Fransa’nın Afrika’daki çıkarları ‘tamamen duygusal’

Kendini Afrika’nın sahibi sanan Fransa, kara kıtada başka horoz istemiyor. Oysa Libya başta olmak üzere birçok yerde Fransız emperyalizminin uzun erimli hedefleri rakip güçlerin tehdidi altında.

İsmet Can Uslu

Tanımadığınız bir memlekete askerinizi, bayrağınızı, dilinizi, kurumlarınızı, paranızı taşımak zahmetli iş. Sömürgeciliğin sonu emperyalistleri bu yüklerin bir bölümünden kurtardı. Ama kısaca “hammadde ihrac edip mamul madde ithal etme” biçiminde özetlenen o eşitsiz ilişki bugüne değin değişmeden ve üstelik derinleşerek özünü korudu.

Afrika’daki Fransız varlığı

Bugün Fransa’nın Afrika kıtasında 10 bin kalıcı askeri bulunuyor ve Fransız ordusu gerektiğinde AB ülkeleri adına kıtadaki uluslararası operasyonların düzenleyiciliğini de üstlenmiş durumda. ABD’nin Afrika’da sahip olduğu 34 askeri üssün içinde Cibuti’deki 4 bin asker barındıran üs öne çıkıyor. Çin’in Afrika’da sahip olduğu tek üs 2017’de açılan Cibuti üssü ve 400 asker barındırıyor. Rusya’nınsa koca kıtada herhangi bir kalıcı askeri üssü bulunmuyor. 

Fransa’nın Afrika’da bu kadar asker barındırmaya neden gerek duyduğunu soracak olursak bir fikir vermesi için 1990’lardan beri özelleştirilen Afrikalı devlet şirketlerinden hangilerinin Fransız tekellerince yutulduğuna bir bakalım: Togo’da su ve elektrik işletmesi, Lomé limanı ve devletin uluslararası ticaret bankası, Kamerun’da Douala limanı ve demiryolları idaresi, Fildişi Sahili’nde su üretim ve dağıtım işletmesi, Senegal’de inşaat ve ulaşım altyapı işletmeleri, Batı Afrika’nın birçok yerindeki GSM operatörleri, endüstriyel tarım ve tabii maden ve enerji sektöründeki sayısız yatırım. Sahraaltı Afrika pazarının yüzde 8’ine, eski Fransız sömürgelerindeki pazarın yüzde 15’ine Fransız sermayesi hükmediyor. (Saïd Boumama, “Les nouvelles orientations de l’impérialisme français en Afrique.”) 

Fransa’nın resmi metinlerde sık sık sözünü ettiği “Fransa’nın ekonomik ve jeopolitik çıkarları”nın Afrika kıtasındaki karşılığını işte bu rakamlar anlatıyor. Bu çıkarların kara kıtada ne aradığını daha iyi anlamak için başka rakamlar da verilebilir. Afrika dünyadaki bilinen petrol kaynaklarının yüzde 8’inin, potansiyel hidroelektrik kaynakların yüzde 40’ının, elmas ve krom rezervlerinin büyük bölümünün, altının ve fosfatın yarısının, kobaltın yüzde 90’ının ve platinin yüzde 40’ının yanı sıra uranyum ve kobalt rezervleri, ormanlar, güneş enerjisi için son derece uygun olanaklar ve milyonlarca dönümlük tarım arazisi barındırıyor. (Thomas Noirot, “Les entreprises françaises en Afrique: pillage contre transparence.

