İşte fabrikalardaki son durum: 600 işçinin çalıştığı fabrikaya gittiğimizde 150-200 vaka haberi alıyoruz...

Üretimin son sürat devam ettiği, siparişlerin kısa sürelerde tamamlanması ve sevk edilmesi için ciddi baskıların yaşandığı fabrikalarda Covid-19 da hızla yayılıyor. Salgın sürecinde birçok fabrikaya denetime giden bir denetmen, fabrikalarda karşılaştığı manzaraya ilişkin soL'a konuştu.

Haber Merkezi

Covid-19'un sınıfsal boyutu tartışılır ve ülkenin her köşesindeki fabrikalarda hızla artan vaka haberleri gelmeye devam ederken, salgın sürecinde birçok fabrikaya denetime giden bir denetmenle fabrikalardaki manzarayı konuştuk.

"600 nüfuslu bir fabrikaya gidip kaç pozitif vaka çıktığını sorduğumuzda 150-200 arası cevabıyla karşılaşabiliyoruz. 150 mi 200 mü? Arada 50 kişi fark var ve resmi rakamlara göre yaklaşık her gün bu sayıda insan Covid-19 nedeniyle yaşamını yitiriyor. Konuya yaklaşıma göre cevaplar ve üslup elbette değişiklik gösteriyor" ifadesi, emekçilerin sağlığının nasıl hiçe sayıldığını da gözler önüne seriyor.

Merhaba, son birkaç aydır vaka sayılarındaki temel artışın başta fabrikalar olmak üzere kapalı üretim alanlarında ve toplu taşıma araçlarındaki yoğunlukla arttığı bir tabloyla karşı karşıyayız. Yalnızca buna bakıp bir sonuca varmak bile çok kolay. Şu durumda konunun sınıfsallığına değinmeden önce, yaptığınız iş gereği, fazlaca sayıda fabrikaya-işyerine giriyorsunuz. Önce biraz sizi tanıyalım ve durum sizce de böyle mi, onu konuşalım.

Merhaba. Yaklaşık 6 yıldır özel sektörde denetmenlik yapıyorum ve iş gereği pek çok fabrikaya girip çıkıyorum. Son 3 yıldır ise, haftada minimum 4 gün olmak üzere ayda minimum 16 farklı büyüklükte işyerine-fabrikaya giriyorum. Pandemi sürecinde de Nisan ve Mayıs ayları dışında bu yoğunluk aynı şekilde devam etti, ediyor. Bu benim ve benim gibi sahada çalışan arkadaşlarım için ayda minimum 16 farklı büyüklükteki işyeri ve onlarca farklı insanla temas etmek anlamına geliyor. Bu temas skalasına o fabrikalarda-işyerlerinde çalışan mavi yakalı işçiler de dahil. Bu da ayda en az 120 üretim çalışanıyla bire bir sohbet etmek demek. 

Açıkçası biz de kamuoyundan, okuduklarımızdan ve birebir şahit olduklarımızdan yola çıkarak süreci takip etmeye çalışıyoruz. Şu bir gerçek, bizim de canlı olarak gördüğümüz kadarıyla özellikle fabrikalardaki vaka sayılarında son 2-3 ayda ciddi oranda artış var. Çünkü yaptığımız işin kapsamı gereği, o fabrikadaki kayıtlara geçen vaka sayılarını öğrenmek işin bir parçası. Bu anlamda gittiğimiz yerlerde çok çarpıcı örneklerle karşılaşıyoruz. Neredeyse haziran başından bu yana pek çok işyeri tam kapasite çalışmaya yeniden başladı. Bu durum haliyle riski de vaka sayılarını da artırdı. Ancak ortada ciddi bir belirsizlik ve takipsizlik var.

Gittiğiniz işyerleri genellikle hangi büyüklükte oluyor? Hangi sektörler ağırlıklı olarak?

15 kişilik atölyeden 5000 kişilik fabrikaya kadar geniş bir skala var. Sektörel olarak tekstil ağırlıklı olmak üzere her sektör diyebiliriz. İkinci sırada gıda geliyor. 

Aslında sizler de doğal olarak risk grubunda çalışıyorsunuz. Verdiğiniz sayılar sizin de risk kapsamında olduğunuzu gösteriyor. Öte yandan, fabrikalardaki durumu yakından gözlemleme şansınız oluyor.

Elbette. Her gün hem kendimiz için hem de temas ettiğimiz insanlar için fazlasıyla endişeleniyoruz. Aynı zamanda ayda minimum 2 defa şehir dışı denetim seyahatlerimizin olduğunu düşünürsek, kaygı düzeyimiz oldukça yüksek, çok normal olarak. İşin içine farklı şehirler de giriyor.

Ama şu da bir gerçek ki, karşılaştığımız tablonun bize kendimiz için endişelenmeyi unutturduğu zamanlar çok oluyor. Sonuçta kimi önlemlerin alınıp alınmadığını kontrol etmek için gittiğiniz bir yerde çarpıcı örneklerle karşılaştığınızda, oranın durumuyla ilgilenmek istisnaları olmakla birlikte çoğu zaman kendiniz için kaygılanmanızın önüne geçiyor. 

