Kemal Okuyan ABD'deki olayları yorumladı: Her pisliğin ardından sermayenin sınıf diktatörlüğü çıkıyor

Kemal Okuyan: ABD’de siyahların öfkesi ile komünist hareket arasındaki ilişkiyi koparmak için onlarca yıl nasıl bir çaba gösterildiğini tarih kitaplarından biliyoruz. Her yerde aynısı. Bize masal anlatmasınlar. Her pisliğin arkasından sermayenin sınıf diktatörlüğü çıkıyor.

Haber Merkezi

Geçtiğimiz hafta içinde polisin siyahi bir Amerikalıyı canice öldürmesi sadece bu ülkede değil, tüm dünyada ses getirdi. ABD ülkenin yakın tarihinde görülen en büyük halk isyanlarından birini yaşıyor. Diğer taraftan Türkiye aynı günlerde Gezi direnişinin yıldönümünden geçiyordu. İki halk hareketini benzeştiren çok sayıda yorum da yapıldı.

TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan'a hem ABD'de ne olup bittiğini, hem de yaşananların Gezi/Haziran Direnişi ile bir benzerlik taşıyıp taşımadığını sorduk.

ABD'de neler oluyor ve olaylar neden bu kadar büyüdü? Bunu şundan soruyoruz, bu ülkenin kuruluşundan bu yana siyah Amerikalılara dönük ırkçılığın varlığı biliniyor, George Floyd bu düşmanlığın ilk kurbanı değil. Çok vahşice öldürüldüğü ortada ama bu açıklama yeterli mi tepkinin bu derece büyümesini açıklamak için?

Siyahlara dönük polis şiddeti ile ilk kez karşılaşılmıyor ABD’de. Sayılar inanılmaz yüksek. Son üç yılda 690 siyah polis tarafından öldürülmüş. Ancak konuyla ilgili bir şeyler söylemek için başka sayılardan söz etmemiz gerekiyor. ABD’de polis yalnızca siyahları öldürmüyor. Hatta sadece rakamlara bakacak olursak, 2015’ten bu yana polis şiddeti sonucu yaşamını yitiren beyazların sayısı siyahların neredeyse iki katı. Evet, beş yılda 2385 beyaz polis tarafından öldürülmüş. Beyazlar, siyahlar ve Hispanikler, aslında her kökenden ABD’li polisin hedefi olmuş. Ancak burada düz sayılar bir anlam ifade etmeyebilir, siyahların oranı tüm ülkede yanlış hatırlamıyorsam yüzde 15’in altında. Dolayısıyla oransal olarak bakıldığında ABD’deki siyahların polis şiddetiyle daha çok karşı karşıya kaldığı apaçık ortaya çıkıyor. Bir başka deyişle, polis siyahlara beyazlardan hemen hemen üç katı daha fazla şiddet gösteriyor. Özetle, başka verilerle de desteklendiği üzere, açık, gizlenemeyen, iğrenç bir ırkçılık hakim ABD’deki sisteme. Kuşkusuz bu ayrımcılık siyahların kölelik kaldırıldıktan sonra ikinci sınıf vatandaş olarak yaşamak zorunda kaldığı uzunca bir dönemin uzantısı. Yasal olarak eşitlik sağlandı belki ama ABD’deki toplumsal sistemin ayakta kalabilmesi için ırkçılığı canlı tutması gerektiğini unutmamak gerekiyor. Bunları söyledikten sonra daha az söylenene değinmek gerekiyor. Az önce de belirttiğim gibi, ABD’de polis şiddeti yalnızca Afrika kökenlileri ya da Latinoları değil bütün yurttaşları hedef alıyor. Ama işte burada bütün yurttaşları dediğimizde büyük bir yanlış yapıyoruz çünkü yalnız ABD’de değil dünyanın her yerinde polis şiddeti yoksulları hedef alıyor. ABD’de  ya da İngiltere, Fransa gibi ülkelerde varlıklı, sermaye sınıfından siyahlar da var, polisin gücü onlara dokunmaya yetmez. Dolayısıyla asıl üzerinde durulması gereken, kapitalist ülkelerde devlet şiddetinin ağırlıklı olarak yoksullara yöneldiği ve yoksullar arasında da en az korunanlara odaklandığıdır. Irkçılık burada temel mesele değildir, temel mesele sınıfsaldır.

