GÖRÜŞ | Bütçe görüşmeleri: Hala bir anlamı var mı?

Merkezi bütçe meselesiyle ilgili merak ettiklerimizi sorduğumuz eski Sayıştay Denetçisi Kadir Sev'e göre bütçeyle ilgili hazırlamadan denetlemeye birçok konu anlamsızlaştı.

Haber Merkezi

Gündem şu günlerde 2021 yılı bütçesi tartışmaları üzerinde yoğunlaştı. Ancak ülkede tek bir bütçe olmadığı da bir gerçek. KİT’lerin elinde önemli kaynaklar var. Anonim şirket statüsünde oldukları için onların bütçeleri parlamentonun onayından geçmiyor; yönetim kurullarında hazırlanıyor, onay yetkisi genel kurullarında. Varlık Fonu’na devredilmiş olanlarında ise bu kurullar yok hükmünde. Sermayeden gelen sinyallere göre birileri biçimlendiriyor. Ve yapılanlar sır gibi saklanıyor. Yöneticilerine ödenen aylıkların tutarını bile söylemiyorlar. Bütün bunların yanı sıra Diyanet Vakfı, Maarif Vakfı gibi örgütler, büyük tutarlarda kamu fonu kullanıyor. Ayrıca İşsizlik Fonu gibi kamu gücüyle toplanan paralar ve bunların kullanılmasına ilişkin sorunlar var. Dolayısıyla Bütçe denildiğinde ne anlamalıyız bu önemli. 

Bütçe ve denetim meseleleriyle ilgili merak ettiklerimizi konunun uzmanı eski Sayıştay Denetçisi Kadir Sev'e sorduk. 

Bütçe denildiğinde ne anlayacağız? Şu günlerde Meclis'te ne görüşülüyor?

Bu söylediklerine, yap-işlet; kamu-özel ortaklığı gibi projeler aracılığıyla sermayeye aktarılan kaynakları da ekleyelim. Kamunun bütün zenginlikleri, kıyıları, ormanları, taşınmazları; kamu mülkiyetindelerse doğrudan, değillerse acele kamulaştırılıp yağmaya sunuluyor. Bu işlemler için Parlamento onayına gerek yok. Bütçelerde ise bu tür bilgilere yer verilmiyor. Oysa bunlar ülkenin varlığı, zenginliği. Bütçelerle kurulan tek ilişkisi, gelir garantileri nedeniyle ayrılan ödeneklerden ibaret. Ödeyecek başka kaynak bulsalar onu da yazmayacaklar.

Kısacası Meclis’te eksikli bir bütçe görüşülüyor.

Bütçelerde, kamu gelir ve giderlerinin hangi sınıfların çıkarına olacak bir anlayışla toplanıp-harcanacağı bilgileri yer alır. Kimin ne aldığına baktığımızda sınıfların, ara katmanlarının siyasetteki güçlerinin düzeyini görürüz. Buna “sınıfların karnesi” diyelim istersen.

Ama bütün bunlara karşın bütçe tartışmalarını önemsiz sayamayız. Eksikli de olsa karnemizdeki kırıkları görüyoruz.

Eksiksiz olsun dersek kamunun bütün faaliyetlerini tek bir bütçe altında birleştirmemiz gerekir. Böyle bir şey gerçekleştirilebilir mi?

Artık olamaz. Ama 2002 yılına değin, “genel” ve ”katma bütçeli” olmak üzere iki ayrı bütçe kullanılıyordu. Genel Bütçe’de -kaba bir sınıflandırmayla- bakanlıkların hizmetleri için verilen ödenekler sıralanırdı. Giderleri, vergilerden elde edilen gelirlerden karşılanırdı. Katma bütçeli kuruluşlar ise hizmetleri karşılığında ücret alır, gelir elde ederlerdi; yetmediğinde bütçeden katkı yapılırdı. Katma bütçe adı buradan geliyordu.

Çoğu kişi bilmez; KİT’lerin neredeyse hepsi katma bütçeli statüsüyle kurulmuştu. Bütçeleri Parlamento’da görüşülürdü. Kamunun ekonomik ve mali faaliyetleri çeşitlendikçe, devlet muhasebesi dar gelmeye başladı; yönetilemediler ve A.Ş. statüsünde yapılandırıldılar. Böylelikle katma bütçeli statüsünü taşıyan kuruluş sayısı giderek azaldı.

KİT’leri, 2010 yılında Sayıştay Yasası değiştirilinceye değin Başbakanlığa bağlı Yüksek Denetleme Kurulu denetliyor ve İdareler hakkında düzenlediği raporları Parlamento'ya sunuyordu. Son denetim yeri KİT komisyonuydu. 2010 yılında Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu Sayıştay ile birleştirildi. Artık Sayıştay denetliyor. Ancak denetimleri, eskiden olduğu gibi KİT komisyonunda sonuçlandırılıyor.

Özelleştirmeler yoluyla KİT statüsü taşıyan kuruluş sayısı giderek azaltıldı, kalanları da satışa hazırlanıyor.

1980’lerde kamu mali yönetiminin esir edildiği fonlardan da söz etmekte yarar var: Onların da bütçelerinde Meclis’in yetkisi yoktu, kapalı kapılar ardında hazırlanırdı ve hemen hepsinin kuruluş yasasında “Sayıştay denetiminden muaftır” yazardı. Bunları AKP öncesi iktidarların hakkını yememek adına vurgulamak gereği duydum.

Konu Parlamento ve Sayıştay’a gelmişken Bütçe Hakkı’nın anlamını sorayım: Ne demek?