Gizlenen bir durum olabilir ön kabulü işin başlangıç noktasını oluşturuyor

Peki temel farkındalık noktanızı ne oluşturuyor? Özellikle bu süreçte neyi peşinen bilerek bir fabrikaya giriyorsunuz? 

Bu aslında trajikomik bir cevabın sorusu. Bir kere, her gün kafada şu soruyla giriyoruz: Bugün acaba hangi sürprizle karşılaşacağım? Yani kesin olarak bildiğimiz bir şey olmuyor belki ama mutlaka bir sürprizle karşılaşacağımızı ve o gün yine şaşıracağımızı, ‘vay be’ diyeceğimizi bilerek giriyoruz.

Bu aslına bakarsanız yaptığımız iş gereği pandemi öncesinin de geçerli cevabıydı bizim için ancak bu süreç ek kimi yükler bindirdi diyebilirim. 

Çünkü zaten çalışma koşulları, iş güvenliği, genel işleyiş açısından eksik ya da arızalı giden durumları tespit etmek için orada bulunuyoruz ve dolayısıyla işin temel mantığı bir arıza, bir boşluk bulmaya odaklanmaktan geçiyor. Denetçi olarak, bulamadan o günü bitirmek demek, işi o gün layıkıyla yapmamak anlamına geliyor. Ha, tabi ‘bulsanız ne oluyor sanki’ diyebilirsiniz, kısmen haklı da olursunuz, bu ayrı bir tartışma konusu olur ama insani kimi vasıflarınızı henüz yitirmediyseniz bulamamak huzursuzluk yaratıyor, buna emin olabilirsiniz. 

Dolayısıyla, gizlenen bir durum olabilir ön kabulü işin başlangıç noktasını oluşturuyor. 

Ama Covid-19 ile birlikte durum bir hayli değişti.

Ne gibi?

Şimdi ona geleceğim. 

Ortada büyük ölçekli-küçük ölçekli farketmez, işyerleri açısından artık başka bir şey var. Çünkü, örneğin bir fabrika yönetimi, asgari ücret altı maaş verdiğini, yasal sınırların üzerinde saatlerde işçi çalıştırdığını ya da içeride bazı çalışanlara mobbing uygulandığını türlü numaralarla gizleyebilir ama  Covid-19 sürecinin başından bu yana kaç vaka çıktığını gizlemiyor elbette. Neden gizlesin? Birincisi gizlemek kısmen konuya hakimiyetle ilgili bir şey. Böyle bir hakimiyet maalesef yok. Örneğin söz gelimi, 600 nüfuslu bir fabrikaya gidip kaç pozitif vaka çıktığını sorduğumuzda 150-200 arası cevabıyla karşılaşabiliyoruz. 150 mi 200 mü? Arada 50 kişi fark var ve resmi rakamlara göre yaklaşık her gün bu sayıda insan Covid-19 nedeniyle yaşamını yitiriyor. Konuya yaklaşıma göre cevaplar ve üslup elbette değişiklik gösteriyor. 

Hangi vaka ne zaman ve nasıl ortaya çıktı? Çıkar çıkmaz ve ilerleyen günlerde işyeri tarafından nasıl aksiyonlar alındı? Filyasyon çalışması yapıldı mı? Bunların her biri çok detaylıca incelenmesi gereken ve net cevaplara ihtiyaç duyan sorular ancak bu netlikte bir fabrika yönetiminin olduğunu sanmıyorum. En azından ben şimdiye kadar karşılaşmadım.

Öte yandan, konuya hakettiği önem verilmiyor. Bunu zaten sürecin en başından beri hep birlikte gördük, üzerine ekstra bir şey söylemeye gerek yok sanırım. Genel olarak Covid-19’la bütünlüklü bir mücadeleye ülke genelinde izin verilmiyor ne yazık ki… Üretim son sürat devam ediyor, siparişlerin kısa sürelerde tamamlanması ve sevk edilmesi için ciddi baskılar devam ediyor, durum böyle olunca çalışma da devam ediyor. Hatta vardiya artıran işyerleri bile gördük bu dönemde. Kısa çalışma ödeneğinden yararlanıyor ama tam kapasite çalışıyor vs.

Ancak sınırlı sayıda da olsa şöyle örneklerle de karşılaşıyoruz. Konunun işyeri hekimlerine havale edildiği kimi yerlerde şans eseri, işçi sağlığına önem veren, durumun öneminin ve şiddetinin farkında olan hekimler varsa durum olumlu yönde biraz değişiyor elbette. 

'50 metrekarelik bir alanda, işçiler üstüste çalışıyor'

Korunmanın ve önlemlerin bireysel olarak belirlenen kıstaslara göre alındığı ya da sağlanmaya çalışıldığı bir süreç olarak tarifleyebiliriz sanırım bir bütün olarak.

