Koroneksiya Nervosa

Bizim psikiyatride Anoreksiya Nervosa diye adlandırdığımız yeme bozukluğu, asabi iştahsızlık olarak da dilimize çevrilebilir. Eski Yunancada “iştah” anlamına gelen “oreksiya” yı başındaki olumsuzluk önekinden arındırıp bizim korona ile birleştirdiğimizde oldu mu size koroneksiya nervosa.

Cem Taylan Erden

Korontina günlerinde ruh sağlığı serimize devam ediyoruz sayın seyirciler. Bugün karşınızda evde tıkılıp kalanların yemek ile imtihanı olarak da adlandırabileceğimiz Koroneksiya Nervosa var. Malumunuz insan evde kalınca ve üretim yapabileceği alanlar sınırlanınca yemek, pasta, kek, ekmek yapmak üretici yanımızı doyurmaya vesile oluyor. İşin bir de tüketici yanımızın azması hali var ki gıda sektörü bu açığı kapatmak için de elverişli bir alan. Artık Allah ne verdiyse ağza götürmek suretiyle giderilen bu ihtiyacımız ileriki zamanlarda başımıza bela olabilir. 

Asabi İştahsızlık vs Asabi Korona İştahı

Bizim psikiyatride Anoreksiya Nervosa diye adlandırdığımız yeme bozukluğu, asabi iştahsızlık olarak da dilimize çevrilebilir. Eski Yunancada “iştah” anlamına gelen “oreksiya” yı başındaki olumsuzluk önekinden arındırıp bizim korona ile birleştirdiğimizde oldu mu size koroneksiya nervosa. Oraya geleceğiz ama önce şu anoreksiya meselesine bir el atalım, bakın altından neler çıkacak neler; yine sınıfsal çatışma, aşk, entrika, macera…

Anoreksiya Nervosa’ yı 1800’lü yılların ikinci yarısında tıp diline kazandıran Sir William Withey Gull, hastalığı genç kadınlarda duygusal bozukluklara bağlı gelişen bir iştahsızlık olarak tanımlamış. Konuyla ilgili üç vaka yayınlayan Sir William Withey Gull aynı zamanda Londra’daki Brook Caddesi’nin ilk baronuymuş. Bu unvan ona Galler Prensi’nin tifo’dan iyileşme sürecine yaptığı katkılar nedeniyle verilmiş ve kraliçenin özel doktorlarından biri olmakla da onurlandırılmış. O çağlarda doktor olmak varmış arkadaş, üç vaka ile hastalık tanımlamalar, prensi tedavi edip baron olmalar; doktorluğun önü çok açıkmış zamanında. Şimdilerde ise Sayın Zonguldak Valisi’nin deyişiyle kendini hastalıktan bile koruyamayan -üç koyun verseniz güdemezlerin korona versiyonu- cibilliyetsizler olarak görülür olduk. 

Bu Galler prensi de az değilmiş ama efendim, güya tahtın varisiymiş ama yemediği halt kalmadığı gibi gitmiş alt sınıflardan Katolik bir kadınla ilişki yaşamış, üstelik kadın hamile kalınca gizlice evlenmişler. Viktorya döneminde İngiltere’de sınıflar oldukça keskin biçimde ayrıştığından olsa gerek bu durum hiç hoş karşılanmamış. Şimdi öyle değil tabi diyeceksiniz ama dizilerde filmlerde hala işlenen temel motiflerden biri zengin birisi ile fakir birisinin imkansız aşkı değil mi? Aynı sınıftan iki kişinin aşkı genelde imkanlı olduğundan senaryolara konu olmuyor, bu insanın köpeği ısırması türünden bir durum. Neyse, bizim Prens daha önceleri kaptığı frengi nedeniyle yaşadığı delilik hali yüzünden kapatıldığı bir bakımevinde hayata gözlerini yummuş, ama yaşadığı dönemki faaliyetleri ile o dönemin magazin basınını oldukça meşgul etmiş. 

Dananın kuyruğu da oradan kopmuş, çünkü aynı dönemde Londra’da ünlü seri katil Karındeşen Jack sahneye çıkmış. Londra’nın yoksul mahallelerinde seks işçisi kadınları öldüren ve nedense bir türlü yakalanamayan bu adamın kim olduğu uzun yıllar boyunca zihinleri kurcalamış. Şimdi o zamanların İngiltere’sinde bizimki gibi günde birkaç kadın öldürülmediğinden olsa gerek Karındeşen Jack efsanesi neredeyse yüzyıl boyunca gündemden düşmemiş. Gariban İngilizler katilin aslında kim olduğuna dair onlarca senaryo üretmek zorunda kalmışlar. Gözünü seveyim memleketin, bizde katil ya kocasıdır, ya sevgilisi, kafamızı yormayız pek.

