DT bir 'eşitsizlikler kurumu'

Devlet Tiyatroları'nın bölge oyuncularından biri A. İlk gençliğinden beri kurduğu tiyatro hayalini, tiyatro ile izleyici olarak tanıştığı yerde, DT'de somutlamak istemiş. Kurduğu hayalle karşılaştığı gerçek arasındaki farkı soL'a anlattı.

Patronların Ensesindeyiz

Devlet Tiyatroları'nın taşra diyebileceğimiz bir bölgesindensiniz. Sizin hayatınızda DT'nin yeri ne? Büyük şehirlerin dışında nasıl ilerliyor süreç? 

Ben anlatmaya DT ile ilk karşılaşmamdan başlayayım istiyorum. Çünkü ben DT'yi izleyerek tanıştım. Küçük bir şehirde büyüdüm. Uzun mesafeler katedip tiyatro izlemeye giderdim ilk gençliğimde. Devlet Tiyatrosu az paramla tiyatro izleyebildiğim biricik bir kurumdu. Çok ama çok etkilendiğim oyunlar yapıyordu. Seyirciydim sadece ama bunlarla büyüdüm ben. Heyecanlandım ve üniversite zamanı geldiğinde tiyatro okumak için İstanbul'a geldim. Okuldan sonra herkes akademisyen mi olalım, oyuncu mu, dizi mi, sinema mı, reklam mı diye düşünürken benim cevabım hep hazırdı. Ben büyüdüğüm yerlere dönüp Devlet Tiyatrosu'na girmek istiyordum.  

Okuldan hemen sonra şehrinize mi döndünüz?

Hayır hemen olmadı. Sanatsal kaygıların ötesinde kaygıları oluyor insanın. Okumak borçlanmak demek bu ülkede. Bu çok büyük bir ayıptı benim için. Benim borçlanmam değil, devletin beni borçlandırmasını kastediyorum, faizle hem de. Devletsin ve okuyan insanı hayata borçlu başlatıyorsun. Ben küçük yerde büyümüş, planlı bir insanım. Önce borçlarımı kapatayım dedim. Aileme yük olmayayım istedim. Dört yıl boyunca bulduğum her işte çalıştım. Özel tiyatroda, sette, başka işlerde... Sonra şehre dönüp DT'ye girmek için, odişın diyoruz ya biz, bir seçmeye girdim. Önce DT'ye girseydim, borçlarımı hiçbir zaman ödeyemezdim, çünkü yevmiyeyle, günlük, mevsimlik işçi gibi çalıştırıyor sizi koca devlet. Güvence yok, gelir yok, sanatçının üretimine dair de bir katkısı yok, geleceğe dair bir vaadi yok... Ama benim hayalimdi işte. 

Peki borçlarınız bitip DT'ye girdiğinizde neyle karşılaştınız?

Bir sürü söylenti... Birbiriyle alakasız milyonlarca olasılık. Kadrolu olacağız, sözleşme yapılacak, DT kapatılacak, hayır genişletilecek. Oyunlar azaltılacak, olur mu, prodüksiyonlar büyüyecek, sınavsız 657A'ya geçeceğiz, hayır hepimiz kapıya konacağız, deneme süreci olacak, hayır bu sistem devam edecek... Bunların hepsi birden nasıl ihtimal dahilinde, nasıl bir belirsizliğe tamam demiş insanlar anlamadım... Kendime verdiğim bir sözdü benim için DT'yi ilk izlediğim, tiyatroyla tanıştığım sahnede oynamak. Henüz beceremedim ama yapacağım bir gün. Mücadele ediyorsam, orayı bizim gibi oyuncuların, benim gibi çocukların tiyatroyla tanışacacağı oyunlar oynayacağı bir sahne haline getirmek de hayalim. Şimdi başka türlü bir yer orası... 

Nasıl bir yer? 