Birkaç gündür ABD’deki polis şiddeti çok tartışılıyor, gerçekten de tartışmalar genellikle ırkçılık temelinde sürüyor. Kimileri ABD’de polis teşkilatının tarihsel olarak başka bir etnik topluluğun hakimiyetinde olduğuna işaret ediyorlar. Protestan İrlandalıların göç ettikten sonra böyle bir misyonu olduğu biliniyor. Ancak hemen bütün ülkelerde devlet örgütlenmesinin kritik kurumlarında bazı etnik izler görmek mümkün. Rusya’da Kazaklar, bizde Kafkas kökenliler “güvenlik” konseptinin her zaman kritik unsurları olmuşlardır örneğin. Lakin unutmamak gerekiyor, ABD’de siyahlara ya da daha doğru bir ifadeyle yoksullara dönük şiddet uygulayanlar arasında siyahi polisler ya da ABD’de ırkçı önyargılara muhatap olan başka topluluklardan polisler de var. Üç dört gündür bir sürü video çıktı ortaya, bunlardan birinde iri yarı bir siyah polis genç bir siyahın dakikalarca boğazını sıkıyordu. Irkçılık var evet, berbat bir şey evet ama polis şiddetinin kaynağında düzenin bekçiliği var ve düzenden zarar görenleri aynı düzen zararlı olarak görüyor.

İşte burada bir başka iddia ortaya çıkıyor. Deniyor ki siyahlar daha fazla suç işliyor. Bir kere burada kuşkusuz ırkçı önyargılar var. Ancak mesele siyahlar değil, toplumlar yoksullaştıkça suç oranı artıyor doğal olarak. Burada gerçekte ne suçtur ne değildir tartışmasından bağımsız bir biçimde, sadece ve sadece üç ayda 40 milyondan fazla yeni işsizle karşılaşılan bir toplumdan söz ediyoruz. Hırsızlık, gasp, yankesicilik, sahtecilik… Doğrudur bunlar var ancak evsiz, güvencesiz, aç, işsiz, eğitimsiz bırakılmış insanlardan gelişkin bir ahlak mı bekleniyor? Ayrıca kimse ahmak değil. Bütün dünyada sistemin efendilerinin hırsızlığın, gaspın, sahteciliğin, dolandırıcılığın daniskasını yaptığını herkes biliyor. Marx’tan bu yana sermaye sınıfının evrensel olarak baş hırsız olduğu kanıtlanmış durumdadır. O gaddar polis arkasına aldığı uğursuz otoriteyle kendisinden çok daha cüsseli bir siyahı dizleriyle soluksuz bırakabiliyor ama o kadar. Dünyanın en alçak, en sömürücü, en militarist devletlerinden birisine hizmet eden bir zavallıdan başka bir şey değil. Suç göreli bir kavramdır. Adalet açısından bakarsanız başka bir tarif yaparsanız, geçerli hukuk kodlarıyla yaklaşırsanız başka bir tarif… İnsanları aç ve çaresiz bırakacaksınız, sonra “neden dükkanları yağmalıyorlar” diye soracaksınız? Kuşkusuz çözüm örgütlü mücadelede, işçi sınıfının siyasal mücadelesinde ama birçok ülkede o mücadele en büyük suç gibi gösterilmedi mi? ABD’de siyahların öfkesi ile komünist hareket arasındaki ilişkiyi koparmak için onlarca yıl nasıl bir çaba gösterildiğini tarih kitaplarından biliyoruz. Her yerde aynısı. Bize masal anlatmasınlar. Her pisliğin arkasından sermayenin sınıf diktatörlüğü çıkıyor.

TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan

ABD'deki olayları Haziran-Gezi Direnişi'ne benzetenler hayli fazla. ABD'li yetkililerin açıklamalarıyla, o zamanki AKP'lilerin açıklamalarındaki kimi paralellikler; sokaklardaki provokasyon girişimlerinin Gezi'de olanlara benzerlikleri ama hepsinden önemlisi halkın büyüyen ve hala dindirilemeyen tepkisi ve bu tepkinin yer yer sistemin tamamını sorgular şekillere bürünmesi... Bunlara bakarak yaşananları 'ABD'nin Gezisi' diye niteliyor bu kesimler. Ne dersiniz, benzerlik var mı?

