Duble Salih'le söyleşi: Türkülerin şehre göçü

Hatice İkinci 'Duble Salih' ile Çifte Çifte albümleri üzerine söyleşti. Salih Nâzım Peker ve Salih Korkut Peker 2017'den beri birlikte müzik yapıyor. Kardeş ya da akraba değiller!

Hatice İkinci

Kimilerimiz için son derece korkutucu, kimilerimiz için ise içinde umudu da barındıran son derece değişik ve belirsiz bir dönemden geçiyoruz. İnsanlık tarihinde sık sık rastladığımız bir salgın hastalıkla yaşamak zorunda kalmak ne yazık ki bizlere de nasip oldu. Ancak bizler, yani büyük insanlığın aydınlık geleceğine inananlar, bilim, kültür ve sanatta biriktirdiklerimizden aldığımız büyük güvenle, insanlığın bunun üstesinden de geleceğini biliyoruz. 

İşte böylesi günlerde, Salih Nazım Peker ve Salih Korkut Peker, nam-ı diğer Duble Salih, Çifte Çifte albümlerini bizlere ulaştırarak, sözünü ettiğimiz insanlık birikimindeki yerlerini de aldılar. 

Çifte Çifte albümü, yaratıcılarının deyişiyle “Ankara’nın kostak havalarından, Karadeniz’e mal olmuş bir zeybek ağıtına; Elâzığ tarzı bir uzun havadan, Rumca bir İzmir sevda türküsüne; Tahtacı semahlarından, günümüz insanının yıkıcılığını sorgulayan yeni nesil bir deyişe yelken açıyor.” 

2017’den beri birlikte müzik yapan ikili, kardeş ya da akraba değil. Bu yüzden, isimlerindeki bu tesadüfü güzel müziklerinde yakaladıkları uyuma yormaktan yanayız. İkilinin müzik ürettiği bir diğer oluşum ise “Çalgiya İzmir”. Cenk Bosnalı’nın da ses ve perküsyonuyla dâhil olduğu grup, “yüzyıllar önce Balkanlar’ı Anadolu‘yla bir araya getiren telli çalgıların yeni temsilcileri olan cümbüş ve divane ile Boşnakça, Makedonca ve Bulgarca halk şarkıları, Ege ve Rumeli türküleri” ile dinleyenlerini İzmir-Sarajevo yolculuğuna çıkarıyorlar. 

Salih Nazım Peker ve Salih Korkut Peker ile son albümlerini, geleneksel müziğin geleceğini ve salgın sürecinde müzisyenlerin yaşadıkları zorlukları konuştuk. 

Çok özel bir dönemden geçiyoruz, müzisyenler, sizler bu işle geçinenler, bu dönemi nasıl geçiriyorsunuz? 

Salih Nazım Peker: İş güç anlamında bir gelecek kaygısı, daha derin anlamda ise “nasıl bir hayat olacak, nasıl bir varoluş olacak” soruları çok önem kazanıyor elbette. Müzik, konserler bizim için çok önemliydi. Canlı çalma yok artık. Bu da yaşama sevincimizi çok yakından etkileyen bir şey olacak.

Ben aynı zamanda avukatlık mesleğimi sürdürüyorum. Ancak, sadece müzikten geçinen müzisyen arkadaşlarımız için çok yıkıcı bir süreç oldu bu. Evden ders veren arkadaşlarımız var, reklam, dizi piyasasına müzik kaydedenler var, onlar evlerinden kayıt yapıyorlar. Önümüzde ki bir iki yıl böyle geçecek gibi. Bu da canlı performansların artık yapılamayacağı anlamına geliyor. Bir süre internet üzerinden canlı paylaşımlar olacak sanırım. Ancak, normal hayatta üretim-tüketim ilişkileri neyse buraya da yansıdı aynısı.

Bizim gibi bağımsız gruplar için yeni bir yaşam alanı oluşamadı. 

