TBMM Başkanı Şentop'un Denizlerin idamıyla ilgili açıklamalarına tepki

TBMM Başkanı Mustafa Şentop'un Deniz Gezmişlerin idamıyla ilgili "hukuki zeminiyle ilgili legalite var" ifadelerini Anayasa Mahkemesi Eski raportörü Ali Rıza Aydın ve araştırmacı-yazar Serpil Çelenk soL'a değerlendirdi.

Haber Merkezi

TBMM Başkanı Mustafa Şentop, dün yaptığı açıklamada sorulan bir soru üzerine Yassıada yargılamalarını geçersiz kılan yasa teklifinin diğer darbe dönemi yargılamaları için emsal oluşturmayacağını söyledi ve Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının durumuyla ilgili, "Kararlar doğrudur anlamında söylemiyorum ama hukuki zeminiyle ilgili legalite var" ifadelerini kullandı.

Şentop’un açıklaması tartışma yarattı. Anayasa Mahkemesi Eski raportörü Ali Rıza Aydın, Şentop’un açıklamalarını AKP'nin yargıya müdahale konusundaki kabarık sicilini hatırlatarak yanıt verdi. Aydın soL'a yaptığı açıklamada şunları söyledi:

“Şentop, kendisiyle çelişkiye düşen bir açıklamaya sığınmaya kalkarak hukuki zeminde legalite varlığı ya da yokluğu tartışmasına çekiyor Üç Fidan konusunu. Bir mahkemenin önceden kurulmuş ya da sonradan kurulmuş olmasını gerekçe olarak gösteriyor.

Bir kere yargıya müdahale konusunda sicili hayli kabarık, artık kabarık olmasından öte bir parti yargısına dönüştürülmüş yargının sorumlusu kendileri değilmiş gibi davranarak geçmişteki mahkemeler arasında yalnızca birini esas alması hiç de samimi ve iyi niyetli değil. Tarihleri sıkıyönetim, özel güvenlik, özel yetkili mahkeme örnekleriyle dolu. Nihayet yargıyı parti yargısı yaptılar.

İkincisi düşman hukuku, düşman ceza hukuku tartışmalarını kalıcılaştıran da siyasi iktidar yanlıları için cezasızlık iklimini yaşama geçirenler de aynı siyasetin parçaları.

Üçüncüsü “yol açma” ve “mağduriyetler konusunda sınırlar olmaması” açıklamaları ki bu sözlerle tam anlamıyla niyetini anlatmış oluyor. Bu niyet ideoloji ve siyasetin kapitalist dünya ve siyasal iktidarları tarafından işçi sınıfına, emekçilere, ilericilere, aydınlanmacılara bakışlarıyla özdeş.

Dördüncüsü Üç Fidan'ın katline bakışlarıyla tarihsel ve sınıfsal özlerini açıkça ortaya koyuyorlar. Bu öz dururken hukuki zeminde legalite limanına sığınmak kargaları güldürecek bir gerekçe oluyor. Üç fidanın yargılanmalarındaki adil yargılanma hakkı ihlalleri, idamlarının Meclis görüşmeleri, idama evet diyen parmaklar, Anayasa Mahkemesi kararı ve bu karara karşı süresi içerisinde başvurmama suskunluğu birlikte düşünüldüğünde legalite ortamında illegallik örnekleri, olmaması gereken yargının baş dersi olur.

Buraya siyasal yargılamalarla ortaya çıkan hak kayıplarını da beşinci olarak eklemek gerekir ki bu konuda AKP’nin eline su dökülemediği malum.

Tarihin sınıf savaşları tarihi olduğu gerçeğini unutturarak kuralsal ya da kurumsalın dar alanında, satır aralarında aklama ya da mahkumiyete karar vermeye kalkışmak meşruluğun dayanağı yapılamaz. Kaldı ki emekçi halkın ilerici/devrimci hareketlerine set çekerek sömürücü sınıfın kendi içinde aklamalara girişmesi iç çıkar hesaplarının konusu yapılabilir ancak. Fidel Castro’nun tarihi savunmasında dediği gibi, devrimcileri 'tarih aklayacaktır', aklamıştır zaten.”        