Aynı şey bizler için de geçerli. Gözünüzü kapayıp yalnızca işinizi bir şekilde yapıp çıkmaya da odaklanabilirsiniz, ki bazen bunu tercih ettiğimiz de oluyor, olmak zorunda. Düşünün ki, 50 metrekarelik bir alanda, işçiler üstüste çalışıyor, kiminde maske var kiminde yok, su açıkta, yemekler açıkta, tuvaletler rezalet vs. vs. Kısacası kendimizle oradaki çalışanlar arasında çelişkilere gark olduğumuz çok oluyor ne yazık ki…

İşçilerin psikolojisini, yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce konunun asıl muhatapları ne durumda?

Açıkçası kendi psikolojimle aynı seyirde olduğunu söyleyebilirim. Ben nasılsam onlar da öyle, hepimiz gibi. Ama bu sorunuz şu yüzden önemli. 

Denetimlerin temel parametrelerinden biri de artık pandemi ve o işyerinde pandemiyle ilgili yapılan çalışmalar. Ancak temel düzeyde. Örneğin size sorsam alınabilecek önlemleri öncelikle nasıl sıralarsınız? Maske takmak, el yıkamak, sosyal mesafe kurallarına uymak. 

Bu önlemlerin belirlenmesinde herhangi bir sorun yok. Maskelerin büyük oranda takıldığını ve işyeri tarafından sağlandığını görüyoruz, çok ekstra örnekler dışında ‘bize maske vermiyorlar’ diyen bir işçiyle çok sık karşılaşmıyoruz.  Yemekhaneler büyük ölçüde sosyal mesafeye göre dizayn ediliyor. Her yere uyarı levhaları, bilgilendirme notları, dezenfektanlar asılıyor vs. Ancak sorun şu ki, gerisine bakılmıyor. 

Bu durumu geçtiğimiz günlerde otobüse binip ‘halkın sosyal mesafe kurallarına uymadığını gördüm’ diyen bilim kurulu üyesinin bakış açısına benzetebiliriz. 

Örnek olsun, işçilerden yarım saatlik mola süresi içinde, sosyal mesafe kurallarına mutlak suretle uyarak yemeklerini yemeleri ve işlerinin başına dönmeleri bekleniyor. 

Örneğin bir fabrikada gerçekleşen iş kazalarının nedenleri araştırılırken yapılan kök neden analizleri hep işçinin dikkatsizliğiyle sonuçlanır. Burada da aynı şey geçerli, maskeyi veren, ateşi ölçen patron daha ne yapabilirim diyor.  Covid olan işçi muhakkak ki kendi dikkatsizliği sonucu olmuştur ve yapılacak en iyi şey evine yollamaktır. Kabaca durum böyle. 

Çalışanlar ise bu durumun çok net farkındalar, en azından benim gördüğüm örneklerde. 

Bu süreçte gittiğiniz yerlerde en çarpıcı ne yaşadınız? 

Her gün, kaç vaka var sorusuna gün içinde birbiriyle çelişen en az 3 farklı cevap aldığımızı bir kenara koyarsak işin içinden çıkamadığımız durumlarda inisiyatif alarak denetimi sonlandırdığımız örnekler de oluyor. 

Örneğin, bir defasında, yaklaşık 550 çalışanın olduğu bir fabrikada son 1,5 ayda 270 vakanın çıktığını elbette ki bunların çoğunun semptom göstermemekle birlikte yasal olarak belirlenen karantina süresi dolmadan çalışmaya yeniden başladıklarını görmüştük. O an yapabileceğimiz tek şeyi yaparak fabrikayı terkettik. 

Yine başka bir arkadaşımın anlattığına göre, özel risk gurubunda tanımlanan, hamileler, engelliler, kronik hastalığı olanların bu süreçte de türlü cambazlıklarla çalıştırılmaya devam ettiğini bildiğimiz örnekler var.

Doğrudan Covid-19’la ilgili olmasa da şu tip şeyler de oluyor. İşçi servislerinde bulaşım fazla olduğu için, servis sayısını artırmak yerine servisleri tamamen kaldırıp işçiyi belediye otobüslerine mahkum eden aklı evvel patronlar da var ya da yemekhanede daha hijyenik koşulları sağlamak yerine yemeği kaldıran patronlar ve hatta içme suyunu bile. Bunlar da çok çarpıcı değil mi? 

Ya da durumdan istifade edip, güya hijyen gerekçe gösterilerek tuvaletler daha az kullanılsın diye, işçilerin tuvalette geçirdiği süreyi kayıt altına almaya başlayan, ücret kesintisine kadar giden işyerleri var. 

Çarpıcı örnekler saymakla bitmez. Tahmin etmek için de müneccim olmaya gerek yok açıkçası.

Fakat şu gerçeği hep başa yazmak zorundayız. Ülkede Covid-19’la köklü bir mücadelenin zemini başından beri oluşturulmadı. Dolayısıyla fabrikalarda işyerlerinde bugün giderek artan bir şekilde karşılaştığımız şeyler, bunun sonuçları. Ve elbette yansıması tamamen emekçilere oluyor.