Beş maddede Fransa’nın Libya merakı

Libya’nın şimdiki durumunu anlamak için 2011’de yaşananlar bir milat. “Arap Baharı” denen sürecin bir ayağı Şubat ayında Bingazi’de başlamış, ABD-İngiltere-Fransa müdahalesiyle 1969’dan beri iktidarda olan Muammer Kaddafi devrilmişti. 2016’da İngiliz parlamentosunun avam kamarası Londra’nın Libya politikasının çöküşü üzerine bir rapor hazırladı. Raporun bir yerinde dönemin ABD dış işleri bakanı Hillary Clinton’ın 2 Nisan 2011’de ABD’ye gayrıresmi istihbarat danışmanlığı yapan Sidney Blumenthal’la yaptığı bir görüşmeden söz ediliyor. Blumenthal’ın Fransız istihbaratçılarından edindiği bilgiye göre dönemin Fransız cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin Libya’ya müdahalesinin arkasında şu beş neden yatıyordu: Libya petrol üretiminde daha büyük bir pay edinmek, Fransa’nın Kuzey Afrika’daki etkisini artırmak, Sarkozy’nin Fransa siyasetindeki durumunu iyileştirmek, Fransız ordusunun dünyadaki iddiasını yeniden ortaya koymak, Kaddafi’nin Fransa’nın Frankofon Afrika’daki baskın gücünün önüne geçme planlarını engellemek.

Hakkında pasif yolsuzluk, kamu kaynaklarının elde tutulması, seçim kampanyasının yasadışı finansmanı gibi suçlamalarla açılan soruşturma, Sarkozy’nin Libya müdahalesi konusunda kişisel çıkarlarının da söz konusu olduğunu düşündürebilir ama bu ana doğrultuyu değiştirmiyor. Sarkozy’nin koltuğunu devralan François Hollande’ın Sosyalist Parti üyesi olmasına rağmen dış politika konusunda halefinden farklı davranmadığı Fransız kamuoyunda birçok kez tartışıldı. Hollande’ın yerine geçen Emmanuel Macron içinse böyle bir tartışmaya gerek bile yok, çünkü Fransız sermayesinin ekran yüzü olan Macron başından beri liberalizmle aşırı sağı buluşturan, Fransız gericiliğinin her rengini aklayarak 1789 öncesi eski düzene (Ancien Régime) uzanan bir süreklilik çizme heveslisi bir figür oldu. Bu durumda 2011’den beri Fransa’nın Libya politikasındaki beş nedenin pek değişmediğini söylemek yanlış olmayacak. Kaldı ki, bunlar yeni hükümetlerle tarafından değiştirilmesi söz konusu olmayan, adlı adınca bir devlet politikasına – ya da başka bir deyişle “Fransız emperyalizminin uzun erimli hedeflerine” – denk düşüyor.

Bu memleketi kim kurtaracak?

Libya 2011’den beri basında sürekli kaos ve çatışmalarla gündeme geldi. 2012’de yapılan ve 2014’te tekrarlanan seçimler de Libya’ya istikrar getiremedi. 2015’te Sirte’ye yerleşen IŞİD’e karşı düzenlenen operasyonlar Hafter’in özellikle Fransa tarafından parlatılmasına yaradı. Arkasına BAE finansmanını, Mısır ve ABD hava kuvvetlerini, Rus mühimmatını ve Fransız özel kuvvetlerinin ve istihbaratının desteğini alan mareşal, cihatçıları temizleyip Bingazi’ye yerleşmeyi başardı. Paris’teki mösyölerin Hafter için “işte Libya’yı kurtarsa kurtarsa bu adam kurtarır” diye düşündüğünü biliyoruz. Ülkeye istikrarın gelmesi, petrol ve gaz üretiminin ve ticaretin rayına oturması anlamına gelecek. Sahadaki pat durumundan sıkılanlardan bazıları belki bu istikrara bir an önce kavuşmak için “iki ülke olsun biri bizim olsun” diyerek iki ayrı hükümetin bir uzlaşıya varıp bölünmüş bir ülkeye dayanan yeni bir statükonun oluşturulmasını da umuyor olabilir.