Bu 'yargılama'da meşru olan tek bir şey yoktur.

Araştırmacı yazar Serpil Çelenk ise soL’a yaptığı açıklamada Deniz Gezmiş ve arkadaşların yargılanması sürecinde yaşadıkları hukuksuzlukları hatırlatarak şunları kaydetti:

"TBMM başkanı M. Şentop’un Denizlerin yargılanma sürecinde hukuki zeminde legalitenin var olduğu (meşruiyet)  konusundaki düşüncesini okuyunca şaşırdım. Sayın Şentop’un hukukçu kimliğini anımsayınca şaşkınlığım daha da arttı.

Denizleri yargılanmasının ilk aşaması Ankara 1. nolu Sıkıyönetim askeri mahkemesinde yapıldı. Bu mahkeme kuruluşu itibariyle bir mahkemeden çok bir kurul niteliğindeydi çünkü emir komuta zinciri içinde hareket eden, rütbeli askerlerden oluşmaktaydı. Mahkeme başkanı Ali Elverdi hukukçu bile değildi. Yine, Anayasa’nın 32. Maddesine göre, insanların suç işledikleri tarihte var olan mahkemeler önüne çıkarılmaları, diğer bir ifadeyle “doğal” yargıçları tarafından yargılanmaları gerekmekteydi. Denizlerin elinden bu Anayasal hakları da alınmıştı.

Durumun Anayasaya aykırılığına ilişkin avukatlarının yaptıkları itiraz kabul görmedi ve AYM’ye taşınmadı.

İşte Denizler bu koşullarda kurulmuş, bağımsızlıktan ve her türlü güvenceden yoksun olan yargıçlardan oluşan olağanüstü bir askeri mahkemede yargılanıp idam cezası aldılar.

İdam kararının bozulma talebiyle götürüldüğü üst müracaat mercii olan Askeri Yargıtay’ın da idari hiyerarşiden uzak olmadığını Askeri Yargıtay eski başkanı Rafet Tüzün bir yazısında ifade etti.

Yargılandıkları,  Anayasayı tebdil, tağyir ve ilga etmek suçunu içeren Türk Ceza Yasası’nın 146. Maddesinin suç unsurları da yoktu Denizlerin davasında; onlar öncelikle Anayasayı ihlâl etmek bir yana tastamam uygulanmasından yanaydılar. İddia edilen suçta kast unsuru da gerçekleşmemişti; ayrıca ellerinde bunu gerçekleştirecek “elverişli” vasıtaların bulunmadığı, suç sayılan fiillerinin ise icra hareketleri olarak tanımlanamayacakları gerek avukat savunmasında ve gerekse Askeri Yargıtay’da muhalefet şerhi veren iki saygıdeğer hâkim tarafından ifade edildi.

Ne var ki, davada hiçbir şey legal, hukuki değildi; davanın kendisi baştan aşağı siyasaldı.

Bu olgu, TBMM’de de açıkça ortaya çıktı. Adalet Partisi başkanı ve mensuplarınca “üçe üç” haykırışları, TBMM’de yapılan konuşmalarda Denizlerin Marksist Leninizme olan inançlarına vurgu yapılarak idamlarının onaylanması gerektiğine dair AP’li ve Güven Parti’li milletvekillerinin konuşmaları bu gerçeğin ifadesiydi. Bu durumu görmesi için sayın TBMM başkanının elinin altındaki tutanaklara kısaca göz atması yeterliydi.

Bu “yargılama”da meşru olan tek bir şey yoktur.

Denizler sermayenin hukukunun egemen olduğu bu düzende emeğin hukukunun var olacağı bir düzeni, sosyalizmi savundukları için asıldılar."