Ben bu sürecin, toplumu topyekûn bir şekilde daha iyiye götüreceğini zannetmiyorum. Aksine, hegemonyanın daha sertleşerek artacağı görüşündeyim. Üstelik daha maliyetsiz bir şekilde, bugüne kadar bizim gibi rızaları da alınmamış, sorgulamaları olan insanların da “ya lanet olsun napalım, bu da böyle diyerek” rızası alınarak, tahakküm ağlarına daha kolay girmemizin sağlanacağını düşünüyorum.

Salih Korkut Peker: Sadece sahneden hayatını kazanan müzisyenler başta olmak üzere, müzik sektörünün her bir üyesi, büyük zorluklarla karşı karşıya. Müzik gibi “ruhun gıdası” sayılan, moral, maneviyat takviyesi görülen bir kavram ile hayatını kazananların, “müzikle hayata tutunmak” ile imtihan ediliyor olması da ayrı bir ikilem… İkilem diyorum çünkü bir yanda müziği emek olarak sunup hayatını idame ettirme, diğer yanda da müziğin sektörden, profesyonellikten bağımsız olarak “ruha iyi gelmesi” durumları karşı karşıya. 

Ben de hayatını sadece müzikten kazanan biri olarak, müziğimi insanlarla sahnede paylaşıp hayatımı kazanma olgusunu rafa kaldırıp,  bu günlerin geçeceğine dair umudumu yine müzik yaparak ve üreterek canlı tutmaya gayret ediyorum. Dünya tarihinin çok garip, çok vahşi ve çok dengesiz bir dönemine tanıklık ediyoruz. Bu salgın bittiğinde, dışarıda bizi bekleyen dünya “gelenin gideni aratacağı” bir dünya olmaz umarım. Bir tek konuda çok umutluyum, salgından sonra kültür sanat ve eğlenceye dair her şeye muazzam bir talep olacak. İnsanlar her konsere, filme, etkinliğe, kafeye, “zindandan sonra gökyüzünü ilk kez görme” coşkusuyla gidecek.

Müziğe dönmek istiyorum, yaptığınız müziğin temelini geleneksel müzik oluşturuyor, size göre geleneksel müzik bu süreçten anlamını kaybederek mi yoksa daha anlamlı hale gelerek mi çıkacak? 

Salih Nazım Peker: Bu herkese göre değişir. Ama eğer insanlık mirasına değer veriyorsak, tarih ve sosyolojiyi önemsiyorsak, “bundan önce insanlık ne üretmiştir” diye merak ediyorsak, geleneksel müzik bu anlamda önemini yitirmeyecek. Geleneksel müziğin kıymeti hiç azalmıyor, aksine modern müziklerin de güncel müziklerin de tıkandığı noktada her seferinde, üstelik dünyanın her yerinde geleneksel müziklerden beslenmeye dönülüyor. Yeni açılımlar böyle gerçekleşiyor. Üstelik bu neredeyse her yirmi yılda bir tekrar ediyor. 

Çünkü bu müzik toplumların beğenisini kazanma gibi bir test sürecinden geçmiş oluyor. Yani anonimleşme sürecinde toplumların beğenisini zaten kazanmış bir müzik.  Ve bu beğenilerden bazı şifreler alınıyor. Ben değerini yitirmeyeceğini düşünüyorum. Benim aslında daha büyük bir sorum var; müzik değerini koruyacak mı?

Bu sorunu biraz açman mümkün mü?

Salih Nazım Peker: Geleneksel müzik göreceli olarak değerini koruyor. Ancak genel anlamda müzik,  artık çok kolay ulaşılabilir, çok ucuz, hatta bedava hale geldi. Yani bizzat kendisi için var olmayan, tamamen bir şeylerin fonunda yer alan bir etkinlik alanına dönüştü. Şimdi bir açıdan demokratikleşti müzik yapmak, yani aletler çok ucuzladı, kayıt teknolojilerini kullanmak kolaylaştı diyebiliriz. 80'lerde yılda yirmi albüm üretilirken, bugün neredeyse her gün onlarca dijital albüm, dijital platformlara yükleniyor.

Şimdi bu tabi bir demokratikleşme, bu güzel bir şey, iyi bir şey ama bir taraftan da müzik yapmanın çok da anlamı olmamaya başlıyor. Çünkü sizin söyleyeceğiniz şey ya duyulmuyor ya da anlamı kalmıyor. Bu sebeplerle ben genel anlamda müziğin değerinin düştüğünü düşünüyorum.

