‘Sol düzenin biçtiği rolü değil, kendi tarihsel rolünü oynayacaktır’

Boğaziçi eylemlerini, toplumdaki tepkiyi ve düzen muhalefetinin eylemlere ‘ayar verme’ çabalarını TKP MK üyesi Senem Doruk İnam’la konuştuk.

soL - Haber Merkezi

Türkiye eylemlerle sarsıldı. İktidarın siyaseti kendi gündemiyle yönlendirmeye çalıştığı, toplum üzerindeki tahakkümünü salgını da fırsat bilerek güçlendireceğini düşündüğü sıralarda Boğaziçi Üniversitesi rektörü, bu üniversitenin sınırlarının çok ötesinde bir siyasal anlam kazandı.

Ülkenin her yerinde protestolar yapılıyor. Protestolar polisin sert müdahalelerine maruz bırakılan "eylemlerle" de sınırlı değil, tepkiler mahallelerde, sokak aralarında da kendini gösterebiliyor.

Ve bu protestolar sadece iktidarın değil, bazen düzen muhalefetinin de hedefi olabiliyor.

Türkiye Komünist Partisi İstanbul İl Başkanı ve MK üyesi Senem Doruk İnam’la bu konuda konuştuk.

Son günlerde salgın koşullarına rağmen artan bir toplumsal hareketlilik var. Bu hareketliliğin yanında konumlanan muhalefet partilerinin sıklıkla tekrarladıkları bir "provokasyona gelmeyelim" edebiyatı da dikkat çekiyor. Okumuşsunuzdur dün bir söyleşi yayımladık soL'da. Boğaziçi eylemleri sırasında bir İYİP yöneticisi, attığı twitter mesajlarıyla TKP'yi bir anlamda "çekilmeye" çağırmış, eylemlerde solun görünür olmasının iktidara yaradığını iddia etmişti. Biz de onunla, Yiğit Karakış'la konuştuk. Bu söyleşide twitter mesajlarındaki saldırganlığı sürdürmediği görülüyordu ama bir yandan da aynı suçlamaları dile getiriyordu.

Aslında Karakış'ın söyledikleri, örneğin Kılıçdaroğlu'nun ya da İmamoğlu'nun kimi mesajlarında yer alan görüşlerden çok farklı değil.

Özel olarak eylemler, "provokasyon", eylemlere katılan solun bayrakları vs. konusunda da konuşacağız ama bu konunun başka bir boyutu daha var: Düzen siyasetinin sola tanıdığı alanla, ondan "beklentileriyle" ilgili. Mesela Karakış'la söyleşimizde çarpıcı ve orijinal olmasa da dikkat çekici olan bir sözü var. "TKP'nin Türkiye siyasetine katkılar sunabileceğini düşünüyorum" diyor.


Bunu sormak istiyoruz. Bugün muhalefetin, elbette düzen muhalefetinin, bir kanadı olsa da geçmişi ve sicili bilinen kimlik ve misyonu sürdüren İYİP'in bir yöneticisi ne tür katkılar bekliyor olabilir sizce TKP'den?

Söylediğiniz gibi, Karakış’ın yorumu orijinal bir yorum değil, düzen siyaseti solu kendi ihtiyaçlarına göre konumlandırmak, hatta anlamlandırmak gibi bir şeyi bu ülkede sık sık yapıyor. 

Sola “sen şurada dur” dedikleri ya da kendi senaryolarının içinde uygun gördükleri küçük rolleri verdikleri olduğu gibi, zaman zaman en azından söylem olarak “soldan bir şeyler bekledikleri”ni de duyabildik.

Sermaye düzeninin ve sermaye siyasetçilerinin iyice tadını kaçırıp, sola düzenin ihtiyaç duyduğu kimi “temizlik” işlerini yaptırmaya kalkıştığı da oldu geçmişte. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından önce “solu çok fazla ezdik, bu sistemin de dengesini bozdu. Solun bu kadar boşaltılması kurulu düzene de yaramıyor” sözlerinin söylenebildiğini biliyoruz.

