SÖYLEŞİ | Tehdit mesajları alan gazeteci Zülal Kalkandelen soL'a konuştu

Katıldığı bir televizyon programında değişen av yasası ve avcılığa ilişkin kullandığı ifadeler nedeniyle hakaret ve tehdit mesajlarına maruz kalan Cumhuriyet Gazetesi yazarı Zülal Kalkandelen, soL'a konuştu.

Serhat Yılmaz

Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve hayvan hakları savunucusu Zülal Kalkandelen, bir televizyon programında sarf ettiği sözler nedeniyle hakaretlere ve tehdit mesajlarına maruz kaldı.

Sosyal medya hesabından kendisine yönelik hakaret ve tehdit içerikli mesajları paylaşan Kalkandelen, ''Bu tür hakaret ve tehditler bir siyasetçi yakını için kullanılsaydı, Türkiye'de yer yerinden oynardı'' diyerek kamuoyunun tepkisiz kalmasına tepki göstermişti.

Kalkandelen'le kendisi tehdit eden grupları neden bu kadar rahatsız ettiğini, son günlerde gündemdeki yerini koruyan "av tartışmasını" sorduk. 

Tehdit mesajları almanız nedeni neydi? Sizi tehdit edenler neyden rahatsız oldular?

30 Haziran'da komisyonda kara avcılığı kanununda bir değişiklik yapıldı. Onun üzerine gazetede yazı da yazmıştım. Daha sonra bu konu, kamuoyunda ciddi bir tepkiye neden oldu. Çünkü, yabancı devlet mensuplarına, diplomatlara, üst düzey kişilere Türkiye'ye gelerek bedava av olanağı sağlayan bir değişiklik yapılmış. Özellikle o çok dikkat çekti. Başka değişikliklerde var. Merkez av komisyonunun yapısını değiştiren düzenlemeler. Değişikliklerle ilgili kamuoyu tepkisi sosyal medyaya epey yansıdı. Bunun ardından Halk TV'de beni Can Coşkun'un programına davet ettiler. Oraya katıldım. Orada görüşlerimi ifade ettim. Avcılıkla yıllardır zaten hayvan hakları savunucuları olarak mücadele ediyoruz. Yeni bir şey değil aslında. Değişiklik, kamuoyunda neden sadece yabancılar gelecek diye tepki doğurdu. ''Kapitülasyon mu bu?'', ''Elin adamı gelecek bizim ülkemizde hayvan vuracak'' gibi bir noktadan eleştirilerini dile getirdiler. Ama programda bazı gerçekleri dile getirdim. Avcılık kimin öldürdüğüyle ilgili değil eylemin kendisi zaten cinayettir dedim ve bazı gerçekleri anlattım -ki avcılığın arkasında silah endüstrisinin olduğunu da biliyoruz-. Devlet tarafından teşvik edildiğini ve av turizminin büyütülmesi için bir hedef konulduğunu, bu nedenle bunun artacağını, Türkiye'nin her yerinde hayvanları öldürmek için ihaleler açıldığını ve açılacağını anlattığımda, programın kaydı sosyal medyada paylaşılınca sosyal medyadaki avcı gruplarında şahsıma yönelik hem hakaretler hem cinsiyetçi küfürler, hem de tehditler yer almış.

Daha önce benzer saldırılarla karşılaştınız mı?

Ben kendi hesabımda paylaştım bana yönelik bu saldırıyı. Ama Türkiye'nin gündemi çok yoğun. Saldırı önce çok dikkate alınmadı. Ya da bizlerin saldırı altında olması çok alışılmış belki bilmiyorum.
Çünkü ben çok sık hayvanları sömüren, öldüren, onlar üzerinden çıkar sağlayan gruplar tarafından saldırılara maruz kalıyorum. Ama bu seferkinde fiziksel saldırı iması olunca daha fazla tepki gösterilmesi gerekiyor. Yalnız olduğunuzu, tepki gelmediğini görürlerse o tip insanlar daha fazla arttırabiliyor bu söylemlerini. Bu nedenle ben de kimse destek olmuyor gibi bir şey söyleyerek, dile getirdim rahatsızlığımı. Onun üzerine belki dikkat çekti. Haber oldu, duyuldu.

Yalnız bırakılmanızın sebebi nedir peki?