Bu tür benzetmelerden bir yerden sonra uzak durmak gerekiyor. Gezi Direnişi ortaya çıktığında kimileri İstanbul Baharı deyivermişti, Arap Baharı’na işaret ederek. Oysa pek bir ilgisi yoktu. Dünyanın her yerinde polis şiddeti var. Dünyanın her yerinde devlet şiddetinin özellikle odaklandığı topluluklar var. Dünyanın her yerinde sömürü var. Benzerlik burada. Şiddet olan her yerde huzursuzluk vardır ve bazen bu huzursuzluk kaygı ve korkuya, sinmeye yol açar bazen de tepki olarak açığa çıkar. Her toplumsal tepkiyi birbirine benzetmenin anlamı yok. Farklı koşullar, farklı dinamikler… Öte yandan hepsinin temelinde sınıf diktatörlüğü var. Kuşkusuz bir ya da daha çok kişinin devlet tarafından öldürülmesi çok önemli bir gelişmedir ve bazen başka koşullarla birleştiğinde bu öngörülmedik gelişmeleri tetikler. 1905 Rus Devrimi’ni hatırlayalım… Kanlı Pazar’da, Çar’ın kendisine dilekçe vermek isteyen binlerce yoksulun üzerine atlı polislerini sürmesi ve bir katliamı göze almasıyla alevlendi ortalık. Üstelik o silahsız topluluğun başında Çar’ın “sahte bir toplumsal hareket örgütle” diye gizlice görevlendirdiği bir ajan vardı! 1905 Devrimi’ne Papaz Gapon yol açmadı elbette ama devrimin yükselişinde bir ajanın sakarlığının payı olduğunu kabul etmek gerekir. Tarihte bir sürü örnek var. Dolayısıyla kimse son teknoloji silahlarına, biber gazına, tankına, tüfeğine güvenmesin. 

ABD'ye dönecek olursak bu eylemler sonucunda, Gezi'nin Türkiye'de yarattığı siyasi sarsıntının bir benzerini ABD'de görmeyi beklemeli miyiz? Sorunun iki boyutu var: 5. günü geride bıraktık, sizce bu iş nereye varır ve uzun vadeli etkisi ne olur?

Bugün ABD, mevcut düzenin en kırılgan hale geldiği ülkelerden biridir. Bir kere yönetici sınıf yönetmekte zorluk çekiyor. Kendi içindeki çelişkileri gideremiyor. Devlette hizipler ayyuka çıkmış, bir dağılmadan bile söz edebiliriz. Bütün toplumu etkileyen ve ekonomik alana sıkıştırılamayacak bir kriz var. Buradan baktığımız zaman geniş kitlelerde hayal kırıklığı olduğunu, hoşnutsuzluğun çok arttığını görüyoruz. Bu başka ülkeler için de geçerli ancak ABD’de salgın yönetimindeki beceriksizlik, salgınla birlikte ABD’deki sistemin yoksullara dönük acımasızlığının daha da belirginleşmesi özel olarak üzerinde durulması gereken gelişmeler. Bu tür toplumsal tepkiler daha önce de çıkmıştı. Örneğin bir kasırgadan sonra, kapsamlı elektrik kesintilerinden sonra ve yine polis şiddetinden sonra… Bu seferki tepkilerde önemli olan daha fazla beyaz emekçinin protestolara katılması, sosyo-ekonomik başlıkların da gündeme getirilmeye başlaması. Ancak bu hareket örgütlü değil. Ya da bu harekete önderlik edebilecek bir örgüt yok ortada. Kuşkusuz sosyal medyada örgütlenen gruplar var, irili ufaklı bir dizi oluşum, dernek bir şeyler yapıyor ama bu örgütsüz karakterini ortadan kaldırmıyor hareketin. Dolayısıyla bu kadar örgütsüz ama yaygın tepki ya ezilir ya da düzen içi hesaplaşmalara meze olur. Öte yandan kitleler bu dönemlerde normal zamanlardan çok daha hızlı öğrenirler. Buradan kalıcı ve sınıf temelleri olan bir odağın ortaya çıkma olasılığını tamamen sıfırlayamayız.