Kuraklık tartışmasının görünmeyen yüzü: Tehlike sanılandan daha büyük!

2 Şubat Dünya Sulak Alanlar Günü nedeniyle bir açıklama yapan Doğa Araştırmaları Derneği, kuraklık tehlikesinin sanılandan çok daha ciddi olduğuna işaret etti.

Haber Merkezi

Doğa Araştırmaları Derneği 2 Şubat Dünya Sulak Alanlar Günü dolayısıyla bir açıklama yaparak Türkiye'yi bekleyen kuraklık tehlikesine ve yanlış su politikalarına dikkat çekti. 

Açıklamada, Türkiye göllerindeki su oranlarının giderek düşmesine ve göllerin kurumasına değinilirken taraf olunmasına rağmen Uluslararası Sulak Alanların Korunması Sözleşmesi’nin şartlarının yerine getirilmediğine işaret edildi.

Açıklamada “Unutmayın su varsa hayat var!” uyarısı yapıldı.

Doğa Araştırmaları Derneği’nin açıklaması şöyle:

2 Şubat Dünya Sulak Alanlar Günü’nü kutlarken!

Dünya sulak alanların yarıdan fazlasını kaybettikten sonra yanlış yaptığını fark etti ve 2 Şubat 1971’de RAMSAR (Sulak Alanların Korunması Sözleşmesi) Sözleşmesini imzaya açtı. Bugün itibariyle 170 ülke sözleşmeyi imzalayarak taraf oldu.

Türkiye sözleşmenin imzaya açıldığı tarihten tam 23 yıl sonra, 1994 yılında Sözleşmeye taraf oldu ve tüm taraf ülkelere, sulak alanların önemine ve korunması gerektiğine inandığını ve sınırları dahilindeki sulak alanları koruyacağını taahhüt etti. Peki Türkiye bu taahhüdünü yerine getirebiliyor mu?

Keşke cevabımız evet olabilseydi!

Hemen her gün medyada kuraklıkla ilgili haberler yapılıyor, göllerimizin kuruduğu, barajlardaki su miktarının giderek azaldığı vurgulanıyor. Her gün televizyonlarda su uzmanları, iklim uzmanları, meteoroloji uzmanları konuşuyor, görüşleri alınıyor. Ancak tüm bu tartışmalara rağmen önümüzdeki aylarda Türkiye bir miktar yağış alır ve barajlar biraz dolarsa, medya da, uzmanlar da, ilgili kuruluşlar da her zamanki gibi konuyu rafa kaldıracaklar…

Ta ki bir dahaki kuraklığa kadar!

Oysa doğa koruma alanında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları ve konunun uzmanları yıllardır “Türkiye’deki sulak alanlar kuruyor!” diye isyan ediyor, tehlikenin, izlenen yanlış politikaların sürmesi durumunda sanılandan çok daha büyük olduğuna işaret ediyor.

Sulak alanlarımızın kurumasının sebebi iddia edildiği üzere kuraklık mı? Değilse, sulak alanlarımız neden kuruyor!

Akşehir Gölü, derinliği ortalama 11 metre olan bir gölümüz. 1990’lı yıllardan itibaren gölün suyu çekilmeye başlarken, son 5-6 yıldır ise neredeyse tamamı kurumuş durumda. İlkbaharda Sultan Dağları’na düşen karların erimesi ve yağışlarla birlikte gölün çok küçük bir alanında su toplanıyor, o da yazın buharlaşıyor ve tamamen kuruyor.

Suyuna yoğurt çalan Nasrettin Hoca görse ne derdi acaba?

Hemen yanı başındaki Eber Gölü, sularıyla binlerce yıl Akşehir Gölü’ne hayat verirken bugünlerde o da kirlilik ve yanlış su yönetiminin tehdidi altında. Su alanının üçte birini kaybetmiş olan Eber Gölü, sık sık balık ölümleri haberleriyle gündeme geliyor.

Burdur, Tuz, Eğirdir, Beyşehir… Sorun giderek büyüyor!

Burdur Gölü, Türkiye’nin en derin göllerinden biri, son 30 yılda gölün su seviyesi 16 metreden daha fazla düştü. Göl alanı üçte birini kaybetti. Kuzeydoğusundaki su çekilmesi 15 km’yi geçti. Yani 30 yıl önce suyla kaplı olan 15 km’lik alan artık “kara” haline geldi. Eski göl tabanından kalkan tuzlu ve arsenikli toz bulutları çevredeki tarım alanlarını ve insan sağlığını tehdit ediyor. Bölgedeki Yarışlı Gölü ve Akgöl ise tamamen kurudu.

Tuz Gölü, Türkiye’nin ikinci büyük gölü, Türkiye’nin tuz ihtiyacının üçte ikisi buradan karşılanıyor. Sadece tuz üretiminin ekonomiye katkısı yılda 15 milyon dolar civarında. Tuz Gölü ve çevresi biyolojik çeşitlilik açısından da çok değerli, büyük flamingonun yeryüzündeki en büyük üreme kolonisi Tuz Gölü’nde bulunuyor. Her yıl ortalama on bin çift flamingo Tuz Gölü’nde kuluçkaya yatıyor. Gölün kuruması tuz üretiminin zarar görmesinin yanı sıra flamingoların da alanı terk etmesine sebep olacak.

