Lenin, Beethoven ve Appassionata

2020 yılında dünyamız, yaşamlarıyla ve mücadeleleriyle arkalarında derin izler bırakmış iki büyük devrimcinin insanlığa miraslarını yeni bir geleceğe taşıyacak, yeni bir dönüm noktasından geçirecek. Her iki devrimcinin mirası da ateşini, aydınlığını daha yüzyıllarca yitirmeyecek,  insanlığın üzerinde parlayarak ona yol gösterecektir.

Levent Özübek

2020 yılında dünyamız, yaşamlarıyla ve mücadeleleriyle arkalarında derin izler bırakmış iki büyük devrimcinin insanlığa miraslarını yeni bir geleceğe taşıyacak, yeni bir dönüm noktasından geçirecek. Her iki devrimcinin mirası da ateşini, aydınlığını daha yüzyıllarca yitirmeyecek,  insanlığın üzerinde parlayarak ona yol gösterecektir.

Bu büyük devrimcilerden biri, bundan 150 yıl önce, 1870 yılında, 22 Nisan günü dünyamıza gelen Vladimir İlyiç Ulyanov'dur ki, asıl bilinen ismi Lenin, ona Sibirya'daki sürgün yıllarında verilecek ve artık o, yüzyıllarca bu isimle anılacaktır.

"İnsanlığın mutluluğu için verdiği mücadelede tüm hayat zevklerinden vazgeçen, dünyada sosyal adaletin sağlanabileceğine dair sarsılmaz bir inanca sahip gerçek devrimci Rus entelektüelinin fedakârca ortaya koyduğu, mütevazı ve gösterişsiz yaşamıydı..." der Maksim Gorki, onun yaşamının özünü anlatırken.

*

Devrimci Lenin'den yüz sene, günümüzden tam 250 sene önce, 1770 yılında dünyaya gelmiş olan bir başka büyük devrimcinin, Ludwig van Beethoven'in  yapıtları ve yaşam mücadelesi bundan sonra hiç şüphesiz uzun yüzyıllara taşınacak, iki asırdan fazladır dinlenen müziğinin sesi hiç azalmayacak.

"Elde olan tüm iyiliği yapmak, özgürlüğü her şeyden üstün olarak sevmek ve bir krallığın tacı pahasına gerçeklere kesinlikle ihanet etmemek..." olarak tanımlamıştı kendisine yaşam ilkesini, henüz yirmi yaşındayken.

Onun yaratıcılığıyla birlikte müzik olgusu temelden değişti, eskinin kalıpları tümüyle kırıldı, sanatta yeni bir çığır açıldı. Artık müzikler dans etmek için, eğlenmek için ya da köhnemiş dini ritüelleri yerine getirmek için yapılmayacaktı. Müziğin bir gayesi, topluma bir iletisi, bir ana fikri olacaktı. Onun müziği, özgürlüğün, mücadelenin, kararlılığın, kahramanlığın ve kadere galip gelişin simgesi olacaktı. Yüzyıllar sonra bile, hareketsiz ve edilgin  kitleleri sokağa çıkarabilecek, onları harekete geçirebilecek gücü ve ateşi verecekti.

Tüm bunlar onun Appassionata (Tutku) başlıklı piyano sonatında somutlaşmış, gerçeklik bulmuştu ki, dâhinin kendisi de daha sonraları bunun en güçlü, kendisinin en beğendiği eseri olduğunu söyleyecekti. Sonatının birçoklarınca anlaşılmamış olmasından, hak ettiği ilgiyi görmemiş olmasından kırgındı. 

Çok daha sonraları, Appassionata'nın değerini anlayan, onun devrimci ruhunu çok iyi sezen, önde gelen bir hayranı çıkacaktı ki, onun bu ilgisi sıradan bir seçim, basit bir armonik duygulanım, gündelik bir dinleme zevki değildi. Büyük dâhinin büyük müziği, büyük bir devrimciyi tutkuyla kendine bağlamıştı. O büyük devrimci, Lenin'di...

Bu tutkuyu çok iyi bilen, anlayan Maksim Gorki, 1920 yılının sonlarında bir akşam, uzun süren rahatsızlığından yeni ayağa kalkmış olan Lenin'i, eşi Ekaterina Peşkova'nın Moskova'daki dairesine davet etmiş, o akşam devrin önde gelen piyanisti İsay Dobroveyn'i de çağırmıştı. Amacı Lenin'e güzel bir piyano resitali dinletmekti. Gorki şöyle aktarıyor:

“… Lenin, hayatı tamamıyla dolu olarak yaşayan bir insandı. Güzel ve zarif şeylere son derece meraklıydı. Hayatın kendisine sunduğu her şeyden zevk alırdı –avlanma ve balıkçılıktan kâğıt oyunlarına, satranca, Puşkin ve Tolstoy okumaya kadar…"

