Futbolun üstünde bir hayalet mi dolaşıyor?

Piyasacı futbol, kurumsallaşmış araçlarıyla dünyada egemen halde ve ilk hali ile herhangi bir bağı kalmamış durumda. Anlayacağınız, futbol da virüs gibi evrimleşiyor. Çok zamanı kalmadı, bu evrimin boyutlarının en çok konuşulacağı momente yaklaşıyoruz.

İsmail Sarp Aykurt

Öteden beri tartışılan bir şey var. Futbol halkların afyonu olarak mı kabul görmeli, yoksa işçi sınıfının dayanışmacı gücünü arttıran kolektif bir araç olarak mı? Bu konuda uzun zamandır yürütülen tartışmaların son noktasında değiliz. Futbolun değişmediğini ya da değiştirilemeyeceğini iddia etmek gülünç olmayı sürdürüyor.  

İşin en başında yani ilk haliyle, futbolun işçi sınıfı marifetiyle edindiği toplumsal rol oldukça farklı. O zamanlar, Avrupa’nın farklı adreslerinde futbol ve genel olarak spora farklı tepkiler veriliyordu. Bunun arasında birçok politik görüşten farklı yaklaşımların da yer aldığını söylemek mümkün. Ancak bu durum sporun örgütlenmesine bir bariyer olacak kitlesellikten uzak duruyor. Örneğin, Alman işçi sınıfı önderlerinden Helmut Wagner, ‘sporun artık burjuva şaşkınlarının poposunu terleten saçma bir uğraş olmadığını’ belirtiyor ve şaşılacak bir hızla gelişen işçi sınıfı spor örgütleri daha da hızlı gelişecek, bizim etkin ajitasyon aracımız olacaktır diyordu. Özetle, mücadelenin yeni aracını tarif ediyordu. 

Sonra, İngiliz tarihçi Hobsbawm, futbolun nasıl bir olgu olduğunu ve yayılım dinamiklerini “İngiliz sanayisi, dünyaya üçüncü en güçlü kültürel ihracatını, futbol ile yapmıştır” diyerek aktarıyordu. Futbol ile birlikte işçi sınıfı kendisini bir oyun olarak ilan eden bu yeni şey karşısında pek de rahatsız hissetmiyor o zamanlar. Sonuç olarak; futbol, işçi sınıfının kitle toplumuna dâhil olma sürecinde önemli bir rol oynamıştır, demek tuhaf kaçmıyor. 1920’li yıllarda siyasi coğrafya demiryolu ağlarıyla örülüyor, ‘Bir istasyon bir futbol sahası’, yeni bir yazılı olmayan kural olarak kanıksanıyordu.

Futbolun gelişme ve yaygınlaşma uğraklarıdır.

İmha mı el koyma mı?

Şimdilerde, bambaşka bir zaman ve çelişki içerisindeyiz. Bu evre, futbolun ticarileştiği ve işçilerden koparıldığı bir zamana denk geliyor. İngiliz yazar Terry Eagleton bahsediyor: “Televizyonla birlikte, politik efendilerimizin o eski çıkmazına yanıt üreten mucizevî çözüm: İşçiler çalışmıyorken onları nasıl oyalayabiliriz? Günümüzde futbol, halkların afyonudur. Politik değişim hakkında ciddi olan hiç kimse, bu oyunun ortadan kaldırılması gerektiği gerçeğinin üzerinden atlayamaz.”

Her ne kadar derdini özetlese de Eagleton, günümüzde futbolun ortadan kalkmasını gerektirecek bir durum yok. Futbol bu hali ile ortadan kalkmasa da bu kez kapitalizmin marifetiyle yok edilmenin eşiğinde zaten kıvranıyor. Ancak bahsi geçen değişim ise hiç olmadığı kadar öne çıkarılmak zorunda. Çünkü futbolun başka bir ihtiyaca gereksinimi var. Virüs bunu kanıtlıyor. Bu, bir düzen değişikliğidir. Maaş indirimleri, borçlar, rüşvetler, para aklamaları, finansal krizler, buna eşlik eden plansızlık ve futbolun yönetilemez hâli tarihin eşsiz futbol örneklerini yeniden yaratmayı dayatıyor. Şimdiki futbol artık dikiş tutturamıyor.

Futbol, kapitalizmin bir kâr amacı olmaktan acilen çıkarılmak durumunda ve bunun tek bir alternatifi bulunuyor. O da toplumsal faydayı esas alan bir anlayışla futbolu yeniden yaratmakla, yani sosyalizm ile alakalı. O yüzden futbolu topyekûn kaldırmaya ihtiyacımız yok, onu asıl sahibine teslim etmemiz gerekiyor.  Ancak bunun için elimizi uzatmamız yetmiyor, mesele koparıp almakta…

Hangimiz daha mikrobuz?

