'Zindaşti olayı devletteki çürümeyi gösteriyor'

Gazeteci-Yazar Timur Soykan'la Türkiye'nin gündemini yeniden meşgul eden Zindaşti olayını konuştuk. Soykan'a göre bu olay devletteki çürümenin boyutlarını gösteriyor.

Volkan Algan

"Bir cinayet işlendiğinde yeraltı dünyasında olasılıklar çok fazla oluyor. Tüm aktörlerin cinayet işleme potansiyeli, bunu kolayca yapabilecek para ve bağlantıları var. Ortada çok fazla para bulunuyor ve kimse kimseye güvenmiyor, eller hep tetikte. Yaşamak için çok zeki ve dikkatli olmak zorundalar. Aynı isimler farklı olaylarda kesişiyor. Bu nedenlerle biri öldürüldüğünde tek şüpheli olmuyor. Üstelik profesyoneller. Çoğu zaman tetikçiler yakalanmıyor. Sadece şifreli telefonlar kullanıyorlar. Tüm bunlara rüşvet alan devlet görevlilerinin soruşturmaları manipüle ettiği ihtimalini de ekleyin. Gerçeğe ulaşmak çok zor oluyor."

***

Hem tecrübeli bir gazeteci, hem de polisiye kitaplar yazarı. Belli aralıklarla Türkiye'nin gündemini meşgul eden Zindaşti olayını da yakından takip eden bir isim. Timur Soykan'la Zindaşti dosyasını konuştuk. Zindaşti'yle ilgili iddianame nihayet hazırlandı ve müebbet hapsi istendi. Ancak artık çok geç, skandal bir kararla tahliye edilmişti, şimdi yurtdışında ve kaçak...

"Zindaşti ve dosyasını neden bu kadar yakından takip ediyorsunuz?" sorumuza "Böylesi büyük iddiaların olduğu bir dosya her gazetecinin ilgisini çeker." diyor ve bu olayı "Yeni Susurluk" olarak tarif ediyor. 

Soykan'a göre Zindaşti olayı devletteki çürümenin boyutlarını göstermesi açısından çok kritik; olayın aktörleri de "Kirli polisler, kirli yargı mensupları, kirli bürokratlar..." AKP'li yıllarda devletin yaşadığı dönüşüm Soykan'ın kitaplarına da konu olmuştu. Timur Soykan imzalı Zavallı ve Liste kitapları politik-polisiye türünün Türkiye'deki iyi örneklerinden. Soykan söyleşimizde Baronlar Savaşı'nın kitabını yazdığı müjdesini de verdi.

Polisiye kitaplar da yazan bir gazeteci olarak bu konunun ilginizi çekmesi şaşırtıcı değil. Ama yine de sizden dinlemek isteriz, kimdir bu Zindaşti ve dosyasını neden bu kadar yakından takip ediyorsunuz?

Naji Sharifi Zindaşti, Türkiye Yüksekova sınırındaki İran’ın Urmiye kentinde 1973 yılında doğuyor. Bu bölgede etkili olan Kürt, Zindaşti aşiretinin mensubu. O iki yaşındayken dedesi, babası, amcası idam ediliyor. Bir iddiaya göre; Kürt kimlikleri nedeniyle. Zindaşti’nin genç yaşta uyuşturucu ticaretine başladığı iddia ediliyor. 1994’te henüz 21 yaşındayken arkadaşları Hacı Parviz ve Esfandiar Gigi ile uyuşturucu ticareti suçundan İran’da yakalanıyorlar ve idam cezasına çarptırılıyorlar. Tahran’daki Evin Cezaevi’nden firar ediyorlar. Bir iddiaya göre; bu sırada bir Devrim Muhafızı’nı öldürüyorlar. 

Türkiye’ye geçtikten sonra Zindaşti ve Hacı Parviz’in uyuşturucu ticaretini buradan yönettiği iddia ediliyor. Esfandiar Gigi ise Pakistan’a geçerek eroinin kaynağına yöneliyor. 1994’ten beri uyuşturucu ticareti ile bağlantılı suçlara karışıyor ve İran’da ölen bir akrabasının kimliği ile bu işleri çeviriyor. Diğer iki İranlı baronla birlikte büyük güçe ulaşıyorlar. 2007’de İstanbul’da yakalanan eroin nedeniyle tutuklanıyor Zindaşti. Onun iddiasına göre; bu uyuşturucuyu ihbar etmesine karşın hakkında bilgi verdiği Cemal Nayır’dan rüşvet alan jandarmalar onu hedef yapıyor. Cezaevindeyken ABD’nin uyuşturucu ile mücadele birimi DEA ajanlarının onunla görüştüğünü biliyoruz. 

