YKP, Yunanistan'da eylem yasağını soL'a değerlendirdi: Halkı durdurabileceklerini sanıyorlarsa aldanıyorlar

Yunanistan Komünist Partisi Merkez Komite üyesi ve milletvekili Kostas Papadakis, soL'a konuştu.

Dış Haberler

Yunanistan Komünist Partisi Merkez Komite üyesi ve milletvekili Kostas Papadakis, Yunan hükümetinin gösterileri yasaklayan son yasası, pandeminin Yunanistan işçi sınıfı üzerindeki etkileri ve YKP'nin bu koşullardaki mücadelelerine ilişkin soL'un sorularını yanıtladı.

Yeni Demokrasi hükümetinin gösteri ve eylemlere yönelik yeni yasası Yunanistan işçi sınıfı ve kapitalistleri açısından nasıl bir önem taşıyor?

Yeni Demokrasi’nin yasası, sadece halkın uğruna onca kan akıttığı protesto hakkını hedef almakla kalmayan, sistemin sorgulanmasını, mevcut barbarlık ve sömürü düzenine karşı eyleme geçmeyi suç haline getiren bir hukuki ucube örneği. Amacı işçilerin ve halkın mücadelesine darbe indirmek. 

GÖSTERİLERİN AMACINI POLİS YARGILAYACAK

Hükümet gösterileri yasaklayacak, amaçlarını ve içeriğini muğlak, hatta önlem amaçlı kriterlerle yargılayacak polise teslim ederek halkı protesto hakkından mahrum bırakmayı hedefliyor. Gösterileri ‘‘örgütleyenlere’’ yönelik gerici önyargılar, eylemlere karşı doğrudan devlet ve ‘‘para-devlet’’ gibi mekanizmalar tarafından yönetildiği bilinen provokatif girişimlerin önünü açıyor. Amaçları ya yasaklara başvurarak ya da sendikalara, kitle örgütlerine vs. yönelik soruşturma ve mali denetlemeleri kullanarak gösterileri dağıtmak. Bir yandan otoriteryanizmin ve baskıların halk karşıtı politikalarla kol kola gittiği, öte yandan burjuva demokrasisinin sınıf karakteri, sermayenin diktatörlüğü demek olduğu ortaya çıkıyor. Hükümet ‘‘şehir merkezine yakın yerlerde düzenlenen küçük gösterileri’’ yasaklamak istediğini söylese de, aslında bütün gösterileri hedef alıyor. En başta da komünistlerin, işçi sınıfı hareketinin eylemlerini. 

“ÖRGÜTLÜ İTAATSİZLİK”TEN KORKUYORLAR

‘‘Örgütlü itaatsizlikten”, kitle seferberliğinden, örgütlü ve kararlı bir halktan korkuyorlar, çünkü bu hareketin bir gün karşılarına çıkacağını çok iyi biliyorlar. Bir yanda halka ilham veren, diğer yanda ise hükümeti ve diğer burjuva partilerini anti-komünist zehirlerini püskürtmeye zorlayan PAME’nin etkileyici 1 Mayıs gösterisi bunu kanıtladı. Fakat bu halkın tarihte asla haklarını savunmak ve kullanmak için izin istemediğini ve aynı zamanda bu tür gerici yasakları fiilen hükümsüz kıldığını da çok iyi biliyorlar.

Yeni yasanın amacı ‘‘toplumsal ve iktisadi yaşama düzen getirmek’’ olarak sunuldu. Hükümet daha sert ve otoriter olmaya mı çalışıyor? Yasanın pandemi nedeniyle başlayan ekonomik resesyonla ilişkili olduğu söylenebilir mi? Bütün dünyada otoriteryanizme doğru, pandeminin bahane olarak kullanıldığı bir eğilim görüyoruz? Bu yasa da söz konusu eğilimin bir parçası mı?

Birleşmiş Milletler bile kısa bir süre önce, ‘‘toplanma ve örgütlenme özgürlüğü’’ konusundaki bir araştırmaya göre, 2019’un özgürlüklerin dünya çapında üst üste gerilediği 14. yıl olduğunu kabul etmek zorunda kaldı. ‘‘Toplumsal ve iktisadi yaşamdaki düzeni’’ bozan şey bizzat hükümetlerin ve Avrupa Birliği’nin politikaları ve sermayenin stratejisinin özel çıkarlar için kullanılagelmesidir. 

