Bolşeviklerin önderliğinde ileri atılan işçi sınıfının, zorlu bir nesnellikte yaşama tutunmaya çalıştığı bir dönemi ve bu dönemin kritik broşürünü, “Sol Komünizm: Bir Çocukluk Hastalığı”nı ele alacağız. Amacımız Sol Komünizm broşürünün, nasıl bir nesnellikte yazıldığını, leninizmin mantığı açısından nereye oturduğunu anlamaya çalışmak olacak.

Sol komünizm: Zor günler, zor satırlar

“Çağımız, kapitalizmden sosyalizme geçiş çağıdır”. Bu slogan, sosyalizm mücadelesiyle yeni tanışmış birisi için anlamayı kolaylaştıran bir ezber olabilir. Bazense en zorlu tartışmalarda bir son söz haline gelebilir. İçerisinden geçtiğimiz dönemse, bu sloganı çok daha geniş bir toplumsal kesim açısından anlaşılır ve sahiplenilebilir kılıyor. Salgın hastalık karşısında çaresiz, krizlerden krizlere giren bir toplumsal sistem çatırdıyor. Bu düzenden bir başkasına geçiş şart ve bu milyonlarca emekçinin ortak kanaati haline gelmeye başlıyor. Dönüşüm zamanı geldi, geçiyor. Milyonlarca emekçi henüz büyük bir hareketlilik içerisinde değil, bunun sadece işaretlerini gözlemleyebiliyoruz. Öte yandan gelmekte olansa belli.

Kavga kaçınılmaz ve bizim kaçıracak bir fırsatımız daha yok.

Tam da bu nedenle, yavaş yavaş hareketlenmeye başlayan emekçiler ve sınıfın öncüsü iddiasındaki komünistlerin hazırlıklı olması gerekiyor. İktidarın fethinden, orada tutunmaya, toplumun eşitlik ve özgürlük idealleriyle dönüştürülmesine kadar, sürecin her alanına ilişkin bir hazırlık…

İşte bu yazı, böyle bir hazırlığa omuz vermeyi hedefliyor. Bolşeviklerin önderliğinde ileri atılan işçi sınıfının, zorlu bir nesnellikte yaşama tutunmaya çalıştığı bir dönemi ve bu dönemin kritik broşürünü, “Sol Komünizm: Bir Çocukluk Hastalığı”nı ele alacağız. Amacımız Sol Komünizm broşürünün, nasıl bir nesnellikte yazıldığını, leninizmin mantığı açısından nereye oturduğunu anlamaya çalışmak olacak.

Sol Komünizm Hangi Koşullarda Yazıldı?

Tarihin o güne kadar gördüğü en büyük yıkım olan Birinci Paylaşım Savaşı, aynı zamanda insanlığın geleceğinin de doğuşuna tanıklık etti. 1917’nin Ekim’inde, Rusya’da, yeni çağların sınıfı proletarya, iktidarını alıyordu.

Arkalarına on beş yıllık bir mücadele deneyimini alan bolşeviklerin, iktidarı alırken üç temel sloganı vardı: Ekmek, toprak ve barış. Ve zaman kaybetmeden adımlar atmak, bu başlıklarda sonuca ulaşmak gerektiğinin farkındaydılar. Kolları sıvadılar. Gizli saklı tüm emperyalist planları ifşa ettiler, barış için görüşmeleri başlattılar. Bir yandan mücadele eden dünya halklarına bir yoldaş eli uzattılar, bir yandan Sovyet Rusya’nın ayağa kalkabilmesi için kuruluşa giriştiler ve bir yandan da hem içeride hem dışarıda işçi iktidarının düşmanlarıyla amansız bir mücadeleye giriştiler.

Bolşevikler bir yandan bu adımları atıyorlardı. Öte yandan Avrupa’da çok kısa süre içerisinde gerçekleşecek devrimler, stratejilerinin önemli bir parçasıydı. Avrupalı yoldaşlarıyla sınırlarda el sıkışacakları günleri hayal ederek iktidarlarına sarıldılar, İç Savaş’ta cepheden cepheye koştular. Bu başlıkta üstlerine düşeni fazlasıyla yerine getirdiler. Öte yandan Avrupa’da işler istendiği gibi gitmiyordu. Başta Almanya olmak üzere Avrupalı işçiler ayaktaydı. Kimi zaman kalkışmaya dönüşen bu hareketlilikler, Avrupa kapitalizminin temellerini sarsıyordu sarsmasına ama o son darbe bir türlü gelmiyordu.

İşte bu gelişmelerle 1920 yılına girildi.