Ayrıca Ergenekon davasında gizli tanık Terazi olarak ifade verdiği ve bu sayede cezaevinden çıktığı iddia ediliyor. Zindaşti bunu hiçbir zaman kabul etmedi. Gizli tanık olmadığını savunuyor, Zekeriya Öz ile sadece 5 dakika görüştüğünü söylüyor. Ancak 2007’de yakalanan uyuşturucuyla ilgili davada sadece 3 yıl hapiste kaldıktan sonra tahliye ediliyor. Etkin pişmanlık hükümlerinden faydalandırılıyor. Bu nedenlerle hakkında FETÖ suçlamaları da var. 

Yunanistan’da Haziran 2014’te yakalanan 2.1 ton uyuşturucuda onun, İranlı diğer baronların ve Türk uyuşturucu baronu olduğu iddia edilen Orhan Ünğan’ın payı olduğu iddia ediliyor. Bu uyuşturucu yakalandıktan sonra diğer isimler onu ‘malı’ ihbar etmekle suçluyor. 

26 Eylül 2014’te İstanbul Büyükçekmece’de iki tetikçi onun lüks cipini tarıyor. Hedefleri Zindaşti ancak araçtaki kızı ve şoförü ölüyor. Zindaşti saldırıyı Orhan Ünğan ve Hacı Parviz’ın (Türk vatandaşı olduktan sonra Çetin Koç adını alıyor) yaptırdığını öne sürüyor. 

Bundan sonra başlayan baronlar savaşında Çetin Koç, onu öldüren iki Kanadalı tetikçi, Çetin Koç’un kardeşi, Orhan Ünğan’ın avukatı Kudbedin Kaya, Orhan Ünğan’ın kardeşi İlhan Ünğan’ın arasında olduğu çok sayıda kişi öldürülüyor. 

Zindaşti 6 Nisan 2018’de tutuklanıyor. Ancak 6 ay sonra büyük bir skandal olan kararla tahliye ediliyor. Cumhurbaşkanlığı Politikalar Kurulu üyesi Burhan Kuzu’nun hakime baskı yaptığına dair ifadeler var. Ayrıca hakimin 3.5 milyon dolar rüşvet aldığı iddia ediliyor. 

Tahliye olduktan sonra yurt dışına kaçan Zindaşti’nin yeri uzun zamandır bilinmiyordu. Ancak annesinin Urmiye’deki cenazesinde ortaya çıktı. Yani İran’da yaşıyor.  

Böylesi büyük iddiaların olduğu bir dosya her gazetecinin ilgisini çeker. Üstelik baronlar savaşırken ortaya pek çok bilgi saçıldı. Ben de hem yeraltı dünyası hem de devletle bağlantıları hakkında bilgileri öğrenmeye, yazmaya çalışıyorum. 

Bu dosyada Türkiye’nin yakın tarihini gördüğümüzü söyleyebilir miyiz; çeteler, baronlar, siyasetçiler, bürokratlar, cinayetler, uluslararası bağlantılar ve arka planda ülke tarihinin yaşadığı en kritik dönüşümlerden biri, AKP’li yıllar ve saldırı altında bir cumhuriyet… Hepsi bir arada sanki? Siz de “yeni Susurluk” ifadesini kullanmıştınız…

Bu sadece AKP dönemi ile sınırlandırılabilecek bir sorun değil. Türkiye uzun yıllardır önemli bir uyuşturucu güzergahı ve uyuşturucunun kiri pek çok kuruma çok eskiden beri bulaşıyor. Ancak söz konusu baronlar savaşı bu kirliliğin inanılmaz boyutlara geldiğini ortaya koyuyor. Eskiden baronlar, rüşvet vererek haklarındaki soruşturmaları engellemeye çalışırdı. Artık hasımları hakkında soruşturmaları bizzat yaptırdıkları iddia ediliyor. Yani rüşvet verdikleri polislerin onların istekleri doğrultusunda, düşmanlarını yok edecek dosyalar hazırladığı iddiaları var. Hatta bu; baronlar savaşında sadece bir tarafın kullandığı yol değildi. Zindaşti hakkındaki iddianameye baktığınızda taraflar sürekli birbirlerini polisleri satın alıp kumpas kurmakla suçluyor. 