10 Haziran’da Libya açıklarında Türk ve Fransız gemileri arasında yaşanan gerilim, tam da Sarrac güçlerinin Sirte’yi kuşattığı ve Sisi’nin Sirte düşerse müdahale etme tehdidinde bulunduğu bir anda gerçekleşti. Bu tartışmada Libya’ya silah ambargosunun aslında bir geçerliliği bulunmuyor çünkü Fransa’nın Hafter’e, Rusya ve Türkiye’nin Sarrac’a neler neler yolladığı bir sır değil. Artan Fransa-Türkiye geriliminde iki taraf da birbirini NATO müttefikliğine uygun davranmamakla, ambargoyu delmekle, otoriterlikle ve başka şeylerle suçlayadursun, asıl sorunun Libya’daki pastadan kimin kaç dilim çalacağı olduğu ortada. Dışardan bakıldığında İhvancı Sarrac’la laik Hafter’in çatışması olarak görünen manzara son derece yanıltıcı. Yukarda değindiğimiz gibi, Fransa’daki V. Cumhuriyet’in yol haritasında Aydınlanma bayrağını yükseltmekten çok daha öncelikli gündemler var. Aynı şeyin Türkiye için de geçerli olduğunu düşünmemek için bir neden yok. İkisi de aslında bölgeye son derece yabancı. 

“Libya hep bizimdi” diye düşünenler varsa Mostafa Minawi’nin Türkçeye Osmanlılar ve Afrika Talanı: Sahra’dan Hicaz’a İmparatorluk ve Diplomasi olarak çevrilen kitabına göz atabilirler. Akdeniz’in sözde “Türk gölü” haline geldiği XVI. yüzyıldan XIX. yüzyıla dek Osmanlı İmparatorluğu’nun Libya’da ve Afrika’nın diğer bölgelerinde elle tutulur bir hükmü yoktu. XIX. yüzyılın sonuna gelindiğindeyse artan Fransız-İtalyan-İngiliz iddialarına karşı Payitaht’ın bölgede tutunmak için ne tür deneysel çabalara giriştiği ve doğrudan karşısına almayı göze alamadığı Fransa’ya karşı çatışan yerel şeyhlere şıhlara nasıl para ve silah akıttığı Minawi’nin kitabından okunabilir.

Ne olacak bu Libya’nın hali?

ABD’nin ortalıkta olmamasının nedeni yalnızca seçimlerin yaklaşmış olması değil. Daha önemli bir neden, emperyalizmin uzun süredir politika geliştiremiyor olması. ABD’nin bölgedeki son projesi belki de Arap Baharı sürecini uluslararası sermayeyle ve ABD dış politikasıyla uyumlu İslamcı iktidarlarla taçlandırmak istemesiydi ve bu projenin tek tek bütün ülkelerde fena halde duvara tosladığı sır değil. IŞİD ve “yaratıcı kaos” deneylerinin de işleri Vaşington için kolaylaştıramadığı ortada.

ABD dışındaki güçlerin Afrika talanıysa giderek kızışıyor. Afrika Yatırımcıları Fransız Konseyi (CIAN) Başkanı Alexandre Vilgrain, kurumun 2017’deki raporunun sunuş yazısında kıtanın 2000-2010 onyılı boyunca gerçekleştirdiği yıllık ortalama yüzde 5,8 büyümenin yüzde 2’sinin Çin yatırımlarından kaynaklandığına dikkat çekiyor. Son üç yılda Afrika’daki Çin yatırımlarının daha da arttığını biliyoruz. Fransa’nın kendi çöplüğü olarak gördüğü bir coğrafyada başka bir emperyalist gücün borusunu öttürmeye kalkmasına sessiz kalacağını düşünemeyiz. Bu da demek oluyor ki Afrika’daki emperyalist rekabet önümüzdeki dönemde daha da artacak. Öte yandan, Etiyopya’nın Rönesans Barajı, kıtaya yeni yeni yayılan covid-19, birçok ülkede sürdürülemez hale gelmiş istikrarsızlık gibi patlamayı bekleyen ciddi sorunlar var.

Libya’ya Paris’ten ya da Ankara’dan reçete yazmak kolay olabilir. Daha zor olan, cetvellerle çizilmiş sınırların ötesinde Sahraaltı Afrika’nın Kuzey Afrika’yla ve tabii çölle kurduğu tarihsel bağları görebilmek ve koca puntolarla basılan savaş çığırtkanlığının arasından Libyalı emekçinin sesini seçebilmek.