Işıl Özgentürk'ün yeni kitabı: 68 Yılında Ondokuz Yaşındaysan Hep Ondokuz Yaşındasın

"Işıl Özgentürk'ün yeni kitabı '68 Yılında Ondokuz Yaşındaysan Hep Ondokuz Yaşındasın' cesur bir manifesto gibi"

Orhan Aydın

Kitabı yeni bitirdim ve kapağını kapatıp düşünmeye başladım. Kitaptaki cesaret karşısında şapka çıkarıyorum. Ülkemizin elli yılı, bir kadın yazarımızın kaleminden anlatılıyor. Özgentürk “ben” ve “biz” diyor ve yanıbaşınızdan sanki coşkun bir ırmak akıyor. Ve bitmesin istiyorsunuz zaten yazar da 68’li yılları anlattıktan sonra devam etme isteğine boyun eğmiş. İyi de yapmış. Çünkü diyor ”68 Bir ruh halidir ve sizi asla terk etmez. Etmesin de!” Yüreğine sağlık Özgentürk!  

İşte bu cesur manifestodan bir bölüm:

İHANET EDEMEM!

“Neden bu heyecan, bu yerinde duramama hali, evet İşte gene 1 Mayıs ve ben Taksim Meydanındayım.Taksim’deyim, çünkü kendi gençliğime ihanet edemem. Bunca yıldır gördüklerime, duyduklarıma ve inandıklarıma ihanet edemem!

Çünkü ben gencecik bir devrimciyken, grevdeki Gamak işçisi Şerif Aygün hemen yanıbaşımda polis kurşunuyla öldü. O günün anısına ve Şerif Aygün’e ihanet edemem. 

15-16 Haziran’da köprüler açılınca ,ortak tutulan bir tekneyle karşıya geçip, Cevizli ,Kartal ,Pendik yöresinden gelen işçilerle birlikte “boş tencere dolar mı kendi kendine “ şarkısını söyleyip yürüdüm.O güne ihanet edemem! 

12 Mart askeri darbesinde, bu ülkenin en güzel insanları polis kurşunuyla, idam edilerek öldürürdü. Onlara ve anılarına ihanet edemem! 

12 Mart döneminde işkence gören, gördükleri işkenceye rağmen, hapishaneden bana umut dolu mektuplar gönderen arkadaşlarıma ihanet edemem! 

Dağlarda, ovalarda öldürülen, yıllar geçmesine rağmen failleri bulunamayan genç yaşlı ölülere ihanet edemem! 

Ölüm orucunda ölen, Sevgi Erdoğan’ın ölüme bir kala gözlerinde gördüğüm umut parıltısına ihanet edemem! 

Devrim İçin Hareket Tiyatrosu’nu düğün salonlarında, grev alanlarında, üniversite bahçesinde, Kanlı Pazar’da seyreden ve yıllar sonra röportaj için gittiğim Alibeyköy’de bir kahvede beni tanıyıp “sen o kızsın, hani çocuğu ölen” diyerek boynuma sarılan kaportacı Selim’e ihanet edemem!

Dört yaşında, elinde çiçeklerle babasını işkence merkezi Davutpaşa Kışlası’nda görmeye giden, kızama ihanet edemem!

Diyarbakır’da film atölyesi yaptığımda, gecenin anlamını "korku" olarak tanımlayan ve kurşun seslerini duymamak için sürekli şarkı söyleyen öğrencimin o şarkısına ihanet edemem!

Yıllardır kayıp çocuklarının kemikleri için bekleyen, Cumartesi annelerine ve Belfo anaya ihanet edemem!

1 milyon kişinin katıldığını gördüğüm 1 Mayıs’lara ve oradaki inanca ihanet edemem!

Her 1 Mayıs’ta Kazancı Yokuşu’nda ölen kızı için sokağa usulca kırmızı bir gül bırakan babanın sabrına ihanet edemem!

Uludere katliamında ölen çocukların, kaçağa sadece yeni aldıkları bilgisayarların taksitini ödemek için gittiklerini duyduğumda, yüreğimi alıp götüren acıya ihanet edemem! 

Gezi olayları sırasında ölenlerin gençliğine ihanet edemem! 

Ülkemin Başbakan’ın sözüyle Taksim’de polis kurşunuyla ölen 15 yaşındaki Berkin’in annesini yuhalayan kadınların karşısında duyduğum utanca ihanet edemem! 

Bu ülkenin dağlarını, denizlerine, ovalarına , akarsularına ihanet edemem! 

Müzelerdeki Kibele heykellerine ihanet edemem!

Her 19 Mayıs’ta Atatürk’ün gözlerine baktığını ve elini sıktığını gözyaşları içinde anlatan babama ihanet edemem!

Gerze’de direniş çadırında termik santral kentlerine gelmesin diye, nöbet tutan o Karadenizli amazonlara ihanet edemem! 

Bembeyaz giysilerle girdiğim ve kapkara çıktığım Zonguldak madenlerinde ömür tüketen madencilere ihanet edemem!  

Kanlı 1 Mayıs’ta eve bir türlü gelmeyen küçük kızı için sessizce ağlayan ama bir yanda da “bugün hepinize bir anne çorbası iyi gelir, “ diyerek çorbayı karıştıran annemin anısına ihanet edemem! Annem gözü kara öğretmenim, sana ihanet edemem!