Son dönem gelişmeler bunun için fazlasıyla geciktiğimizi de yüzümüze çarpıyor. Sormak lazım,  İngiltere’de birçok kulüp çalışanlarını ücretsiz izinlere mahkûm ederken ya da geleceği belirsiz bir pozisyona terk etmişken post-korona dönemde her şeyin kaldığı yerden devam etmesi garip kaçmaz mıydı? İngiltere’de sürü bağışıklığı yöntemi ile insanları riske eden ve daha çok insanın ölümünün sorumlusu haline gelen iktidarın sağlık bakanı futbolculara maaş kesintisi için çağrı yapmakla uğraşıyorken hele… 

Bu uğraşının tepkisiz kaldığını söyleyemeyiz. Rooney ve eski İngiliz futbolcu Gary Lineker, “Futbolcuları kaybedilen gelirleri karşılamak için köşeye sıkıştırmak utanç verici. Bankacılardan, CEO’lardan, milyonerlerden bir şey isteniyor mu?” sorusunu soruyor. Liverpool taraftarı ve eski futbolcuları, kulüp çalışanlarına dayatılan koronavirüs ücretsiz iznine tepki gösteriyor ve kulüp yönetimi kararından vazgeçmek zorunda bırakılıyor.  Kısa zaman önce Liverpool CEO’su Peter Moore bir demeç vermişti gazetelere. “Biz inanılmaz bir tarihi figüre sahibiz: Bill Shankly. Kulübü kuran İskoç sosyalist. Bugün bile iş konuşurken kendimize soruyoruz. Shankly ne yapardı diye”. Cevaplayalım, Bill Shankly bunu yapmazdı. O zamanki örgütlü işçi sınıfı olsaydı şimdilerde, zaten bu kararı kimse alamazdı. Anlaşılıyordur, futbolun beşiği İngiltere’nin son hali budur.

Bağlayacağım şu, yeni moda virüs ya şimdi; mikropların, yaklaşık 4 milyar yıl kadar önce var olduğu ve uzunca bir süredir birlikte vakit geçirdiğimiz açık. Onlar nasıl vücutlarımızı sömürgeleştiriyorlarsa patronlar ve benzerleri de aynısını bize yapıyorlar. Tek bir farkla… Mikroplar bir beyne sahip değil, plan yapamıyorlar ve kasıtlı olarak da kötülük yapma becerileri bulunmuyor. 

Ancak ‘insan görünenleri’ öyle değil.

Şimdi değilse, ne zaman?

Kötü bir evreyi yaşasak da kötü düşünmenin bir anlamı yok. Çok uzaklarda aramak da lüzumsuz kaçıyor çareyi.  Futbolun, işçilerin elinden alınıp patronun oyuncağı haline çevrilmesinin geri döndürüldüğü bir evreyi yaşamamız mümkün. Yaşadık da… Sovyetler Birliği, kabalaştırırsak 1924 ile 1991 arasında gerçeğe dönüştürüyor hayalleri. ‘Çempionat SSSR Po Futbolu’ yani Sovyetler Birliği futbol ligi 1936’da başlıyor. Öncesi de yok değil, kentler ve cumhuriyetler arasında maçlar yapılıyor. Futbolun rüşvetçi FIFA ile küçük kardeşi UEFA’ya ihtiyacı yok mesela. Kendi kurduğumuz takımlarımız var. Lokomotiv, demiryolu işçilerinin, Vodnik liman işçilerinin, CSKA, KGB çalışanlarının, Burevestnik, lise öğrencilerinin ya da Trudovye Rezervy ise meslek lisesi öğrencilerinin takımları. Endüstri kollarının kendi takımları var. Sayısız gönüllü spor kurumu bizler için örgütlenmiş durumda. Piyasacı futbolun emaresinin olmadığı, herkesin bedelsizce spor yapabildiği, bir topun peşinden koşmanın parayla satın alınamadığı zamanlar…

Yapılmış ve başarılmıştı. 

Yeniden yapılabilir.

Şu an zehirli bir tablo ile karşı karşıya olduğumuz gerçek. Yeniden uydurma bir ‘sosyal barış’ kampanyası ile çıkacaklar karşımıza, korona sonrasında. Bu sosyal barış, yani herkesin aynı gemide oluşu saçmalığı, piyasacı futbol düzeninde de önemli bir yer tutacak.  Futbol işte bu yüzden politik bir mücadele aracına dönüşüyor. Eğer futbol, korona sonrası dönemde yine her zamanki gibi en çok izlenen spor dalı olacak ise izleyen milyonlarca emekçinin bize neler izletildiğini sorgulaması gerekiyor artık. Bize ihtiyaç var; mikroplar değil, insanlar kendi tarihini yapıyor çünkü.

Bir sonraki adım hiç kuşkusuz fişi çekmek olacak ve bu aşama mücadele ederek gelecek. Çünkü artık bildiğimiz futbolun sonuna geliniyor. 

Sahaların üzerinde bir hayalet dolaşıyor!