Salih Korkut Paker: Bence müziğin niteliğe dayalı değerinden daha çok, insanların müziğe biçtiği değer düştü. Kolay ulaşılır olma, aşırı fazla üretim, aşırı fazla mecra ve mp3 döneminden sonra hayatımıza iyice oturan “şarkıyı sonuna kadar dinlememe” ve “bir şarkıdan diğerine hemen atlayabilme” gibi iki gerçek var karşımızda. Şarkıdan şarkıya atlamayı geçtim, albümden albüme, diskografiden diskografiye atlayabilen bir teknoloji var artık. Bu durum sindirerek dinleme dürtüsünü neredeyse yok etti! Açık büfede gezer gibi müzik dinliyoruz. Her şeyden bir çatal alıyoruz tabağımıza ama yine de doymuyoruz. 

Salih Nazım Peker: Geleneksel müzik konusunda Türkiye, belki de dünyanın en önemli ülkelerden biri. Genç kuşaklar son yirmi yıldır,  geleneksel müzik, özellikle Türk halk müziğiyle müthiş bir buluşma yaşadı. Şimdi bakıyoruz gençlere, o kadar normal bir şey oldu ki bir Türk müziği sazı çalmak, bağlama, ud çalmak. Bu çok sevindirici bir şeydir. O konuda ben bir sorun görmüyorum. Ancak sanat ve müziğin genel manada düşüşe geçtiğini düşünüyorum. 

Salih Korkut Peker: Geleneksel müziğimiz sadece memlekette değil, dünyada da yükselişte. Dünyanın birçok köşesinde bu coğrafyanın müziğini harika icra eden insanlar var. Bizim gençlik içinde de, buraların çalgılarıyla uğraş içinde olma eğilimi eskiye göre çok daha fazla. Türküler, her şeye rağmen eskiye göre çok daha çeşitli sosyo-ekonomik ve yaş grupları tarafından büyük sevgiyle dinleniyor. Sadece artık geleneksel müziğin üretim merkezi, köylerden kentlere kaydı ağırlık olarak. Üretimden kastım da icra bu arada. Yoksa anonimliğin bitişiyle birlikte “yeni türkülerin peydah olması” ihtimali de ortadan kalktı. Ama bu sefer sırada, türkülerden nasibini almış “geleneksel aroması bol şarkılar”a geldi sıra. 

Yaptığınız müziği tam olarak nasıl tanımlıyorsunuz? 

Salih Nazım Peker: Halk müziği yapıyoruz, yani hem var olan türküleri yorumluyoruz, hem de kendi yeni üretimlerimiz var. Kendi ürettiğimiz işlerin sözleri ve müzikleri bize ait. Ya da kimi zaman sözleri büyük ozanlara ait ama besteleri bize ait oluyor. Zaten yeni türkü besteleyemiyorsanız, yaratamıyorsanız, bence esasında folklorun, halk müziğinin içinde yaşamıyorsunuz demektir. Yani siz sadece bir yorumcusunuz, kültürel bir alışverişiniz yok. Bu kültürle nefes almıyorsunuz, bu kültüre bir katkı sağlamıyorsunuz demektir. Bizim böyle bir mütevazı gayretimiz de var. 

Nasıl daha önce farklı halk ozanların, farklı halk âşıklarının besteleri birbirlerinden farklıysa, yörelerine göre, mizaçlarına göre, yaşadıkları çağa göre değişiyorsa, bizim bestelerimiz de bu şekilde, farklı öğeler taşıyor. Yani kimi zaman blues kalıbı giriyor, kimi zaman flamenko esinlenmesi oluyor, kimi zaman elektronik müzikten esinlenme oluyor ama zaten bu hep böyleydi. 