Çok çok vahim gerçekler var. Polisler, emniyetin kapalı sorgu sistemlerinden cinayetler için bilgiler temin edip baronlara veriyor. Yani öldürülecek kişinin cep telefonu baz sinyal bilgilerinden nerede olduğunu belirleyip bunu baronlara satıyorlar. Ayrıca plaka tanıma sistemleri, ülkeden çıkış giriş kayıtlarını veriyorlar. 

Bir hakimin milyonlarca dolar rüşvet aldığı iddia ediliyor. Bir savcı bir başka savcıya yine milyonlarca dolarlık rüşvet teklif ediyor. 

Uyuşturucu baronu olduğu iddia edilen Zindaşti’nin tahliyesini Cumhurbaşkanlığı Sarayı’ndan hakimleri arayan ve çok uğraşan Burhan Kuzu sağlıyor. 

Uyuşturucu baronu olduğu iddia edilen İlhan Ünğan, iki müebbet hapis istemiyle yargılanırken, hakkında yakalama kararları varken İstanbul’un en işlek noktası olan Bağdat Caddesi’nde öldürülüyor. Üstelik çok rahat şekilde yurt dışına seyahatler yaptığı bile ortaya çıkıyor. İlhan Ünğan’ın öldürülmesinden önce gittiği adresler tek tek savcılığa bildiriliyor ama yakalanmıyor. Telefonunda kendisine çalışan polislerle mesajlaşmaları bulunuyor. 

O kadar çok olay var ki anlatmak sayfalar sürer. Kirli polisler, kirli yargı mensupları, kirli bürokratlar... Bu yeni bir Susurluk Skandalı değilse ne denir? Bu olaylar serisi devletteki çürümeyi bütün çıplaklığı ile ortaya koyuyor. 

Türkiye’nin çok konuştuğu bir diğer İran’lı da Rıza Sarraf’tı. İkisi de devletin üst makamlarına uzanan ilişkilere, rüşvet ağlarına sahip. Rıza Sarraf’ın AKP’lilerle rüşvet ilişkisini Cemaatin Savcısı Zekeriye Öz soruşturuyordu. İktidar bu süreci kumpas kabul ediyor. Ancak aynı Zekeriya Öz Ergenekon-Balyoz operasyonları sürecinde Zindaşti’ye “gizli tanıklık” yaptırarak Cemaat’in istemediği İstanbul 13. ve 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin başkanları Erkan Canak ve Zafer Başkurt’u uyuşturucu ticaretiyle ilişkilendirerek görevden alınmasını sağladı. Bu tanıklık Zindaşti için bir dönüm noktası oldu diyebilir miyiz?  

Yukarıda belirttiğim gibi hiçbir zaman gizli tanıklık yapmadığını söylüyor. Ancak o zaman kullandığı sahte kimlikle, hakimler Erkan Canak ve Zafer Başkurt’un uyuşturucu davalarında rüşvet aldığı yönünde ifade veriyor. Balyoz Davası’nın başlamasından bir gün önce bu davaya bakacak mahkemenin başkanı Zafer Başkurt başka bir yere atanıyor. Yerine ise Fetullahçıların kritik yargılamalarında hakim olan Ömer Diken atanıyor ve Ergenekon Davası sürecinde Fetullahçıların önü tamamen açılıyor. 

 Zindaşti’nin ‘FETÖ’nün uyuşturucu imamı’ olduğu yönünde iddialar çok sık medyada yer aldı. FETÖ üyeliğinden yargılanan ya da firari olan isimlerle telefonunun sık sık aynı bazdan sinyal verdiği, bazı Fetullahçılarla telefon görüşmeleri yaptığı geçmişe dönük HTS incelemelerinde tespit edildi. 

Zindaşti bu iddiaları hep yalanlıyor. “Beni görüşmekle suçladıkları zamanlar böyle bir terör örgütü yoktu. Başbakan Zekeriya Öz’e zırhlı aracını vermişti” diyor. Gerçekten de ortaya koyulan HTS kayıtlarındaki görüşmelerin yapıldığı tarihlerde AKP’liler Fetullahçılarla çok samimiydi, hatta iktidar ortağıydılar. Zindaşti, 2013’ten sonra FETÖ suçlamasıyla bugün yargılanan kimseyle görüşmediğini söylüyor. Ayrıca Zindaşti hakkında FETÖ suçlamaları fezlekelerde yer aldı ancak bu suçtan hiç tutuklanmadı. Zindaşti’nin Fetullahçılarla işbirliği yapıp uyuşturucu ticaretinde güçlendiği konusunda delillere rastlamadım. 

