'Hak bir davada değil, davalarda değil siyasal ve toplumsal yaşamda, eğitimde, sağlıkta, fabrikalarda, işyerlerinde defalarca ihlal ediliyor. Anayasa bir kere değil defalarca ihlal ediliyor. Emekçiler bir kere değil defalarca, seri ve organize hak gaspına uğruyor.'

Adaletsizliğin sitemi olarak yargı sistemi

Siyaset kavgası dava kavgasına, dava kavgası da yereliyle ve yükseğiyle mahkemeler arası kavgaya dönüştü; bir yandan da polemik şeytanlığı sürüyor. Bu tartışma ilk değil, düzen sürdükçe de son olmayacak. 

Baştan söyleyelim. Kapitalist devletlerde yargı adalet sağlamıyor: bir, burjuva hukuku uyguluyor; iki, egemen sınıf olan sermaye lehine paylaşım yapıyor; üç, sermaye adına emekçi halk üzerinde denetim yapıyor. Adına denetim yaptığı bir başka kurum ise siyasi iktidar, siyasi iktidar adına muhalefeti ve eleştiricileri denetliyor. 

Adalet dağıtılmaz, yaşanır. Yaşamak için de adaleti bozanların, adaletsizliği ve eşitsizliği mutlak görenlerin, tabii ki adaletsizliğin olmazsa olmaz olarak sürdürülmesinin esası olarak kapitalist düzenin ve sömürücülerin ortadan kaldırılması gerekiyor. 

Hep vurguluyoruz, yargı da sınıfsal…

Boyun Eğme Dergisinin geçen haftaki sayısında (9.10.2020, Sayı 234) “adaletsizliğin sistemi olarak seçim sistemi”ni işlemiştik. Özne “adaletsiz düzen” ve seçim sistemi gibi yargı da adaletsiz düzenin sistemi olarak örgütlenip görev ve yetki üstleniyor. 

Enis Berberoğlu konusu gündeme geldiğinden bu yana soruşturma, kovuşturma, dava, karar, milletvekilliğinin düşmesi olmak üzere tüm aşamalarda asıl ve gerçekçi mücadelenin siyaset olması gerektiğini ısrarla vurgularken anlatmak istediğimiz bunlardı. 

Aslında yalnızca yargıda değil, adaletsiz düzenin sistem kovanına çomak sokulan her olayda bunlar yaşanmıyor mu?

Hak ihlali konusuna, buradaki yargı ve tartışma saçmalıklarına geçmeden önce bu konudaki temel sorunun iddianamenin ve davanın dayandırıldığı olay/olaylar olduğunun bir kez değil defalarca anlatılması, tartışılması gerekmiyor mu? Davanın konusu doğru da dava, hüküm ve milletvekilliğinin düşmesinde hak ihlali mi eğri?

Adı bağımsız olan, kuvvetler ayrılığı ilkesinin en önemli ayağı olarak gösterilen yargının özünde kapitalist düzene ve onun hukukuna göbekten bağlılık var. 

Türkiye’deki tartışma bu özün normalinden bile uzaklaşarak zaafları ve anormallikleri artan yargı üzerine yığılıyor. Hukuk bitti, yargı verelim…

Tabii ki evrensel hukuk ve yargı için mücadele verilecek, mahkemelerde hak aranmaya devam edilecek. Örneğin 13 Ekim tarihli Muğla 3. İdare Mahkemesi kararı bu mücadelelerden biri. Muğla Barosu Başkanlığının açtığı davada, Muğla İli Hıfzıssıhha Kurulunun genel kurul, toplantı ve etkinliklerin ertelenmesine ilişkin kararının “kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve üst kuruluşlarına ilişkin” kısmının dava sonuna kadar yürütmesinin durdurulmasına karar verildi. Hem de YSK’ye rağmen.

Ama olumlu kararlarda duraklama yapan ve yargı kargaşasında normale dönmeyi isteyenlerin enerjisinin hangi normale gelip dayanacağını, normal denilenin ne olduğunu bilmelerinde yarar var ki somut durumun somut analizi yapılabilsin. 