Anonimleşmenin bittiği, artık Türk halk müziğinin kırdan koptuğu, bireysel üretimin ön plana geçtiği bir zamandayız. Epeydir de böyle. Bu söz ve saz geleceğinden beslenilerek yeni şeyler yapılabilir. Zaten bizden çok önce büyük üstadılar bunu yaptı, mesela Zülfü Livaneli, Ruhi Su, Rahmi Saltuk. Ruhi Su müzik tarihinin ilklerinden biridir bu konuda. Hem geleneksel halk şiirimizden hem de çağdaş Türk şiirinden güzel besteleri var. Halk müziğini aşan, halk müziğini zorlayan melodileri de var. Neden olmasın, daha önce bunlar yapıldı, çok güzel örnekleri var. 

Müziğinizi“alternatif folk” olarak değerlendirdiğinizi okudum birkaç yerde, tam olarak nedir bu tür, açar mısınız biraz?

Salih Nazım Peker: Bu isimlerle aramız hiç hoş değil aslında. Fakat bir yere, dijital olarak müziğinizi yüklerken mutlaka sizden müziğinize bir isim vermeniz isteniyor. Bunlar mecburiyetten konulan isimler.

Salih Korkut Peker: Müziği etiketleme, kaçınılmaz bir vaziyet ne yazık ki. Biz de Anadolu halk müziği temeline ev kurmuş insanlar olmamıza rağmen, evlerin odaları başka halkların müziklerinden oluşuyor. O yüzden dümdüz “folk” diyemedik. Bu, türlerin yanına gelen neo, post, progressive, hard gibi kelimelerden, bizce en mülayim olanı “alternatif”i seçtik.

“Geleneksel müziğe yenilikler getirmekten” söz ediyorsunuz, bu yenilikler nelerdir, sizden de duymak isterim?

Bizde müzik maalesef iki türlü olarak gelişmiştir. Birinde bir kişi bir elinde sazı çalar, söyler. Diğerinde ise düğünlerde ya da oturak âlemlerinde, işte birlikte bir türkü seslendirilir. Ama hiçbir zaman, iki kişi, -aşık atışmalarını ayırıyorum ki Anadolu’da bitmiştir o gelenek de maalesef- iki kişi birlikte, bir şeyi çalıp söyleme geleneği bizde pek yoktur.  İki kişi neden önemlidir? Öncelikle üçüncü bir kişi olmadığı için henüz bir grup dinamiği oluşmamıştır ve iki kişinin müzikal alışverişidir söz konusu olan. İkili müzik yapmak çok farklı bir ruh halinin ürünüdür. Artık siz sahnede notalarla, sözlerle değil, iki kişi arasındaki iletişimle var oluyorsunuz.  Bunu da biz keşfetmedik açıkçası. Erkan Oğur ve İsmail Hakkı üstatlarımız bunun çok güzel örneğini sundular. Bizim kuşak da bundan müthiş derecede feyiz aldı, müthiş derecede etkilendi. Biz de herhalde o etkinin ürünüyüz. 

Geleneksel müziğe kattığımız bir diğer yenilik ise,  batı müziğinin parti anlayışına dayalı enstrümantal bölümler eklememizdir. Bu bizim geleneksel müziğimizde yoktur. Daha çok sazıyla konuşarak, karşındakini de gözeterek, bir armoni bilgisiyle doğaçlamalara yer vererek, müzik yapmak… Küçük küçük nakaratta armonik çok sesli dokunuşlarımız var. Farkımız bu diyebilirim. Bir de kendi bestelerimiz ve kendi müziğimiz var tabii.

Müziğinizi yaparken en çok hangi geleneklerden etkilendiğinizi söyleyebilirsiniz? 

Salih Nazım Peker: Âşıkların müziği öncelikle. Halk müziğinin asıl çekirdeklenmiş kısmı aşık müziğidir. Anonimleşmiş besteler de aslında hep âşıkların besteleridir, ama onlar anonimleşme sürecini geçirmişlerdir. Yine âşık müziğinin bir parçası olmakla birlikte kendine özel bir alanı olan Alevi-Bektaşi dinsel müziğini ve halk tasavvufu musikisini -bu daha çok inanç, dünya olarak da kendimi çok yakın hissettiğim bir müzik dünyasıdır- sayabiliriz.

Bunların yanı sıra, zeybekler -zeybek çalındığında ayrıca duygulanıyoruz, kalbimiz falan artarak atıyor- tabii zeybek deyince de rembetiko da var. 