Peki eğer böyle bir işbirliği yaptı ve serbest kaldıysa, Zindaşti hakkında devlet en yüksek düzeyde bilgi sahibi diyebiliriz ve korunduğunu anlayabiliriz. Faaliyetlerine güçlenerek devam ediyor sonraki süreçte de. Bu durumda devlet ve devleti yöneten klikler (bu durumda cemaat öncelikli olsa gerek) ile Zindaşti arasındaki ilişki nasıl devam ediyor? 

Zindaşti böyle bir işbirliği yapmasa bile devletin onun hakkında çok fazla bilgiye sahip olduğuna emin olabilirsiniz. Çok lüks bir hayat süren ve adı sürekli çeşitli olaylarla gündeme gelen karanlık bir isim. Hiç şüphesiz sadece Türkiye istihbaratı değil, farklı ülkelerin istihbarat teşkilatları da Zindaşti’yi yakın takibe almıştır. Buna karşın yıllarca operasyon yapılmaması, 2007’de yakalanıp uyuşturucudan hüküm almasına karşın Türkiye’de yaşamaya devam edebilmesi bize fikir veriyor. Üstelik Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı almak için sürekli çaba harcıyor ve para saçıyor. 

Uzun yıllar garip bir dokunulmazlığı olduğuna şüphe yok. Bazı iddialara göre; devlet hatta başka ülkeler onu kullandı. 

Böyle çok büyük paralar sözkonusu olduğunda devlet içinde menfaat sağlamak isteyenler de sahneye çıkıyor. Zindaşti’den para kopartmak isteyenler etrafını sarıyor. 

Türkiye Avrupa’ya akan uyuşturucunun ana güzergahlarından biri, Zindaşti de burada yer tutmuş. Zindaşti’nin sonradan Türkiye’ye geldiği düşünülürse “yerli baronlar” bu tablonun neresinde duruyor? Uyuşturucu pazarının hem çok kazançlı ama bir o kadar da acımasız olduğunu biliyoruz, Zindaşti nasıl kendine yer buluyor burada? Biraz bu uyuşturucu trafiğiyle ilgili de bilgi verir misiniz bu vesileyle?

Türkiye, Avrupa’nın Meksikası. Dünyadaki eroinin yüzde 90’a yakını Afganistan kaynaklı. Buradan Avrupa’ya ulaşması için üç ana güzergah var. Güney güzergahı Akdeniz üzerinden, Kuzey güzergahı Rusya, Ukrayna, Karadeniz üzerinden Avrupa’ya ulaşıyor. Ama en önemlisi Balkan güzergahı. Yani Afganistan, İran, Türkiye ve Balkanlar. Eroinin çok çok büyük kısmı Türkiye üzerinden gidiyor. Avrupa Birliği’nde her yıl yakalanan uyuşturucunun 3 katından fazlası Türkiye’de yakalanıyor. Bu zehir sevkiyatları Türkiye’de en az 5 milyar dolar kara para bırakıyor.

İddiaya göre; Zindaşti, İran’da bu işin önemli bir noktasını tuttuğu için Türkiye’de de güçlü olmuş. Ayrıca uyuşturucu ticareti yapanları sürekli rekabet ya da savaş halindeymiş gibi düşünmemek gerekiyor. Çoğu zaman ortak iş yapıyorlar. Bir sevkiyatta pek çok kişinin payı oluyor. Ancak kendi yoluna sahip olanlar, yani sınır kapılarını, güvenlik güçlerini rüşvet ile bağlamış olanlar tek başına sevkiyatlar yapabiliyor. En çok onlar kazanıyor.   

Olayların ortaya saçılmasının, cinayetlerin işlenmesinin üzerinden hayli zaman geçtikten sonra böyle bir iddianamenin hazırlanmış olmasını nasıl yorumluyorsunuz? Üstelik kendisi de kaçak durumda, bundan sonra da bulunması pek mümkün görünmüyor… 

Bu çok geç kalmış bir iddianame. Operasyonlar da öyleydi. Uzun yıllar göz yumuldu. Onlarca cinayet işlenmesine, suç faaliyetlerinin devam etmesine karşın farklı olayların tek dosyada biriktirilip yıllarca davaların açılmadığını görüyoruz. Bu elbette çok önemli sorular doğuruyor. Yurt dışına çıkan, büyük servete sahip olan Zindaşti’nin yakalanması artık mümkün değil. 

