İklimi kim değiştiriyor?

'Birileri el yıkayacak sabun bile bulamazken birileri özel jet sahibi olmaz. Bugün, 'maliyet' gerekçesiyle yavaş ilerleyen yenilenebilir enerji dahil temiz teknolojilere geçiş, en hızlı ve doğayla uyumlu şekilde sağlanabilir. Merkezi bir planlama yapılabilmesi için üretim araçlarının ve doğal kaynakların birilerinin özel mülkü olmaktan çıkarılıp toplumun bütününe ait olması gerekir…

TKP İstanbul Çevre Komisyonu

Küresel iklim değişikliğinin ana nedeninin sera gazı emisyonlarında insan faaliyetleri sonucunda gözlenen artış olduğu ortaya konuluyor. World Resources Institute (WRI) verilerine göre1 küresel sera gazı emisyonları 1990 yılından bu yana %41 artmış durumda ve artmaya devam ediyor. Hanelerin kullanımından kaynaklanan karbondioksit emisyonlarının oranı %11 iken karbondioksit emisyonlarının %16’sı ulaşımdan, %7’si çoğu ormansızlaştırmaya bağlı olmak üzere arazi kullanımındaki değişimlerden, geri kalan %76’sı ise ticari aktiviteler ve üretimden kaynaklanıyor. Bu veriler, karbondioksit emisyonlarındaki artışın kaynağında bireysel faaliyetlerin değil üretim ve ticari faaliyetlerin olduğunu gösteriyor.

Karbon Saydamlık Projesi’nin (CDP) 2017’de yayınladığı rapora2 göre ExxonMobil, Shell, BHP Billiton and Gazprom içinde bulunduğu 100 fosil yakıt üreticisi endüstri kaynaklı küresel sera gazı emisyonlarının %71’ inden sorumlu.
Amazon Watch ve Mighty Earth’ün hazırlamış olduğu raporlara 34 göre küresel iklim değişikliğini yavaşlatma ve önleme açısından çok önemli bir sera gazı yutak alanı olanı olan Amazon’un ormansızlaştırılmasının sorumlusu sığır, sığır yemi ve soya fasulyesi yetiştirip ihraç eden JBS, Mafrig, Cargill gibi büyük ölçekli uluslararası şirketler ve onlardan alıp halka satış yapan Stop & Shop, Costco, McDonald’s, Walmart/Asda ve Sysco gibi küresel markalar.

Dünyanın en büyük et işleyicisi JBS, ormansızlaştırılmayla oluşturulmuş çiftliklerden sığır alımını yasaklayan 2009 Sığır Moratoryumu’nu imzalamış olsa da araştırmalar şirketin ciddi ihlaller yaptığını gösteriyor. 2017’de ortaya çıkan skandal bu ihlallerin doruk noktası. JBS’in korunan alanlarda yetiştirilen sığırları temiz çiftliklere taşıdığı ve bu sığırları temiz çiftliklerden alınmış gibi gösterdiği ortaya çıktı.

Benzer bir durum Amazon Soya Moratoryumu’nu imzalamış gıda ve tarım tekeli Cargill için de geçerli. Amazon Soya Moratoryumu’ndaki boşluklardan yararlanan Cargill bir yandan Amazon Soya Moratoryumunu imzalıyor, bir yandan da Brezilya Amazon’u dışındaki ormansızlaştırılma ile oluşturulmuş alanlardan soya almaya devam ediyor. Araştırmalar Cargill'in Bolivya Amazon havzasının ormansızlaştırılmasıyla ilişkili olduğunu gösteriyor.

Şirketler doğayı koruma sözleri verirken arka planda kâr hırsıyla doğayı katletmeye devam ediyor. Bu örnekler, kapitalizmin istisna olmayan sonuçları olduğu için asıl sorumlunun da sistemin kendisi olduğunu ortaya koyuyor. Dolayısıyla iklim değişikliği sorununun çözümünün de bireylere değil sistemin bütününe yönelik olması gerekiyor. İklim değişikliği konusunda 'insanı' suçlamak, asıl sorumluların ve sistemin bütününün sorgulanmasını engellemeye yarıyor.

Kapitalizm iklim krizini çözebilir mi?

1972 yılında düzenlenen Stockholm Konferansı ile ekonomik faaliyetler ve çevresel bozulma arasındaki ilişkiye işaret edilmeye başlanmış, 1992’de düzenlenen Rio Konferansında bugünkü iklim politikalarını şekillendiren Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi imzalanmıştır. 1997 yılında Kyoto Protokolünün kabul edilmesiyle emisyon azaltımı hedefleri ortaya konmuş, 2015 Paris Anlaşması ile küresel sıcaklık artışının sanayileşme öncesi döneme göre 2 °C, mümkünse 1,5 °C ile sınırlandırılması hedeflenmiştir.