Berberoğlu kararında mahkemelerce yaratılan katmerli hak ihlali önemli de davanın özü önemli değil mi? Hak ihlali konusunda özetin özeti şu: Yerel mahkeme hak ihlali yapmıştır. Anayasa Mahkemesi denetimini yaparak hak ihlalini saptamış ve yerel mahkemeye, hak ihlalini gidermek üzere yeniden yargıla demiştir. Yerel mahkeme, “yerindelik denetimi yapan kararın yerinde değil” diyerek kendi üzerindeki denetim organını denetleyen bir kararla AYM’ye adeta meydan okumuştur. 

Hak, bir davada defalarca ihlal edilmiştir.

Yerel mahkemenin meydan okuması yalnızca AYM’ye değil elbette. Düzenin ve iktidarın adına, düzen içinde uzlaşmacı ve uyumlu bir siyasete de meydan okuyor. 

AYM’yi İçişleri Bakanı karşısında; olur mu hiç iktidar karşısında; olur mu hiç düzen istikrarı karşısında hizaya getirmek değil mesele yalnızca. 

AYM bir iki kararla temize mi çıktı? Hayır. Ama kısmi de olsa gölge etmemeli. Değil AYM, ne yargı gölge etmeli, ne parlamento, ne muhalifler, ne dernekler ve meslek odaları, ne de emekçi halk… Kimse gölge etmemeli düzene. 
Hak mı? Hak yalnızca sermaye için, iktidar için, yandaşlar için, tarikat ve cemaatler için var. Dışarda kalanların hakkı itaat hakkıdır, kul hakkıdır. Sömürüye destek için sömürülme hakkıdır.

Düşünce, siyaset, hukuksallık, eleştiri hakkı, meslek görev ve sorumluluğu, yurttaş görev ve sorumluluğu, toplumsal sorumluluk gibi bütünsel ve kamusal hedeflerle gerçekleri aradığı için yargılananlar, tutuklananlar, hüküm giyenler ne olacak?

Yargının tahkim, arabuluculuk, OHAL Komisyonu gibi şartlı/şartsız ara kurumlarla atlatılmasına bir de Külliyedeki hukukçu kadrolaşmalar ekleniyor. Müdahale, yönlendirme, baskı ne gerekiyorsa yapılacak bundan sonra. 

Toplumsal, siyasal ve ekonomik çürüme artarken, gericilik palazlanırken, yargının örgütlenme ve bağımlılık kargaşasından yararlanıp ışık polemiğine kadar düşen kısır tartışmalarla güneşin sıvanacağını sanıyorlar. 

Hak bir davada değil, davalarda değil siyasal ve toplumsal yaşamda, eğitimde, sağlıkta, fabrikalarda, işyerlerinde defalarca ihlal ediliyor. Anayasa bir kere değil defalarca ihlal ediliyor. Emekçiler bir kere değil defalarca, seri ve organize hak gaspına uğruyor.  

Sömürü katlana katlana sürüyor.  

Işıklar yanıyormuş, geçiniz… 

“Akın var 

   güneşe akın! 

Güneşi zaaaaptedeceğiz  

  güneşin zaptı yakın!”

***

15 Ekim yazarımız, öğretmenimiz Sevgili Tevfik Çavdar’ın aramızdan ayrılışının yıldönümü. Yaşasaydı ne gerçekçi analizler yapardı Türkiye için… Bize de analiz yolları açardı. Kaybettiğimiz gün (15.10.2012) yayımlanan “Cinayeti görmek” başlıklı son yazısında; “Tepkisiz, düşünmeden boyun eğen, hiçbir haberi (kendisiyle ilgili olsa bile irdelemeyen) mütevekkil bir tavırla ‘bu da geçer’ umuduyla kendini avutan bir halkımız var” diyordu. O halkımız içinde örgütlü mücadeleye katılanlar hızla çoğalıyor Sevgili Tevfik Ağabeyciğim. Gözünüz arkada kalmasın. Özlüyor ve saygıyla anıyoruz.