Kuramsal olarak şöyle: Parlamento yürütme organına Bütçe Yasalarıyla kamu gelirlerini toplama ve kaynaklarını yönetme yetkisi verir. Dönem sonunda hesabını sorar. Buna “Parlamentonun Bütçe Hakkı” denir. Denetim işini milletvekilleri yapamayacağı için uzman bir kuruluş denetler ve bulgularını Meclis’e sunar. Uzman kuruluş; yürütmenin güç ve etkisinden korunmuş olan Sayıştay’dır.

Yeni düzende Sayıştay, yürütme organı karşısında güçsüzleştirildi. Denetçilerin yazdıkları raporlar üçlü bir süzgeçten geçirildikten sonra Parlamento’ya sunuluyor. Her yıl Ekim ayında Sayıştay raporları ve yolsuzluklar basının gündemini epeyce meşgul eder. Ancak Parlamento’ya sunulan raporlarda şuna benzer sözler göze çarpar: “…kamu idaresinin mali belgelerinin güvenilir olduğu, esas itibariyle gerçeği yansıttığı….yetkililerin işlemlerinin kanunlara uygun olduğu görülmüştür…denecek yoktur…”

Yolsuzluk bulgularını basın uydurmaz elbette. Bunlar denetçilerin denetim sonunda yazdıkları ve süzgeçten geçebilen bilgilerdir. Ama onlar raporların; “Denetim görüşünü etkilemeyen hususlar” başlığı altında sıralanır. Böylelikle denetim bulguları, Meclis’in bütçe hakkını kullanabileceği ortam ortadan kaldırıldıktan sonra yazılmış olur bu nedenle de herhangi bir sorun yaşanmaz.

Diyelim ki; Meclis bütçe hakkını kullanırken yürütme organının işlemlerini hukuka uygun bulmadı; ne gibi sonuçları olur? 

Hiçbir sonucu olmaz. Bütçe hakkı ile Sayıştay denetimi gibi terimlerin anlamı kalmadı. Pek fazla örnek yok ama 2018 öncesinde bütçe ve kesin hesap yasalarının onaylanmaması hükümetin düşmesine yol açardı. İsmet İnönü hükümetini -1965’di sanırım- bu yöntemle düşürmüşlerdi.

Yeni düzende Parlamento karşısında siyasi sorumluluk taşıyan bir yürütme organı öngörülmüyor. Basında kullanılıyor olsa da hükümet ya da bakanlar kurulu yerine geçen bir kuruluş da yok. Cumhurbaşkanı, kendi kadrosuna bütçeyi hazırlatıp Meclise gönderiyor. Reddedilse bile bir önceki bütçe ödenekleri güncellenip uygulanıyor.

5018 sayılı Yasaya göre bütçelerin, 5 yıllık kalkınma planlarına ve 3 yıllık programlar ile mali planlara uygun düzenlenmesi gerekiyor. Bunlara uyulmamışsa ne olur?

Hiçbir şey olmaz! Zaten rakamları uyduruyorlar. Bir örnek vereyim: 2020 yılı bütçe gerekçesinde 139 milyar lira açık öngörülmüştü. YEP’de 239 milyar lira olarak revize edildi. 16 Ekim günü çıkardıkları yasayla 306 milyar lira borçlanma yetkisi aldılar.

Yukarıdaki sözlerinizle Kalkınma Planlarının boş; zaten öngörülerinin bütçelere yansımadığını söylemiş oldunuz. Doğru mu anladım?

Evet! Ama bu yanıtın biraz açıklanması gerekiyor:

Plan arayışları Ülkemizde 1960’ların ürünüdür. Sermayenin, dünyayla bütünleşebilecek erişkinliğe ulaşabilmesinde bir araç olarak düşünülmüştür. Ancak plan düşüncesinin yerleştirilmesi kolay olmamıştır. Yerleştirilmiş olduğu da kuşkuludur. Sermaye sınıfı, kendi içinde bile anlaşamamıştır. Bugün bile Demirel’in o yıllarda ettiği “Plan değil pilav gerek” cümlesi benim kuşağımdakilerin kulağında yankılanır.

Planın şöyle bir kurgusu vardır: önce ülke öncelikleri belirlenir, sonra kaynaklar belirlenen önceliklere uygun biçimde, bütçeler aracılığıyla dağıtılır. Özel sektörün belirlenen önceliklere uygun yatırımları ise bütçeler aracılığıyla desteklenir.

Kapitalist düzende ülke önceliklerini siyasal iktidarlar değil, sermaye belirler. Bu yüzden de planların yapılması ve uygulanmasına pek olanak yoktur. Herkes gücü oranında çekiştirir; gücü oranında pay alır. Nitekim de onca iyiniyetli girişimlere karşın sürdürülememiş; Devlet Planlama Örgütü Turgut Özal’ın takunyalılarına terk edilmek zorunda kalınmıştır.

Planlama çabalarının daha baştan başarısızlığa yargılı olduğunu söylemek iddialı olur. Eğer emekçiler; kamucu politikaları savunanlar güç ve kararlılıklarını siyaset meydanlarında gösterebilselerdi, bugünden daha iyi durumda olabilirdik.

Son olarak şunu söyleyim: daha iyi bir yaşam kurmak için sosyalizmin gelmesini beklemek gerekmiyor elbette. İktidar olmak da gerekmiyor. Siyasette güçlü olanın gücü oranında sözünü geçirebileceğini unutmamamız ve ona uygun davranmamız yeter.