Kostas Papadakis, YKP Merkez Komite Üyesi ve Milletvekili

“BUNUN HALKI DURDURACAĞINI DÜŞÜNÜYORLARSA YANILIYORLAR”

Binlerce işçiyi işsizliğe, işten çıkarılmaya, açığa alınmaya, ücretsiz ya da kısa süreli sözleşmelerle çalışmaya mahkûm ediyorlar, esnafı sürekli olarak güvencesiz ve iflas tehdidi altında çalışmaya mahkûm ediyorlar, hastaları muayene ve tedavi ihtiyaçlarının 4-5 ay ertelenmesine mahkûm ediyorlar. Bunun halkı durduracağını düşünüyorlarsa yanılıyorlar. Giderek daha fazla işçi kapitalistlerin bu krizinin faturasının kendi isimlerine kesildiğini görüyor. Pandemi kapitalizmin normal işleyişinden kaynaklanan krizin gelişini hızlandırdı. Krizin kaynağında çok sayıda insanın emeğine bir avuç kapitalist tarafından el konulması, kâr elde etmek için, kendilerine beklediklerini vermeyen aşırı birikmiş fonları atıl bir şekilde bekletmesi yatıyor. Bu koronavirüsten kaynaklı değil, kapitalizmden kaynaklı bir kriz. Hükümet, burjuva partileri, kapitalistler ve onların Avrupa Birliği, halkın kapitalistlerin kârlarını arttırmak için bu krizin şişirilmiş faturasını ödemesini istiyorlar. İnsanlar bundan sonuç çıkarabilir. YKP’nin ‘‘Dik duralım! Bir kez daha krizin faturasını ödemeyelim’’ çağrısı bir mirastır. Kapitalistlerin yasaklarla, sindirmeyle ve baskıyla yapmaya çalıştıklarının sadece kâğıt üzerine kalacağına, sınıf mücadelesinin yükselerek devam edeceğine işaret ediyor.

SYRIZA GREVCİLER İÇİN TRAFİK KARMAŞASI YARATIYORLAR DEMİŞTİ

Tek suçlu YD hükümeti mi? Bir önceki SYRIZA hükümetinin bu gelişmedeki rolü hakkında ne söyleyebilirsiniz?

SYRIZA resmî olarak ‘‘yasaya karşı olduğu’’nu açıklasa da, duruşu tam bir ikiyüzlülük abidesi. Çünkü bankacıların emirleriyle, açık arttırmalara yönelik protestoları özel bir suç olarak yasaklayan ve şu anda Yeni Demokrasi tarafından da kullanılan grev hakkına yönelik kısıtlamaları getiren SYRIZA hükümetiydi. SYRIZA hükümeti döneminde, birçok grev mahkeme kararlarıyla yasa dışı ve istismarcı ilan edildi, grevcilere şiddetli baskıların uygulandığı, militan çiftçilerin, öğrencilerin vs. takibata maruz kaldığı pek çok örnek var. SYRIZA’nın yayın organı ‘‘Avgi’’ gazetesi, emek karşıtı tedbirlere ve memoranduma karşı çıkan grevcilerle, ‘‘grevcilerin ve göstericilerin yarattığı trafik karmaşasından söz ederek’’ birinci sayfasından kavga etti. SYRIZA, kendi hükümetinin bir devamı olan Yeni Demokrasi’ye yasa için ‘‘fikri mülkiyet hırsızlığı’’ suçlamasını yöneltebilir.

AB’DEN DEVRİMCİ EYLEMLERE TERÖRİZM YAFTASI

Burjuvazinin aynı zamanda komünizmi ve komünist ideolojiyi (örneğin AB tarafından komünizmin mücrim bir ideoloji olduğunun ilan edilmesi gibi) daha geniş bir tarihsel bağlamda hedef aldığını görüyoruz. Bu sistemsel krizin bir işareti olarak görülebilir mi?