Ben kaygısız gittim DT'ye. Borcumu ödemiştim, kafam rahattı. İyi bir odişın geçirdim. Kendimi sanatsal olarak var etmekti derdim. Seçildim de. Sevdiğim metinlerle çalışma şansım da oldu başta. Ama sonra baktım parçalanıyorum tuhaf görevlendirmeler nedeniyle. Bir yerde asistan, diğer oyunda dansçı, berikinde oyuncu... Hocalar gelmiyor, gelse diğer oyunla çakışıyor. Hiçbir şeye konsantre olamıyorum... Ama neyse ki borcum yok. İnsanlar ayrı düşmüştü, eleştiri mekanizması zaten çalışmıyordu. Benim borcum yoktu ama, oh. Sonra baktım kimi böyle benim gibi koşuyor, kimi ortada yok ama primi yatmazsa kıyamet kopuyor. İşten atılmalar oldu, kimsenin sesi çıkmıyor, çıkanı da hemen yanındaki susturuyor. Ustalar var, ben çırağım. Ustalardan ses soluk çıkmıyor ama herkes çok üzülüyor. İşte öyle bir yermiş DT, bir "eşitsizlikler kurumu". Varoluş şekli bu. 

Peki şimdiden sonra neler olacak? 

Kendini farklı gören ve mücadele etmeyen herkes bu değirmene su taşıyor bence. Yani mücadelenin olanakları çok. Kim olduğun, ne olduğun farketmez. Brecht'ten dem vuruyor emek diyen ya, eleştirmek ve değiştirmek onun en önemli derdi. Kendini bile. Becermemiz lâzım bunu. Bir yerde eşitsizlik varsa, en önce sen o eşitsizliği büyütmeyeceksin, bir de buna yer açan, zemin kuran şeyleri değiştirmek için mücadele edeceksin. Yoksa "al gülüm, ver gülüm" yapmış oluyorsun bütün bunlara sebep olan, bunları yapan siyasi yapıyla. Onun yerine dayanışmanın da, birlikte mücadele etmenin de yolları var. Emeğinin karşılığını alamayan herkesle, madenciyle de, tekstildekiyle de. Ama kültür sanat emekçilerinin de imkânları var bunun için. DT süreci bir başlangıç oldu bizlere. Bir araya geliyoruz artık. Sadece sosyal medya değil kastettiğim. Mücadele bundan ibaret değil. 

Patronların Ensesindeyiz deneyimi için ne diyeceksin?

Hep beraber mücadele edebileceğimiz yer orası. Bence kimse esirgemesin kendini. Daha önemlisi, katılmak, destek olmak, büyütmek için başına bir şey gelmesini beklemesin kimse. Birbirimizden öğreneceğimiz, birbirimize katacağımız bir sürü şey var ve bunlar için kurumdaki veya alandaki alışkanlıklarımızdan vazgeçmek ve yeni bir mücadele ufku kazanmak zorundayız. Z kuşağı mı dersiniz, Gezi çocukları mı dersiniz bilmiyorum ama emeğinin farkında olan ve mücadeleci bir genç kuşak var. Hayata emekçi başlıyor çünkü bu kuşak. Üniversite sınavında gördük işte. Yolunu buluyor, yeni yollar açıyor, çalışıyor, borçlarını ödüyor, hayatta kalıyor... O zaman mücadele de edecek onlar demektir. Hep beraber edeceğiz. 
PE bizim topluma ulaşma yolumuz aynı zamanda. Sesimizi duyulur kılacağız. İnsanlara ulaşacağız. Dayanışma ve haberleşme bunu sağlayacak bize. Bana ulaştı mesela PE. Ülkenin bambaşka bir köşesindeydim ve buldular beni. Marketteki abimizin de derdi var, kuryenin de, öğretmenin de, benim de. Herkes gelsin. Yoksa çürüyor bu dünya. Bugün DT'nin kapısında oluruz, yarın başka bir fabrikanın kapısında, hep beraber. Neyin sanatını yapacağımızı da buluruz o zaman. 

Teşekkür ediyoruz.