Sistemle, kapitalist düzenle kavgası olan, onu kökünden değiştirmeyi amaç edinmiş olanlara, o düzenin ayarının düzeltilmesi, birazcık temizlenmesi için roller vermeye, en azından bu konuda onlara yardımcı olmasını istemeye kalkabiliyorlar. Bu gerçekten ilginç ama güncel duruma baktığımızda genelde seçim zamanları ya da toplumsal muhalefetin artış gösterdiği zamanlarda “solun ne yapması gerektiği” konularında daha fazla konuşuyorlar.

'Düzen ile solu barıştırmak, düzen muhalefetinin işi bu'

Bir yanında şu var: Düzen muhalefeti bugün AKP’ye karşı attığı her adımı sola onaylatmak istiyor. Tıpkı bir dönem AKP’nin kendi gerici hamlelerini özgürlük kılıfına sokup yaptığı gibi. Ne kadar hırpalarlarsa hırpalasınlar, solun değerlerini ne kadar tahribata uğratmaya çalışırlarsa çalışsınlar; Türkiye’de emek dendiğinde, eşitlik dendiğinde, yurt sevgisi dendiğinde akla sol geliyor. Bu nedenle, düzen ile solu barıştırmak bugün düzen muhalefetine kalıyor. Ayrıca düzen açısından sol her zaman bir meşruiyet kaynağı oldu, bu nedenle sola ihtiyaçları var. 

Bir sağ siyasetçinin sosyal medya kanallarından “çağdışı” diye suçladığı bir partiden katkı beklemesinin başka bir nedeni olamaz.

Düzen siyasetinde açık ara sağı temsil eden bir partinin, kendi çizdikleri sınırlar içerisinde, soldan “muhaliflik” beklemesi, bu beklentiyi neredeyse övgü içeren sözlerle dile getirmesi mümkün oluyor ama o sınırların dışında talepleri ve hedefleri dile getirdiğiniz an, aynı iktidarın söylediği gibi, onlar için de terörist olmamanız için bir neden yok. 

Bu yüzden biz diyoruz ki, sol bu ülkede düzenin kendisi için belirlediği, uygun gördüğü rollere değil, kendi tarihsel misyonunun uzantısı olan rollere soyunmalıdır.

Solun, düzen dışı muhalefetin düzene ayak uydurması ve deyim yerindeyse onların temizlik işlerine yardımcı olması mı bekleniyor yani?

Bir yanı bu. Bir başka tarafı daha var. Biraz daha düşmanca, biraz daha tehlikeli bir şey: Türkiye kapitalizmi dünyadaki pek çok başka kapitalist ülke gibi bir türlü dikiş tutturamıyor. Bu yüzden sermaye siyaseti hem yeni yollar arıyor hem de ülkenin, halkın, emekçi sınıfların kendi yollarını çizmelerine engel olmayı zorunlu buluyor. 

AKP’nin bazen içerde karışıklıkların da önünü açan adımlarına karşı alternatif yollar aradıkları, bu arayışta solun toplumsal etkisinden de yararlanmak istedikleri bilmediğimiz bir şey değil. Ama bir de bu arayışlar sırasında solun da uslu durmasını istediklerini görüyoruz.

Buradan çıkan basit sonuç şu; bir siyaset alanı olarak “düzen”, solu hem ihtiyaçlarına göre konumlandırmak hem de istemediği yollara girmesini engellemek üzere dizayn etme çabasından vazgeçmiyor.

Eylemlerle ilgili "uyarı ve eleştirilere" gelebiliriz galiba. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz? TKP'ye yönelik hasmane tavır bir yana, Boğaziçi eylemleri açısından bakıldığında gerçekten "provokasyona gelmeme" çabasıyla mı bunlar söyleniyor? CHP'li ya da İYİP'li ya da Deva Partili bir siyasetçiden duyabildiğimiz uyarılar gerçekten "eylemlerin selameti" kaygısıyla mı yapılıyor?

Bu uyarılar ve eleştiriler aslında yeni değil ve sadece Boğaziçi eylemleri için konuşulan şeyler de değil. AKP’nin yaşadığı her zorlu anda, muhalefet tek bir ağızdan, benzer “uyarıları” sürekli olarak dile getiriyor. Provakasyona gelmeyin diye başlanıp, bizi sokağa dökmeye çalışıyorlar diye devam edip, eyleme siyaset karışmasın diye bitiriliyor genellikle uyarılar. Anlayacağınız düzen muhalefeti AKP’yi çok da zora sokmadan eylem yapmak istiyor! 

