan TRT6’yı çok andırıyor. Bu yüzden derginin yayımladığı çevirinin bu bölümde abartılı değerlendirmeler olduğunu ve bu noktalara şüpheyle yaklaşmamız gerektiğini düşünüyorum.

Dublin’de İrlandalı arkadaşımın evinde ilginç bir tartışmaya şahitlik ediyorum. Farklı iş kollarından İrlandalılar (Avukat, Teknik Ressam, Öğretmen vb.) birbirlerine İrlandaca konuşup konuşmadıklarını soruyordu. Benden yaşça büyük bu insanların hiçbiri İrlandaca bilmiyordu. Arkadaşım Frank, bana döndü ve gördüğün gibi bağımsızlığımız yarım ve tamamlanmış bir bağımsızlık dedi. Sokaklarda, toplu taşımada çift dil kullanılıyor olmasının bir anlamı kalmamış gibi görünüyor. Karşılaştığım yaşlı İrlandalıların da anadillerini bilmedikleri gerçeğiyle defalarca yüzleştim. İrlanda devletinin dilin öğrenilmesine sunduğu katkılar sınırlı. Bu dili ancak İrlandacaya özel ilgi duyan gençler öğrenebiliyor. Öte yandan pragmatik dünya koşullarında İrlandaca öğrenmek pek akıllıca görünmüyor. Rakamlara göre ülkede %60 İngilizce %40 Gaelic (İrlandaca) konuşuluyor. Diyalog halinde olduğum İrlandalılar bu oranların doğru olmadığını düşünüyor. Ülkenin belirli bölgelerinde bu dilin konuşulduğu söyleniyor. Cork, Tullamore ve Dublin bölgelerinde bu dilin konuşulduğuna henüz tam olarak şahit olamadım. Publarda, sokaklarda kısacası gündelik yaşamın tüm toplumsal organizasyonlarında İngilizce hâkim. Arkadaşım Frank’ın dediği gibi sahada kazanılmış gibi görünen savaş, kültürel alanda kaybedilmişe benziyor.

Şu an yaşadığım Tullamore’da üniversite eğitimini İskoçya’da tamamlayan ve eşi de İskoç olan yakın arkadaşım Protestan kilisesi papazı William Hayes’e bu konuyu soruyorum. William, İskoçya’daki Glasgow Üniversitesi’nde sosyodilbilim okumuş2. Günümüzdeki tartışmaların kaynağını, esasında tüm bu problemler oluşturduğundan kültürel üstünlük ve sömürgeci politikalara yoğunlaşıyoruz. AB’nin İngiltere üzerindeki basıncı, İskoçya’nın bağımsızlık referandumu resti ve Kuzey İrlanda’ya yapılması düşünülen sınıra (Hard Border/İngilizler sınırı bu şekilde tanımlıyor) dair yapılan tüm tartışmaların özü buralara dayanıyor. Mamafih, kültürel olarak özgün yapılara sahip olamayan ulusların kendi içlerinde derin kırılmalar yaşadıkları ve güçlü olan ulusun karşısında her zaman daha zayıf olduklarını hatırlamak gerekir. William bana anadil sorununu şu şekilde açıklıyor: 

Öncelikle şunu belirtmek isterim; İskoç Galcesi bir Germen dili. Yine İrlandaca’nın kardeş dili olan Keltçe de bu dil ailesine mensup. Bu diller İskoçya’nın anadilleri. Yani 2 tane anadilimiz var. Özellikle yaylalarda ve kırsal kesimde bu dili konuşan 70.000 kişi var. Bu sayının daha da arttığı söyleniyor. Bugün, ada uluslarının yaşadığı dil ve kültür krizinin sınıfsal boyutları da var. Ticari ilişkilerin ve üretime bağlı sömürü ilişkilerinin İngilizcenin üstün gelmesinde önemli bir etken olduğunu söyleyebilirim. İrlanda özeline gelecek olursak durum daha da ilginç. Teknik olarak 1922’den beri bağımsız bir devlet var diyelim. Bu devletin o tarihten bu yana insanların anadilini öğretme ve geliştirmedeki çabaları yetersiz. Elbette ki tarih boyu İngilizlerin yaptığı eylemler sorgulanacak ve eleştirilmeye devam edecek. Ancak meselenin esas gözden kaçırılan noktası İrlanda Cumhuriyeti. İngilizler sonsuza dek suçlanacaklar ama hikâyenin tamamı bu değil.