Toplam alanı 7.900 hektara ulaşan Eşmekaya Gölü kuruyalı 15 yıl oldu. Sadece ülkemizin değil bulunduğumuz coğrafyanın da en önemli sulak alanlarından olan Seyfe Gölü ve dünyanın nazar boncuğu olarak tanımladığımız Meke Gölü’nde son 10 yıldır su yok. Tersakan Gölü, o da kurudu. Kulu ve Bolluk gölleri ise kurumak üzere. Denizli'de nilüfer çiçekleriyle ünlü Işıklı Gölü için tehlike çanları çalıyor. Neredeyse Türkiye’nin bütün gölleri can çekişiyor.

Göller neden kuruyor?

Neden mi kuruyor bu göller? Çünkü, gölleri besleyen kuru ve sulu tüm dereler üzerine barajlar ve göletler yapıldı, artık dereler gölleri besleyemiyor. Yeraltı sularını çok kötü kullanıyoruz. Yeraltı suları azaldığı için gölleri besleyen tüm pınarlar ve dip kaynakları kurudu. Son 35-40 yıldır Konya Kapalı Havzası’nda yeraltı su seviyesi her yıl ortalama bir metreden daha fazla düşüyor. Karapınar Bölgesi’nde yeraltı su seviyesini izlemek için DSİ tarafından açılan kuyulardaki su seviyesi son beş yılda ortalama 2 m’nin üzerinde düşmüş. Yani yeraltı su seviyesindeki düşüş son beş yılda iki katına ulaşmış durumda. Her yıl kaçak açılan kuyulara yüzlercesi ekleniyor. Sadece Konya Kapalı Havzasındaki kuyu sayısı yüz kırk bine ulaştı. Bunların yaklaşık 35 bini belgeli, yani ruhsatlı. Geri kalanı ruhsatsız, yani kaçak.

Eğirdir Gölü ve Beyşehir Gölü’nün dertleri daha başka.  Beyşehir Gölü ülkemizin en büyük tatlı su gölü, 1918 yılından bu yana Konya-Çumra Ovasının önemli bir bölümü Beyşehir Gölü’nün suları ile sulanıyor. Eğirdir Gölü ise ikinci büyük tatlı su gölü, Isparta ilinin su ihtiyacının %60’ı ve çevresindeki pek çok yerleşimin içme ve kullanma suyu Eğirdir Gölü’nden karşılanıyor. Her ikisi de aşırı su kullanımı ve kirlilik tehdidi altında.

Ya diğerleri? Uluabat, Kuş (Manyas), İznik ve Sapanca gölleri her geçen gün biraz daha kirleniyor. Akarsularımızın durumu da farklı değil, Büyük Menderes, Gediz, Ergene, Seyhan, Ceyhan gibi önemli akarsularımız her geçen gün biraz daha kirleniyor ve kullanılamaz hale geliyor. Suyun yanlış yönetimine küresel iklim değişikliğinin etkileri de eklendiğinde Türkiye’yi gelecekte telafisi mümkün olamayacak sorunlar bekliyor.

Henüz Yapabilme Şansımız Varken Harekete Geçmeliyiz 

Uluslararası Sulak Alanların Korunması Sözleşmesinin imzaya açıldığı 2 Şubat günü, 1997 yılından bu yana tüm dünyada sulak alanların önemine kamuoyunun dikkatini çekmek üzere “Dünya Sulak Alanlar Günü” olarak kutlanıyor. Dünya Sulak Alanlar Günü için bu yıl tema “Sulak Alanlar ve Su” olarak belirlenirken, bu yılki kampanya sulak alanların gezegenimizdeki tatlı su miktarına ve kalitesine yaptığı katkıyı vurguluyor. 

Dünya büyük bir tatlı su kriziyle karşı karşıya; Birleşmiş Milletler Dünya Su Gelişim Raporuna göre, dünyada 2.1 milyar insan temiz suya erişemiyor. Her 10 kişiden 3'ü kirli su tüketiyor. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre ise her 90 saniyede, temiz suya erişemediği için bir çocuk hayatını kaybediyor.

Her geçen gün suya olan ihtiyaç artarken, sulak alanlarımızı kaybediyoruz, su kaynaklarımızı kirletiyor ve kullanılmaz hale getiriyoruz. Hayatımız suyun varoluşuna bağlı iken geleceğimiz için bu yanlışa hep birlikte dur dememiz gerekiyor. 

Su yaşamın temeli, geleceğimizin garantisi. Ancak, özellikle Orta Anadolu’da tarımda kullanılması gerekenin 2-3 katı su kullanılıyor. Kaçak ve yanlış su kullanımlarına göz yumulduğu için Türkiye adım adım felakete doğru gidiyor! Dünya Sulak Alanlar Günü vesilesiyle yetkililere bir kez daha sesleniyoruz. Ülkenin sulak alanları ve su kaynakları birer birer elden çıkıyor! Tarımın, çiftçinin, balığın, kuşun, kurdun tüm canlıların kısaca hepimizin, tüm ülkenin geleceği için bu yanlışa dur diyelim.

Unutmayalım su varsa hayat var!