Biz, bu yukarıdaki tespitin halk nezninde de test edildiğini düşünüyoruz. Somut bir örnek vermem gerekirse; Partimizin 29 Ekim’de Bakırköy’de yapmış olduğu yürüyüşten sonra gelen binlerce destek mesajının çok önemli bir ortak doğrultusu vardı: “Demek ki gerçekten istenilirse yapılabiliyormuş”

Eylemlerin devamlılığını ve başarısını etkileyen, depolitize eden ve kısırlaştıran anlayış da tam olarak işte bu. 

Bakın, iktidar sürekli olarak eylemlere katılanların Boğaziçi öğrencisi olup olmadığını tartıştırmaya çalışıyor değil mi? Ya da geçtiğimiz gün Kadıköy’de yüzlerce kişi büyük bir polis şiddeti ile karşı karşıyayken, onlarca genç polis tarafından tekmelenerek gözaltına alınırken, “polis arabasını tekmelediler” diye bir algı oluşturmaya çalışıyor yandaşlar. Halkta biriken öfkeyi dizginlemeye çalışanlar, bu suçlamalara da boyun eğmek zorunda, tersi imkansız. İşte eylemlerin içini boşaltan asıl şey bu. 

Galiba biraz da TKP'nin eylem kültürü burada gündeme geliyor. "Kızıl bayraklar" konusunda ne diyeceksiniz? Yani TKP gerçekten bayraklarını çıkartıp kendini göstermek zorunda mı? Eylemleri kullanmak gibi bir yere çıkıyor mu bu?

Burada bahsedilen “bayraklar” ya da yedi sekiz yıl öncesinin popüler tabiriyle “flamalar” meselesini bir temsiliyeti, bir iddiayı ve her şeyden önce birlikte hareket edebilme kabiliyetini ifade ettiği için önemli buluyoruz. 

Halkın yalnızlaştırıldığı, en ufak örgütlü hareket etme talebine bile tahammül edilmeyen, toplumun tüm direnç dinamiklerinin kötürümleştiği bu siyasal ve kültürel atmosferde inatla ve ısrarla bu sayılanların tam zıttına işaret etmeye devam etmek zorundayız. 

Kapıyı burada biraz aralarsak, düzen siyasetinin yukarıda bahsettiğimiz, insanların umudunu ve direncini sömüren, ne idüğü belirsiz, şekli şemali olmayan amorf bir siyaset anlayışının kucağına düşmemiz işten bile olmaz. Tarih bize bunu anlatan sayısız örnekle dolu ne yazık ki.

'Toplumsal eylemi istismar edenler, onun içini boşaltanlardır'

Bu yüzden bir eylemin biçiminin çoğu zaman içeriğinden bağımsız değerlendirilemeyeceğini düşünüyoruz. İçerik ne denli net, sade ve anlaşılır olursa; bunun, tüm unsurları ileri çekme hedefi taşıyan bir formda kendini ifade etmesi, bir eylemin başarısı için önemlidir. Burada netlik ve sadelikten bahsettiğimiz tabi ki olaylara sınıfsal bir bakış açısı ve refleksle yaklaşmaktır. TKP’nin eylem kültürünün temeli tam olarak burada yatmaktadır.

Toplumsal eylemleri kendi vitrinimiz olarak kullanmak, kendi damgamızı vurarak, kendimize mal etmek, bir reklam aracı olarak görmek gibi bir huyumuz hiç olmadı. Tersine bu “flamasızlık” edebiyatı yapanların huyu oldu. Parti bayrakları indirilsin denilen yerlerde şu ya da bu düzen partisinin yöneticilerine, milletvekillerine kürsüler teslim edildi. Bizim derdimiz, toplumsal tepkinin kalıcı ve etkili bir içeriğe sahip olması.

TKP’nin “ben buradayım” dediği yerde aslında partinin tabelası ya da bayrağı değil, görüşleri, emekçi halka sunduğu alternatif ortaya konuluyor. Asıl istismar, hareketin içini boşaltıp, düzen siyasetinin kuyruğuna takmakla yapılıyor, biz toplumsal eylemin içini doldurmaya, onu kalıcı ve etkili kılacak bir içerik kazandırmaya çalışıyoruz.