Korkut da ben de gitar çalıyoruz, bu sebeple flamenko, blues ve rocktan da esinleniyoruz. Benim amerikan folk müziğine çok büyük bir ilgim var, çok zengin bir türdür Amerikan folk müziği. Buradan da etkilenme var ama esasımızı aşık müziği, aşık edebiyatı oluşturur. 

Salih Korkut Peker: Benim müziğimin en büyük esin kaynaklarından biri, 90’lı yıllarda rock müziğin yeni bir kolu olarak büyük popülerlik kazanan grunge… Grunge türü şarkılardaki melankoli, naiflik, dünyadan geçmişlik ve bu hikâyeler anlatılırken kullanılan, o zamana göre “garip” sayılan armonik seyirler ve ritmik canlılık, arabesk çalarken bile benim peşimi bırakmadı. Bu besin kaynağının üzerine, rebetiko, Orta Anadolu havaları, zeybekler ve Tanburi Cemil Bey ile boyut değiştiren “saz eserleri”ne beslediğim tutku eklendi. Tüm bu zevkler karmaşası içinde de derdimi en iyi anlatabildiğim saz, yine bir karışım saz olan cümbüş oldu.

Albümünüz “tahta ve tel sesiyle sınırlandırdığınızı” söylüyorsunuz, bunun özel bir anlamı var mı?

Salih nazım Peker:  Var tabii. İkimiz de büyük orkestralarda görev aldık yıllarca. Rock orkestralarında, çok yüksek volumlu, çok enstrümanlı, uzun uzun soundcheckler, pedallar, amfiler, kablolar filan filan… Bunlardan yorulmuştuk artık. “Ben evde, odamda saz çaldığım gibi müzik yapmak istiyorum, tahtanın sesini duymak istiyorum” diyordum artık. Tam bu sırada Korkut İzmir’e taşındı ve “hadi ağabey, müzik yapmaya başlayalım” dedi.

Böylelikle başladık. Müzikle sizin aranızdaki, aleti edevatı ne kadar azaltırsanız sanki samimiyet ve duygu aktarımı o kadar artıyormuş gibi geliyor bana. Bu yüzden de mesela bizim albümümüzde birçok vurmalı ses, tamamen enstrümanlarımıza vurarak, yani gitarın, sazın kasasına vurarak çıkarılmıştır. 

Salih Korkut Peker: Bir gün sahnede ses provası için bulunduğumuz sırada şöyle bir ayak altıma, sağıma soluma baktım ve tek görebildiğim bir mikrofon ve bir kablo idi. “Ne güzel duygu be” dedim. Makyaj yok denecek kadar az… Sadece sazın, sesin ve sen… Apayrı bir keyif ve bir yandan da etrafında oyuncaklar olmayınca tek dayanağın fikirlerin ve sazını sağlam çalabilmen oluyor.

Yine de, ikimizin de bol makyajlı ve oyuncaklı bir müzik sahneleme halini ayrı bir sevdiğimiz gerçeğini unutmayalım.

Uzun bir süre konserler olmayacak gibi görünüyor, bu bizler için büyük bir kayıp tabii. Müzisyenler açısından nasıl bir kayıptır konser verememek? 

Salih Nazım Peker: Bu hem müziğimizin tanıtılması hem de grubun ekonomik olarak devam ettirilmesi açısından büyük bir dezavantaj olacak. Bunun çok ötesinde psikolojik olarak bir müzisyenin en büyük kaybıdır konser verememek. Çünkü canlı çalmak insanlarla birlikteyken keyif veriyor, müzisyen orada mutlu oluyor. 

Salih Korkut Peker: Konser verememek çok moral bozucu ama herkesin aynı dertten muzdarip olması da “acı teselli”. Niye teselli? Çünkü herkes senin gibi bekliyor, sen herkes gibi bekliyorsun. Ama nasıl beklediğin çok önemli tabii. Biz iki ayrı koldan fikirler ve şarkılar biriktire biriktire bekliyoruz mesela. Üreterek bekleyenleri, çok daha keyifli ve heyecanlı konserler bekleyecek.