Çok yakın bir zaman önce at yarışları konusunda da oldu. Gazetede at yarışları üzerine, at yarışlarının arkasındaki zulüm üzerine bir yazı yazdım. Yerinde görerek, tanık olarak yazdığım bir yazıydı. Ve ardından at yarışları camiası diyeyim, at sahipleri, hara sahipleri, jokeyler, ganyan bayiler, bahisçiler, televizyonda ya da medya at yarışı yorumu yapanlar -ki güya meslektaşım demeniz gereken insanlar- herkes bana hakaretler sarf ettiler. Yine sosyal medyada bu günlerce sürdü. O zaman da bir destek olmadı. Meslektaşlarımızdan da bir destek yok. Bunun ardından bir yazı yazdım gazetede ''Eril zorbalık ve ayrımcılık'' başlığıyla. Eril zorbalığa bir çok kişi maruz kalıyor elbette, yalnızca ben ya da birkaç kişi değil. Ama ne zaman bir ünlü buna maruz kalırsa veya bir siyasetçi yakını buna maruz kalırsa toplumda çok büyük bir tepki ortaya çıkıyor. Aynı dönem buna benzer olaylar olmuştu. Ünlülerin ve siyasetçilerin, siyasetçi yakınlarına saldırılar olduğunda büyük tepki gösterildi ama bizimki görülmüyor. Kadın hakları örgütlerinden, meslektaşlarımdan, hayvan hakları derneklerinden ses yok. Dolayısıyla çok yalnızlık hissettirmişti bana. Onun üzerine şikayetlerimi bir dosya halinde alıp savcılığa götürdüm. Suç duyurusunda bulundum bütün saldırıda bulunanlara. Sonuca varmadı, varır mı varmaz mı böyle bir hukuk düzeninde ondan da emin değilim ama yine de hiçbir şey yapmamaktan iyidir. 

Yani neden öyle oluyor? İnsanlar ünlü olunca o ünlüye destek verip kendi pozisyonunu da belirliyor. Daha çok yapılana tepkiden ziyade kişiye yakınlık. Veya ben bilmem ne partisine yakınım mesajımı veriliyor, anlamıyorum. 

Bir de şunu düşündüm ''Eril zorbalık ve ayrımcılık'' yazısını yazarken: En azından benim gazetede bir köşem var, sesimi birazda olsa duyurabiliyorum. Hiç kimseye ulaşamayanlar var. Bu eril zorbalığa karşı hep birlikte karşı durmazsak, bunun üzerinden gelemeyiz diye bir mesaj vermek istemiştim. Dayanışma ile ancak aşılabilecek. Bugün bile kalktık 5 gündür aranan bir kadının katledildiğini öğrendik. Her gün kadınlara yönelik şiddetin çeşitli nedenlerle pompalandığı bir ülkede yaşıyoruz. Bu nedenle kadınların yalnız bırakılmaması lazım. Yalnızca benim meselem elbette değil. Bu mücadeleye giriyoruz elbette yazdıklarımızdan dolayı birilerinin çıkarı bozulduğu için saldırıya uğramam zaten beklenen bir şey. Ama bu fiziksel saldırı tehdidine varınca onu hoş görmemek, tolere etmemek lazım.

Herkes eleştirilebilir ben de eleştirilebilirim. Ama bu hakarete cinsel saldırıya, fiziksel saldırı imasına varırsa orada bir şey yapmak lazım.

Hukuki süreç başlattığınızı ve yetkililerin duyarsız kaldığını ifade etmiştiniz. Hukuki süreçten nasıl bir beklentiniz var?

Böyle bir hukuk düzeninden ne beklenebilir ki? Daha önce deve güreşçileri haberinde de böyle oldu, atlı faytonla ilgili çok ciddi sıkıntılar yaşadım. O zaman da suç duyurusunda bulundum. Ama şöyle bir durum var: Bozacının şahidi şıracı. Bana İstanbul Valiliği'nden "Bu ithamların suç unsuru barındırmadığını düşünmekteyiz" diye Yazı geliyor. Vali de imzalıyor. Ne bekleyebilirsiniz ki? Adaletin hemen hemen işlemediği bir ülke yarattılar. Katillerin elini kolunu sallayarak dolaştığı, mahkemede kravat takıyor diye iyi hal indirimi verildiği bir ülke. 

Böyle bir yazı da yazmıştım. Art arda bir takım insanların silahla tehdit savurmalarının, fotoğraflar paylaşmanın bilinçli olarak da belki biraz arttığını düşünüyorum. Çünkü ardından hemen sosyal medya düzenlemesi bu nedenle gerekiyor diye konuşulmaya başlanıyor. Belki de gerekçe olarak kullanıyorlar. O kadar arttı ki çünkü. O zaman da ''Evet şiddet var ama kısıtlanmasın' diyemiyorsunuz. Tabii ki bunun düzenlemesi yapılabilir. Sonuçta o insanları elleriyle koymuş gibi bulurlar. Adı sanı belli, fotoğrafı bile olan adamı "biz bulamıyoruz" diyorlar. Ya da bulsalar bile önce gözaltına alıyorlar, örneğin Başak Demirtaş'a ya da diğerlerine yapılanlarda olduğu gibi, ama sonra serbest bırakıyorlar. Bir yere varmıyor. Yasalarda uygulanmıyor. Göstermelik, kamuoyu tepkisini bastırmak için yapıyorlar, yapıyorlarsa. Tepki olmazsa hiç şansınız yok. 

Kadınlar için yaşanılmaz bir ülke olmaya doğru gidiyoruz.