Şimdi sıkı durun; Karındeşen Jack hep fakir emekçi kadınları öldürüyor, öldürdüğü kadınların cesetlerini ustaca bıçak darbeleri ile imzalıyor, bir türlü yakalanmıyor ve üstüne üstlük dalga geçercesine polis merkezine küstahça bir mektup gönderiyor ve tüm bunlar Jack’in üst sınıflara mensup bir kodaman olduğu yönündeki şüpheleri kuvvetlendiriyor. Çünkü seri katillik ancak üst sınıflara ait komplike bir psikopatlık türü olarak düşünülüyor olmalı; ayaktakımı ancak katil olabilir, seriye bağlamaya nefesi yetmez. Bu arada sınıfın altı üstü mü olur demeyin, ayaklar baş oldu, baldırıçıplaklık gibi hep belden aşağı bölgelerle tanımlanan emekçi sınıflar yaşadığımız düzenin dilinde sınıflar hiyerarşisinin aşağı kısımlarına yerleştiriliyor.

Yine neyse diyelim ve şüpheliler arasında bizim Galler Prensinin ve hatta bizim büyük büyük büyük meslektaşımız Sir William Withey Gull’un de olduğunu tabloya ekleyelim. Bir de prensin yakın arkadaşı ressam Walter Richard Sickert var ki kendisi zaten ölü kadın bedeni tablolarıyla tanınan bir sanatçı. Bir türlü çözülemeyen bu muammanın en son DNA analizleriyle mahallenin berberine fatura edilmesi haber değerinin düşüklüğü nedeniyle sanırım pek yankı bulmamış. Zaten insanoğlunu iştahlandıran çıplak gerçeğin ta kendisi değil de hikayenin mevcut heyecanlanma kalıplarına uyacak şekilde akıp akmadığı. 

Şimdi yine Koroneksiya Nervosa’ ya (Asabi Korona İştahı) dönecek olursak yine gelip sınıfsal meselelere toslayacağız mecburen. Tamam evde kalanlar gıda ile ilk paragrafta bahsettiğimiz türden değişik abartılı ilişkiler geliştiriyor olabilirler ama bunlar kileri dolu olanlar. Bu devirde açlıktan kim ölmüş demeyin, süpermarketlerinde bile yardım kolileri satılan bir ülkede yaşıyoruz biz, sağ olsun bu düzende vicdan rahatlığı bile satın alınabiliyor. Yaşadığımız dünyada niye birilerinin yardıma ihtiyacı var sorusu ile gocunulmadan, organize edilen yardımın büyüklüğü ile övünülebiliyor, ne garip. 

Düzenle güvenli bağlanma: Mümkünatı var mı?

Hem şu geçen Cuma gecesi Korontina bastırmadan marketlere hücum eden insanları da sarıp sarmalayan tam da bu Koroneksiya Nervosa değil miydi? Neredeyse İçişleri bakanını koltuğundan edecek bir Koroneksiya Nervosa krizi yaşadık topluca, yine sınıfına göre kimisi kasaptan et alıp buzluğu doldurdu, kimisi aburcubur alıp avunmaya çalıştı. Ama bunların hep güvensizlikten olduğu yazılıp çizildi. Yönetenler ısrarla sokağa çıkma yasağını hafta sonu evci çıkma ile sınırlandırmaya çalışırken, vatandaşlar kendilerine çoktan OHAL ilan etmişlerdi bile. Doğrudur, güvenli bir bağlanma ilişkisi yaşayamayanlar Koroneksiya’ya daha çabuk tutulurlar ama koronanın fıtratında Koroneksiya Nervosa olmayabilir. 

Sonuç olarak pek de öğünüp, çalışıp güvenemediğimiz bu günlerde korontinanın bizi sürüklediği ruhsal dalgalanmaların izini sürmeye çalışırken, yine kendimizi sınıfsal çatışmaların ortasında buluverdik. Yaşadığımız her şeyin bu düzende yaşıyor olmamızdan doğrudan etkilendiği gerçeğini aklımızdan çıkarmadan, ruhumuzu abur cubur duygularla doldurmadan, geçici olarak kapıldığımız Koroneksiya Nervosa gibi ruh hallerini abartmadan düşünmeye, sorgulamaya ve eylemeye devam edelim. 
Brook Caddesi Baronu Sir William Withey Gull’ un o çağlardaki toplumsal hastalıkların iyileşebilmesi için kraliçeye sunduğu ayrıntılı raporun giriş kısmında yer alan mottoyu hep aklımızda tutalım: #BuDüzenDeğişmeli