Radikal ideoloji ve pratiğin suç haline getirilmesinin resmî bir AB politikası olması bir tesadüf değil. Onların deyişiyle mücrim ideolojiler olarak faşizm ile komünizmin tarih dışı bir şekilde birbirine eşitlenmesiyle birlikte, pek çok ülkede halk hareketleri ve Komünist partilerin eylemleri kriminalize edilmeye çalışılıyor. Daha altı ay önce, AB, Ortak Dış Politika ve Güvenlik Politikasına yönelik Yıllık Raporunda, halk protestolarını resmen bir ‘‘güvenlik riski’’ olarak kayda geçirdi. Yaklaşık yirmi yıldır, AB ve üye ülkelerdeki burjuva hükümetleri utanmazca ve açık bir şekilde militan ve devrimci siyasi eylemi ‘‘terörizm’’ ve ‘‘şiddetle’’ ilişkilendirmeye çalışıyor. AB’nin ‘‘terörizmle’’ ya da ‘‘anti-sosyal,’’ ‘‘sorunlu’’ davranışlarla eş anlamlı hale getirmeye çalıştığı ‘‘radikalleşme’’ sözcüğü, ‘‘terörizme karşı mücadeleye’’ doğrudan atıfta bulunmuyor. Bu ifadeler kasıtlı olarak önce kapitalist sisteme karşı koyan ve özellikle yıkılması için mücadele eden her türlü militan sese, ideolojik algıya ve eyleme kara çalmak, sonra da bunları kriminalize etmek için kullanılıyor. Bu bağlamda, Avrupa Komisyonu, AB’nin bir başka ‘‘anti-terör mekanizması’’ olarak üye ülkelerin ‘‘profesyonel araştırmacılarından, sosyologlarından, gençlik liderlerinden ve polis yetkililerinden oluşan ‘‘Radikalleşme Farkındalık Ağı’’nı kurdu. Bu ağın, okullardan ve üniversitelerden başlayarak ve patronların her türlü sendikacılık faaliyetine darbe indirme çabalarına destek oldukları işyerlerine ve işçi sınıfı içindeki yeni değişime odaklanarak radikalleşme ve ‘‘şiddete dayalı aşırılıkçılıkla’’ mücadele etmek için ‘‘fikir, tecrübe, bilgi ve pratik’’ alışverişi ve eşgüdümüne yönelik bir araç olduğu söyleniyor. Radikalleşmeye karşı kitapçıklar ve programlar yayınlamaya ilk başlayanın SYRIZA hükümeti olması anlamlı bir gösterge. Spor kulüplerine bile genç sporcuların ‘‘radikalleşmemesi’’ için 60 bin avroluk yüksek bir bütçe ayırdılar.

Aldıkları bu önlemler, halkın, gençliğin, yeni kriz bahanesiyle kendilerine dayatılan her şeye protesto etmeksizin tahammül göstermeyeceğine dair kendi kaygılarının bir itirafı aslında.

“TURİZM EMEKÇİLERİ İÇİN ÇOK ZOR BİR YAZ OLACAK”

İçinde bulunduğumuz pandemi koşullarında Yunan işçi sınıfının durumu nedir?

Bütün emekçiler için, ama özellikle de Yunan ekonomisinin en dinamik kolu olan Turizm sektöründe çalışan küçük işyeri sahipleri için çok zor bir yaz olacak. Milyonlarca turistin geldiği ve beş yılda 120 milyar kazanan sektördeki büyük grupların akla hayale sığmayacak kârlar elde ettiği geçtiğimiz yılların ‘‘Turizm Mucizesi’’nin yükünü, günde 9 avroyla geçinmek zorunda olan, pek çoğu onu da bulamayan işçiler omuzladı. Başka bir deyişle, işçiler pandemi yüzünden ülkeye gelen turist sayısının azalmasıyla bu yılın turizm sezonunda ortaya çıkan krizin ve pandeminin katalizör olduğu ekonomik krizin faturasını çoktan ödemeye başladılar.

Gıda endüstrisinde ve turizmle ilişkili diğer mesleklerde çalışan binlerce işçiye hiçbir kayda değer destek sağlanmadı, geçtiğimiz yıl turizm sezonun sona ermesinin ardından işsiz kalanlar, bu sezonda da aylarca iş bulamadılar. Ancak bu yıl çalışabilecek kadar ‘‘şanslı’’ olanları, AB tarafından tasarlanan ‘‘Syn-ergasia’’/Sure programı bekliyor. Bu program, ücretlerin düşürülmesini ve fiilen sektörel toplu sözleşmelerin ilga edilmesini, patronlara işçilerin vergilerinden ve hatta sigorta primlerinden para aktarılmasını öngörüyor.

BORÇLAR ANCAK KIŞ AYLARINA ERTELENECEK

Küçük esnaf borca batmış durumda ve işyerleri birbiri ardına kapanırken, borçlarını hiçbir şekilde ödeyemiyor. Vergi ve sigorta primlerini erteleme sahtekârlığı ancak, boğulmalarının, sezonun sona ermesi nedeniyle dükkânların zaten kapanacağı kış aylarına ötelenmesi anlamına gelecek, zira bankalara ve toptancılara olan borçları onları yeni iflas kanununun listesinde ilk sıraya koyuyor.