Hikâyeyi tamamlayacak olursak, İrlanda devleti sınıfsal bağları nedeniyle İngilizceyi tercih etmiş gibi görünüyor. Kendisine bu kadar yakın ve her an yeniden işgal edecek konumda olan emperyalist bir güçle ticaret yapabilmek ve bağlarını sürdürebilmek için İrlanda’nın yönetici sınıfı İngilizceye ihtiyaç duydu. William, esasında görmezden gelinen bu noktaya işaret ediyordu. Gerçekten de bağımsızlıktan bu yana güçlü bir eğitim seferberliği yapılmış olsaydı İrlandaca bugün gündelik yaşamda varlığını sürdürebilirdi. Kişisel görüşüm bu dillerin artık can çekiştiği yönünde. Ve acı olan böyle giderse bu diller yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Adadaki İngiliz dili etkisini sadece metinler ya da konuşmalar üzerinden değerlendirmemeliyiz. Yaşamın tüm hücrelerine hücum eden bir etki bu. Bu yüzden geçmişte kaleme aldığım yazıda Türkiye’de yaşayan insanların özgün bir dile sahip oldukları için şanslı olduklarını belirtmiştim. Cumhuriyet’in ve bağımsızlığın bizi onurlu bir toplum yapma noktasındaki önemli ve başarılı bir adımdır. Kendi dilimizde bilimsel makaleler üretmek, şiir yazabilme ya da roman yazabilme ayrıcalığına sahibiz. Ülkenin dışına çıktığınızda çeşitli uluslardan insanlarla karşılaştığınızda bu ayrıcalığın önemini hissediyorsunuz. Emperyalist dünya düzeninde gerçek manada anadillerini koruyan ulusların insanlık adına güçlü bir mücadele verdiklerini rahatlıkla söyleyebiliriz. Gelelim adada bugün yaşananlara…

Adada böylesine karmaşık sorunlar varken, bugün yüzlerce çözüm önerileri sunuluyor. Ortalık toz duman ve siyasiler yine üst perdeden yalanlar atmaya devam ediyor. Örneğin: İngiltere İşçi Partisi’nin lideri Keir Starmer, çözüm için Amerikan modelini yani federasyonu öneriyor. Oldukça ilginç bir açıklama. Bu çözümü İskoçların ve İrlandalıların nasıl kabul edeceği, her şeyden önce İngiltere’yi yönetenlerin böyle bir çözüm için hazır olup olmadıkları meçhul. Starmer, en az Boris Johnson kadar vasat bir karakter; söylediklerinde ne kadar ciddi olduğu tartışılır. Brexit yani AB’den çıkış sürecinin İngiltere genel seçimlerinden sonra kesinleşmesiyle birlikte, sıkıntıların sadece ticaret üzerine olmadığı görüldü. AB açısından adadaki en büyük güçlerden biri İrlanda Cumhuriyeti. Ve İrlanda Cumhuriyeti, İngiltere’nin İskoçya ile olan sorununa her fırsatta AB’nin refleksleri doğrultusunda müdahil olmaya çalışıyor. İskoçya’daki yönetim ise İngiltere’nin AB’den çıkışından rahatsız. İskoç Ulusal Partisi (SNP) lideri Başbakan Nicola Sturgeon, yaklaşan seçimlerde bağımsızlık için yeniden referandum talep edecekleri vaadinde bulundu. İskoç ve İrlandalı yetkililer bu açıklamaları AB’nin desteği ve etkisiyle yapıyorlar. Nitekim Boris Johnson, ülkeyi AB’ye böldürmeyecekleri yönünde garip açıklamalar yapmaya devam ediyor. Zaten yıllardır farklı uluslardan oluşan bölünmüş bu adanın ve burada var olan ulusların bir türlü İngilizler tarafından kabullenilemediğine şahit oluyoruz. Johnson, referandum talebini geri çevireceğini söylese de anket sonuçları verilen bu tepkinin tersine bir etki yarattığını gösteriyor. Bu yüzden Johnson referandum talebi gelirse bunu sürüncemeye bırakmadan derhal yerine getirecektir. 