Piyanist İsay Dobroveyn o akşam Beethoven'den, Chopin'den çeşitli parçalar çaldı. Chopin'in 12 numaralı "Devrim" başlıklı etüdü havaya bir heyecan katmıştı. Dışarıda yoğun kar yağışının yarattığı sessizlikle, salondaki müziğin tınıları dinleyenlere daha da etkileyici geliyordu. Sonra Dobroveyn, Lenin'in içten isteği üzerine Beethoven'in Appassionata Sonatı'nı çalmaya başladı. İşte o müzik, orada en etkileyici sahneyi yaratmıştı. Büyük devrimci bu eşsiz müziği dinledikten sonra Ekaterina Peşkova'ya dönüp, şöyle konuşmuştu:

"Ben bu sonatı her yönüyle biliyorum. Aslında, onu her gün dinlemeyi çok isterdim.  Çok ince, harikulade bir müzik… Dinlerken hep gururlanırım, bak derim kendime; insanlık böylesi bir mucizeyi yaratabiliyor işte! Appassionata'dan daha büyük başka bir eser bilmiyorum..."

Sonra göz kırparak gülmüş, biraz da üzgün bir yüz ifadesiyle sözlerine şöyle devam etmişti: Ne yazık ki, sıklıkla müzik dinleyemiyorum ben. Oysa müzik benim sinirlerimi dinlendiriyor…

O anda Appassionata'nın verdiği heyecan o kadar yüksekti ki, büyük devrimci kısa süre önce kendisiyle bir görüşme yapmış olan İngiliz yazar Herbert Wells'e olan içsel kızgınlığını orada müziği dinlerken tekrar duyumsadı, içinde doldu ve taştı:

"Hayır Bay Wells, geleceğimiz bir dehşet, karamasarlık senfonisi olmayacaktır. Gelecek Beethoven'dir... Savaştan, ıstıraptan eğlence çıkarmak... Bu nasıl doğru olabilir? Gelecek elbette Dünyalar Savaşı'nın değildir... Mars gezegeninden gelen yaratıklarla olmayacak savaşımız... Hayır... Gelecek, tüm Afrika'daki, Hindistan'daki, Çin'deki ve insanlığı, elbette tüm insanlığı içine alan özgürlük hareketlerini aydınlatacak ateşi tutuşturmadadır... Bu Beethoven'dir..."

*
Ludwig van Beethoven, Appassionata Sonatı'nı besteledikten sonra bir akşam notaları yanına alıp, kendisine arada bir sınırlı maddi destek sağlayan Prens Lobkowitz’in evine gitmişti. Kötü bir rastlantı, o akşam Prensin evinde o sıralarda Viyana’yı işgal etmiş bulunan Fransız ordusunun ileri gelen subayları yemekteydi. Israrları reddedemeyen Beethoven mecbur olmuş, yemek masasına oturmuştu. Fransız subaylar bir süre sonra ondan piyano çalmasını rica ettiler.

Ne var ki, Beethoven bunu hiç istememişti ve isteği reddetti. Fransız subayların ısrarları giderek tehdide dönüşmekteydi. Sonunda Beethoven kalktı oradakilere hiç çekinmeden şu sözleri söyledi: 

“Siz soylular, prensler, prensesler, kontlar, subaylar… Siz öyle doğduğunuz için bu sıfatları taşıyorsunuz. Konumunuz bir rastlantıdan ibaret. Başka bir özelliğiniz yok ve sizden o kadar çok var ki… Ama Ludwig Van Beethoven yalnızca bir tane var…”


Sonra kalkarak çıktı. Ev sahibinin gitmemesi için yaptığı ısrarlı ricalar sonuç vermedi. Beethoven o geceki fırtınalı, yağmurlu havada evine gitmek için bir araba bulmak ümidiyle yürüdü, yürüdü… O sırada elinde bulunan notalar ıslanıp mahvolmuş, bir kısmı uçmuş gitmişti. Besteci daha sonra sonatı yeniden notaya alacaktı.

*

Sovyet Mosfilm damgasını taşıyan ve 1963'te yönetmen Yuri Vişninski tarafından çekilen kırk dakikalık bir kısa film Gorki'nin bize aktardığı akşamı anlatıyor.

Sovyet Mosfilm kuruluşu, Maksim Gorki'nin bize aktarmış olduğu o akşamın anısını büyük bir vefayla yeniden canlandırdı. 1963'te yönetmen Yuri Vişninski tarafından çekilen kırk dakikalık bir kısa filmle, o akşamın güzel anısı geniş kitlelere ulaştırıldı. Bu etkileyici tarihi filmde büyük bir devrimcinin kalbinin sesi, şimdi bir yüzyıl sonra, onun izinden gidenlere ulaşıyor, Beethoven'in mücadeleci ruhu dinleyenleri teslim alıyor. 

Filmde, piyanist İsay Dobroveyn'i, sonraki zamanların önde gelen Sovyet piyanistlerinden Rudolf Kerer, Appassionata'ya güçlü bir yorum katarak canlandırmıştı. Güçlü bir yorum olmalıydı, çünkü bu müzik devrimciliğin simgesiydi ve Sovyetler Birliği halklarının gözdesiydi, Lenin'den bir anıydı. 


*