Pek çoğu doğru düzgün bir gelir sahibi olmayan emekçiler ve halk kesimi bir iple asılmış haldeyken, hükümetin büyük iş çevrelerine, sübvansiyonlarla, vergi ertelemeleriyle ve ucuz kredilerle, düşürülmüş sigorta primleri ve maaş ödenekleriyle destek vermesi tam bir rezalet. Her şey sermaye için ve bütün bunların faturasını ödeyecek olan halk. Bu duruma yanıt olarak önemli kitlesel mücadeleler gelişiyor ve emekçilerin kendilerinin ve ailelerinin geçimlerinin sağlanması için doğrudan önlemler alınmasına yönelik taleplerini ve örgütlülüklerini güçlendirmeye yönelik bir gayret söz konusu. Serveti gerçekten üreten onlar. Pandemi günlerinde parlayan isimsiz kahramanlar, işçiler, çalışanlar, gerçek başrol oyuncuları onlar. Bir kez daha krizin faturasını ödemeyi kabul etmemeliler. Herkese düzgün bir ücret için, emeğin haklarının gasp edilmemesi için mücadele etmeliler. Patronların ve hükümetin ‘‘olağanüstü hal’’ adı altında ilerleyen yıllarda sürekli olarak karşı karşıya kalacakları yeni emek karşıtı önlemler almasını, daha kötü çalışma koşulları ve daha düşük ücretler getirmesini, sömürüyü arttırmasını engellemeliler. Şu anki hakları için mücadele etmeliler.

HALK ÇÜRÜMÜŞ SÖMÜRÜ DÜZENİNİ TARİHİN ÇÖPLÜĞÜNE ATACAK

YKP’nin yasaya karşı mücadele için planları neler?

Emeğin haklarına yönelik halk karşıtı saldırıların tırmandığı, jeopolitik rekabetlerin şiddetlendiği ve bölgemizde savaş bulutlarının toplandığı bir dönemde, hükümet sessiz bir mezar dayatmaya çalışıyor. Eğer bu şekilde halkı durdurabileceklerini sanıyorlarsa, kendilerini kandırıyorlar. Giderek daha fazla işçi sınıf mücadelesinin örgütlenmesinde yerini alacak. Bu ucubenin uygulanacağını ve halkın ve gençliğin bilincinde meşrulaşacağını sanan herkes tarihten bihaberdir. Halk geçmişte başka pek çok yasayı yaptığı gibi mücadelesiyle ve ‘‘örgütlü itaatsizliğiyle’’ bu yasayı da fiilen parçalayıp atacaktır. Birkaç hafta önce YKP tarafından düzenlenen büyük eylem ilk güçlü yanıttı. Yasanın meclisten geçtiği gün düzenlenen büyük PAME eylemi de, sendikaların, kitle örgütlerinin, halk ve sendika hareketlerinin örgütlerinin, açıklamalarla ve çok yönlü eylemlerle, hükümetin bu ucube yasasını mahkum etme yönünde aldıkları kararların bir ürünüydü. PAME’nin, sınıf sendikalarının ve federasyonların Syntagma Meydanı’nda düzenledikleri bu büyük gösteri, şiddet ve kimyasal gaz kullanan polisin saldırısına uğradı. Bu eylemin siyasi sorumluluğu hükümete aittir. Burjuva sınıfı, hükümetleri ve partileri, Meclis’in sonunda neyi onayladığından bağımsız olarak, halkın elleri bağlı beklemeyeceğinden ve yasayı mahkûm etmeye yönelik mücadelenin kâğıt üzerinde kalmayacağından emin olmalıdır. Halk sefalete, işsizliği, mültecileştirilmeye, savaşlara boyun eğmeyecek. Savaşacak ve ürettiği servet üzerinde hak iddia edecek; serveti üretenler, onun ürünlerini kendi iktidarları ve mülkiyetleriyle biçecekler. Bu yol daha güçlendikçe ve kitleselleştikçe, halk kapitalizmle, kapitalistlerin iktidarıyla ve her türlü gerici yasa ve mekanizmasıyla daha kararlı bir biçimde çarpışacak, bunları ve korudukları çürümüş sömürü sistemini tarihin çöplüğüne atacak. Tek gerçek çıkış yolunu, sosyalizmi öne çıkartacak.