İskoçya bağımsız olursa AB’ye üyelik süreci başlayacak. AB, adadaki tarihi sorunları fırsata çevirmeye ve İngiltere’ye çıkışın bedelini ödetmeye çalışıyor. Bu noktada İrlanda’nın ve İskoçya’nın yönetici sınıflarını ciddi ölçüde cesaretlendiriyor. Siyasi gelişmelerin böylesine hızlı bir biçimde ivme kazanması İngiltere’yi telaşlandırmış görünüyor. Bu telaş öyle bir boyuta ulaştı ki İngiliz milliyetçilerinin açıklamaları muadillerine parmak ısırtır boyutta. Açıklamalarında İskoçların aslında bir ulus olmadığı ve sadece komik aksanla konuşan farklı insanlar olduğu söyleniyor.3 Öte yandan Westminster’dan BBC’nin canlı yayınlarına katılan uzmanlar, Kuzey İrlanda meselesinden oldukça tedirginler. Hayırlı Cuma anlaşmasının (10 Nisan 1998) geçersiz kılınmasından, yeniden dikenli tellerin ve sınırların yükselmesine kadar gerçekten tehlikeli açıklamalar yapılmaya devam ediyor. IRA’nın terör organizasyonu olarak hâlâ Belfast’ta faaliyet yürüttüğü, İngiltere’nin buna müsaade etmeyeceği ve canlı yayına katılan şahsın söylediklerine göre Birleşik Krallığın bölünmez bir bütün olduğu iddia ediliyor. Anlaşılan o ki adadaki bu restleşmeler, emekçi insanların hayatını tehlikeye atabilir. İngilizler, Kuzey İrlanda’ya sınır inşa etme tehdidinde bulunuyor. İrlanda halkının böyle bir sınırı kabul etmesi mümkün değil. Bu sınır, adayı öyle bir bölüyor ki insanlar kardeşleriyle görüşemez duruma gelir. İngiliz milliyetçilerinin kafasına göre çözüm Kuzey İrlanda’ya İngiliz komandolarının indirilmesinden geçiyor. İrlanda Başbakanı (Taoiseach) Micheál Martin’e göre böyle bir sınır asla olmayacak. Gerekçesi çok basit, çünkü arkalarında AB var.4 Düzen siyasetinin tüm bu figürlerinin adadaki sorunları, bizim bu yazıdaki kadar bile derinlemesine değerlendiremediklerine ve bu akıldan yoksun olduklarına şahit oluyoruz.

Çözümsüz görünen ve çatışmalara gebe olan bu sorunların sağlam bir çözümü var. Adada işçi sınıfının iktidarı elde etmesi ve bir sosyalist cumhuriyetler birliğinin oluşturulması. Bize dayatılan batı merkezli tarih okumasını "onlara göre" tersine çevirmeye çalışalım. Sovyetler Birliği’nin diktatörlüğü altında inim inim inleyen halklar, bugün Sovyetler Birliği’nin olmadığı bir dünyada kendi dilleri ve kendi kültürleriyle var olabiliyorlar. Peki, demokrasinin beşiği olan İngiltere’de İskoç ve İrlandalılar kendi kimlikleriyle var olabilmişler mi? Çarlık Rusya’sı devrimle yıkılmasaydı, Gürcülerin gerçekten bugün konuşabilecekleri bir dili olacak mıydı? Tüm bu soruları kendimize yöneltmek zorundayız. Gerçeklere odaklandığımızda adada yaşayan İskoç ve İrlandalı emekçilerin söyledikleri bize oldukça farklı bir şey anlatıyor. Peki, Komünistlerin iktidarında Romanya’da yaşayan Alman azınlıklar ne durumdaydı? “Yani komünist Romanya'da Germen azınlığın kendi okulları, kendi öğretmenleri, Almanca dergi ve gazeteleri, hatta 15 yaşına kadar Romence öğrenmeden lise eğitimi alıp gündelik yaşama dahil olabilecekleri kurumları mevcut… Yani komünistler Germen ve Sakson azınlığa önce her türlü haklarını veriyor…5

Bugün, AB’nin etkisiyle İngilizlerle çatışıyormuş gibi görünen taraflar bir gün içerisinde ulusal onurlarını yırtıp atabilirler. Önümüzde kocaman bir sosyalist deneyim var. Bu deneyimin yıkıldığı, başarısız olduğu sürekli yinelendiğinde deneyimin olumlu yanlarını göremez oluyoruz. Örneğin: Erivan Radyosu’nun Kürtçe’nin yaşamasında ne kadar önemli bir rol üstlendiğini kimse inkâr edemez. Şimdi, İrlanda adasında ve çevresinde hâlâ kimliğini bulmaya çalışan ulusların sancısını çekiyoruz. Anadilini dahi konuşmaktan mahrum bırakılmış bu insanların gerçek kurtarıcısının Avrupa Birliği olmadığını çok iyi biliyoruz.