Hıfzısıhha: Yıkılmasaydı bir salgın yönetimimiz olabilirdi

Salgınla mücadelede en kıymetli aracımızı yok eden akıl şimdi salgını yönetiyor! İşte Hıfzısıhha’nın yüzyıldan kısa zamana sığan yükselişi ve kapatılması...

soL - Sağlık

AKP’nin en sık duyduğumuz propaganda klişesi kendi iktidarlarından önce neredeyse bir yokluk içinde olduğumuz ve sayelerinde varsıllaştığımız söylemi. Yapılan olarak gösterilenlerse genelde yollar, köprüler binalar gibi inşaat sektörü ürünleri. Uygulamada ise hayatımıza giren özel sektörün daha da yayılmış azgın kar hırsı. Halkın gün geçtikçe geliştirilmesi çağdaşlaştırılması gereken koşullarının tamamen piyasanın insafına terk edilmiş olması.

Pandemi vesilesi ile sağlık alanında, AKP ile niteliksel bir ilerleme kaydetmediğimizi,  öncesinde elimizde bulunan çok değerli devlet kurumlarını yitirmiş olduğumuzu, bunun faturasını toplum olarak ödediğimizi gördük.

Bunun bir örneğini aşı gündemi üzerinden verebiliriz. Dünyayı etkileyen salgın hastalıkta geldiğimiz noktada ülkelerin sorunu aşmak adına edinmeye çalıştığı şey piyasada mevcut olan aşılar. Bu aşılar ancak büyük ilaç şirketlerince üretilebiliyor. Patentleri ellerinde, kapasiteleri fabrikalarının olanakları ile sınırlı. Bu haliyle tüm dünyaya yetecek dozda aşının kısa sürede kullanıma sunulması mümkün görünmüyor.

Oysa ki ülkemiz tarihinin önemli bir diliminde ürettiği aşılarla halkını aşılayabilme olanağına sahipti. Bunu da Cumhuriyetin ilk yıllarında tam da cumhuriyetin kuruluş felsefesine uygun olarak açılan Ulusal Hıfzıssıha Enstitüsü sayesinde gerçekleştiriyordu.

1928: Hıfzısıhha Enstitüsü açılır

Cumhuriyetin kuruluş yıllarında devlet imkanlarıyla, yurdun en ücra köşesine kadar,  ücretsiz biçimde sunulacak, koruyucu temelde sağlık hizmetlerinin en önemli kurumudur Hıfzıssıha Enstitüsü. 1928 yılında açılır. Halk sağlığı ile yakından ilgilenecek, salgınların önüne geçecek ve bütün biyolojik maddeleri üretecektir. 1892 yılında kullanılan Aşıhane laboratuarı ve dağıtım ağı devralınarak geliştirilir. Kuruluştan sadece bir yıl sonra üretilen kızıl ve difteri serumları, 1934 yılında da çiçek aşısı ülkeye yetecek miktara ulaşır.

Yapılan çalışmalar sadece biyolojik madde üretimi ile sınırlı kalmamış okullaşma faaliyeti ile gerekli işgücünün yetiştirilmesi, bilimsel gelişmelerin yakından takibi ve bilimsel bilginin üretimi hedeflenmiştir. Bugün ismini birçoğumuzun salgın hastalık nedeniyle bildiği Robert Koch, Pasteur Enstitüleri ile yakın çalışmalar yapılmış, çok sayıda bilimsel araştırma ve makaleler yayınlanmıştır. 

Dünya Sağlık Örgütü'nün tanıdığı İnflüenza Laboratuvarı

1947 yılında, biyolojik kontrol laboratuarı kurulmuş, aynı yıldan itibaren deri içi BCG aşısı üretimine geçilmiştir.  1948 yılında Viroloji ve Virüs Aşıları Şubesi kurulmuş bu çalışmalar doğrultusunda ilk defa inflüenza virüsü, New-Castle virüsleri ve tavuk vebası üzerine araştırmalar yapılmıştır. 1950 yılında inflüenza Laboratuarı bölgesel inflüenza merkezi olarak Dünya Sağlık Örgütü tarafından tanınmıştır. 

İlerleyen yıllarda boğmaca, tetanos ve ileri düzey BCG aşıları geliştirildi. İlaç denetleme, Kolera referans Laboratuarı, mikoloji laboratuarı, AİDS araştırma merkezi açıldı.

Türkiye’nin 1980 yılından sonra ekonomik programının merkezine yerleştirilen ve büyük oranda kamu elinde bulunan işletmelerin kapatılması veya özel sektöre devredilmesine neden olan liberal dalga sonucunda önce 2004 yılında Aşı Üretim Enstitüsü, 2011 yılında da Hıfzıssıha Enstitüsü ve bünyesinde onlarca ilaç üreten Bomonti İlaç Fabrikası kapatıldı.

Tasfiye edilen sadece bir geçmiş değil

Hıfzıssıhha Enstitütüsü’nün kapanması sadece tarihsel anlamı olan bir değeri yitirmek demek değildir. Enstitünün kapanması salgın hastalıklara karşı alınması gereken koruyucu önlemlerin bir merkezden planlanamaması demektir. Salgın hastalıklarla mücadelede toplumsal öncelikleri belirleme ve uygulama konusunda gerekli çağdaş ve bilimsel bilgi üretimini tasfiye etmek demektir. Bu alanda oluşmuş tarihsel bilgi birikimini yetişmiş işgücünü dağıtmak demektir. Toplumda düzenli uygulanan aşıları üretme ve geliştirme potansiyelini çöpe atmak demektir.

Salgın dönemine kalmış olsaydı salgın hastalıklarla mücadelede çok önemli bilgi birikimine ve aşı geliştirme ve üretme potansiyeline sahip bir kamu kuruluşumuz olacak ve bu kadar zorlanmayacaktık. 

Virüsün ülkeye girip girmediğinden, açıklanan vaka sayılarına kadar bir çok veri deneyimli bir ekip marifetiyle yönetilecek, hangi aşının ne kadar etkili olduğu, kimin ne kadar sürede aşılanabileceği, hangi aşının kimlere uygulandığı, hangi aracının buradan ne kadar kazanacağı spekülasyonlarına yer kalmayacaktı.

En az aşı kadar, Cumhuriyetin kuruluş felsefesine ihtiyacımız var: toplumun tümüne, devletin imkanları ile ayrım gözetmeksizin sunulan nitelikli sağlık hizmeti. Ya da tersinden Cumhuriyetimizin kuruluş ilkeleri kalmadığı için bugün aşıya ulaşamıyoruz.