Bu iddianameye varan sürecin Zindaşti’nin tasfiyesi olduğunu söylemek mümkün mü? Ve bu tasfiyenin AKP-Cemaat kavgası ve 15 Temmuz sonrası yaşanan siyasi gelişmelerle bir ilgisi var mı sizce? 

 Zindaşti, Türkiye’den kaçmak zorunda kaldı ama bu tam olarak bir tasfiye olarak nitelendirilebilir mi, zannetmiyorum. İran’da yaşamaya devam ediyor ve halen uyuşturucu ticareti yapıp yapmadığı konusunda bilgi sahibi değiliz. 2014’te Yunanistan’da 2.1 tonluk uyuşturucunun yakalanmasından sonra başlayan baronlar savaşında tüm taraflar yara aldı.

Büyük bir uyuşturucu baronu olan Zindaşti’nin çocukluk arkadaşı Hacı Parviz yani Çetin Koç, Dubai’de film gibi bir suikastla öldürüldü. İddianamede Zindaşti bu cinayetle de suçlanıyor. Orhan Ünğan, Belçika’da yakalanıp Türkiye’ye iade edildi. Zindaşti’nin kızı ve şoförünün öldürülmesini azmettirmekten 4 yıl tutuklu yargılanıp beraat etti. Kardeşi İlhan Ünğan öldürüldü. Ve bu savaş henüz bitmedi, devam ediyor. 

 AKP-Cemaat kavgası ve 15 Temmuz Darbe girişiminin bu olaylarda dolaylı da olsa etkisi olduğunu düşünüyorum ama bu daha çok devlet yapısındaki çürümeyle ilgili. 

Bir kitap olması için sizce de yeterli malzeme yok mu bu dosyada? Sıradaki kitabınız için Zindaşti dosyasını düşünür müsünüz? 

Baronlar savaşının kitabını yazıyorum. 

Alman polisiye yazarı Wolfgang Schorlau “Almanya için konuşacak olursam, polisiye roman şu anda toplumsal ve gerçekçi romanın hemen hemen kendisidir” diyor. Siz de Türkiye için benzer bir yorum yapar mısınız? 

Bu tanım kesinlikle Türkiye için de geçerli. Politik polisiye romanlar yazmamın bir nedeni de bu aslında. Şöyle düşünün; biz Fetullahçı örgütlenmeye devletin teslim edildiği yıllar yaşadık. Yargı, emniyet, ordu, tüm bürokrasi, siyaset, sivil toplum örgütleri, medya her alanda kumpaslar hazırlayan bir örgütü gördük. Öyle bir örgüt ki silahla mücadele etmedi ama devletin savaş uçaklarını bile ele geçirdi. En büyük komplo teorilerinden daha iddialı bir gerçeği yaşadık. Bunları yaşamadan bir roman yazılsa ‘Yazar çok abartmış, inandırıcılıktan uzak’ denirdi. Ben de bu gerçeğin içinde ‘katil kim’ temalı Zavallı ve Liste polisiye romanlarını yazdım.

Baronların savaşı hakkındaki araştırma inceleme kitabını yazarken de ‘Polisiye roman olsa herkes ‘yazar çok abartmış der’ diye düşündüm. Bir cinayet işlendiğinde yeraltı dünyasında olasılıklar çok fazla oluyor. Tüm aktörlerin cinayet işleme potansiyeli, bunu kolayca yapabilecek para ve bağlantıları var. Ortada çok fazla para bulunuyor ve kimse kimseye güvenmiyor, eller hep tetikte. Yaşamak için çok zeki ve dikkatli olmak zorundalar. Aynı isimler farklı olaylarda kesişiyor. Bu nedenlerle biri öldürüldüğünde tek şüpheli olmuyor. Üstelik profesyoneller. Çoğu zaman tetikçiler yakalanmıyor. Sadece şifreli telefonlar kullanıyorlar. Tüm bunlara rüşvet alan devlet görevlilerinin soruşturmaları manipüle ettiği ihtimalini de ekleyin. Gerçeğe ulaşmak çok zor oluyor.  

Türk edebiyatı içinde polisiyeye olan ilgilinin arttığını görüyoruz. Aslında bu sinemada da, dizilerde de böyle. Katılır mısınız bu gözleme? 

 Polisiyeye ilgi artıyor ve bu konuda çok yetenekli kalemler var.