Kyoto Protokolü’nde, emisyonların azaltılması hedefine ulaşılması için karbon piyasası modeli ortaya konmuştur. Bu modele göre emisyonların azaltılması Ortak Uygulama, Temiz Kalkınma Mekanizması ve Emisyon Ticareti gibi piyasa temelli mekanizmalar ile gerçekleştirilebilir. Bu mekanizmalar, iklim değişikliği ile mücadelenin en az maliyetle yapılmasına ve azaltılan emisyonların karbon kredileri aracılığıyla alınıp satılmasına dayanıyor.5

Gelişmiş kapitalist ülkelerin emisyon salınımını temiz teknolojilere yönelerek sınırlama hedefiyle yola çıkılmış olsa da bu uygulamalar başarılı olmadı. Örneğin, CDM yoluyla, gelişmiş kapitalist ülkelerdeki kamu kuruluşları veya şirketlerin, diğer ülkelerde emisyon azaltıcı yatırımlar yaparak emisyonlarını telafi etmesi hedefleniyordu. Özellikle maliyetlerin ve denetimlerin düşük olduğu ülkelere yatırımlar yapılmış olsa da emisyonların telafisinde bile başarısız olundu ve azaltım hedeflerine ulaşılamadı. Aksine bazı örneklerde emisyon artışına neden olarak iklim değişikliğini olumsuz etkiledi.

Çok uluslu şirketlerin, emisyon sınırlamalarından kaçınmak amacıyla fabrikalarını gelişmiş kapitalist ülkelerden daha zayıf iklim politikaları olan diğer ülkelere kaydırmaların önüne geçmek için ücretsiz emisyon ödeneği veriliyor. Bu ödenekler sayesinde ağır sanayinin 2008-2015 döneminde AB Emisyon Ticaret Sistemi’nden (ETS) 25 milyar Euro'dan fazla kazandığı ifade ediliyor. Küresel karbondioksit emisyonlarının %5’inden sorumlu olan çimento sektöründe, AB’nin karbondioksit emisyonlarının azaltılmasını sağlayacak ana aracı AB ETS bunu şimdiye kadar başaramasa da LafargeHolcim’in 1.1 milyon Euro, Heidelberg-Italcementi’nin 630 milyon Euro ve Cemex’in 348 milyon Euro gibi olağanüstü kazançlar elde ettiği belirtiliyor.67

Kapitalizmde kaynaklar kullanılırken -çözüm olarak sunulan iklim değişikliği ile mücadele araçlarında olduğu gibi- piyasanın sürdürülebilirliği yani kârlılık ve sermaye birikiminin sürdürülmesi zorunludur. Tek tek sermaye sahipleri rekabette geri kalmamak ve kârlılığı en yüksek düzeye çıkarmak için kendilerine en çok kâr getirecek alanda, en çok kâr getirecek şekilde ve en çok kâr getirecek miktarda üretim yapar. İçinde yaşadığımız düzen kâr odaklı, rekabete dayalı ve plansız büyüme arayışının doğrudan bir sonucu olarak sorunu kökünden ortadan kaldırmayı hedeflemeyen çözüm önerilerini bile uygulamaktan uzaktır.

Kapitalizm ekonomik olarak sürekli büyümek zorunda ama gezegenimiz büyümüyor. İnsanlığın bugününü ve geleceğini tehdit eden çevre sorunları ile mücadele etmenin tek yolu, gezegenin bütün kaynaklarının doğayla uyumlu bir şekilde ve merkezi bir planlama doğrultusunda yönetilmesinden geçmektedir. Merkezi planlamada bütün kaynaklar, toplumun temel ihtiyaçları gözetilerek kullanılır. Aşırı ve sürekli büyüme zorunluluğu ortadan kalkar, ihtiyaçtan fazla üretimin ve lüks tüketimin önüne geçilir. Örneğin, birileri el yıkayacak sabun bile bulamazken birileri özel jet sahibi olmaz. Bugün, "maliyet" gerekçesi ile yavaş ilerleyen yenilenebilir enerji dahil temiz teknolojilere geçiş, en hızlı ve doğayla uyumlu şekilde sağlanabilir. Merkezi bir planlama yapılabilmesi için üretim araçlarının ve doğal kaynakların birilerinin özel mülkü olmaktan çıkarılıp toplumun bütününe ait olması gerekir. Bu nedenle sosyalist toplumun kurulması iklim değişikliği ile mücadele için de bir zorunluluktur.