1920’ye gelindiğinde Sovyet Rusya’daki işçi iktidarını sıkıştıran üç temel konu vardı: Birincisi, sosyalist iktidara karşı yönelen uluslararası koalisyonun kolunun kırılması. Sovyetler her ne kadar başka ülkelerin işçileri üstünden muazzam bir uluslararası prestij de elde etmiş olsa, her an dünyadaki politik ortam Sovyetler aleyhine çevrilebilirdi. İkincisi, işçi iktidarı deyim yerindeyse bir yıkım devralmıştı. Bu yıkımdan, insana yaraşır bir toplumsal düzen çıkarmak gerekiyordu. Başta konut, gıda, sağlık, eğitim gibi alanlar olmak üzere, bir sosyalist kuruluş ihtiyacı kendini iyiden iyiye hissettiriyordu. Üçüncüsü ise, ülkede devrim yapılmış, işçi sınfı iktidarı almıştı ama toplumsal dönüşüm henüz tamamlanmamıştı ve daha yolun başıydı. Lenin, küçük ölçekli üretim vasıtasıyla burjuvazinin ve kapitalizmin her saat, her gün yeniden doğmakta olduğundan dert yanmaktadır.1 İktidarı devirmekte sarf edilen emeğin, bu büyük dönüşümün yanında çocuk oyuncağı olacağını söylemekte2 ve sabırla toplumsal bir devrim için kolları sıvamalıyız demektedir.

Rusya’daki işçi iktidarını ayakta tutmak ve Avrupa’da ortaya çıkacak devrimlerin önünü açmak… Bu ikisi, aralarında bir gerilim taşımakla beraber, bolşevikler açısından aynı bütünün parçalarıydı başından beri. Öte yandan 1920 itibariyle bu ikisi arasında gerilim bir çarpışmaya dönüşmüştür.3 Ortada henüz net bir tablo olduğunu Lenin dahil söyleyebilen yoktu. Avrupa’da gerçekleşecek devrimler, yukarıda bahsettiğimiz meselelere çareler getirecekti elbette. Öte yandan Lenin başta olmak üzere bolşevikler, dünya devriminin gerçekleşmediği bir tabloya da hazırlıklı olmak gerektiğini sezdiler. 1920’nin Nisan ayında Lenin, bir yandan iyimserliğini korumakla beraber4, Sovyet Rusya’yı merkeze koyan bir strateji geliştirme ihtiyacı hissediyordu.

İşte Sol Komünizm broşürü, bu koşullar altında, 1920 yılının Nisan ayında yazıldı.

Peki kimdi bu Sol Komünistler?

Lenin, “sol komünistler” tanımlamasını esas olarak o dönemin bir grup Avrupalı komünisti için kullanıyor. Kökenini ise daha eskilere dayandırıyor. Lenin broşürde, bolşevizmin kendi tarihi içerisinde bu “sol sapmanın”, iki kez ortaya çıktığını anlatıyor.5

Bunlardan ilki, 1908 yılına, 1905 devriminin geriye çekildiği, bolşevikler dahil tüm devrimci hareketlerin bastırıldığı bir döneme uzanıyor. Bu dönemde parti içerisinde bir ekip, parlamento seçimlerine katılmanın, yasal işçi grupları içerisinde yer almanın devrimci bir tavır olmadığını ileri sürüyor. Lenin liderliğindeki birçok bolşevik ise, 1905 devrimi döneminin geride kaldığını, işçi sınıfının yeni bir atılım için örgütlenmesi ve güç biriktirmesi gerektiğini savunuyor. Bu doğrultuda, sosyalist iktidar programını işçilerle buluşturacak her olanağın değerlendirilmesi konusunda ısrarcı oluyorlar.

İkinci örnek ise, broşürün yazıldığı döneme daha yakın bir tarihte, 1918 yılında geçiyor. Hatırlanacağı üzere, 1917 Ekim Devrimi’nden sonra Sovyet Rusya, gizli saklı tüm emperyalist anlaşmaları ifşa etmiş ve açık barış yanlılığını ortaya koymuştu.  Ne var ki Sovyet Rusya’nın savaş karşısında aldığı bu açık tavır, barışı hemen ve kendiliğinden getirmemişti. Bir de üstüne, Almanya’da devrim için mücadele eden hareketli bir işçi sınıfı vardı ve Lenin dahil tüm bolşevikler buradan gelecek bir devrim haberini bekliyorlardı. Ne ki devrim gecikiyor, içeride işçi sınıfının ihtiyaçları ve ülkenin kuruluş sorunları kendisini dayatıyordu. Bir de üstüne Alman ordusu Petrograd’a doğru ilerliyordu. Lenin, Sovyet Rusya’nın yaşayabilmesi için acilen bir barış anlaşması imzalanması gerektiğini hissediyordu. Bu anlaşma 1918 yılının 3 Mart’ında, Brest-Litovsk’ta imzalanacaktı. İşte bu anlaşmaya dair parti içerisinde farklı sesler yükseliyordu. Almanlarla yapılacak bu anlaşmanın, emperyalist bir devletle yapılacak bir uzlaşma olacağını ve ilkesel olarak kabul edilemeyeceğini ifade edenler vardı. Lenin de bunun bir uzlaşma olduğu konusunda farklı düşünmüyordu, ne var ki bu kaçınılmaz bir uzlaşmaydı ve işçi sınıfı iktidarının açısından yaşamsaldı. Lenin, partide yaşanan bu ikinci tartışmanın, 1908’de yaşadıkları tartışmaya kıyasla daha ufak bir tartışma olduğunu belirtiyor.6 Sürecin sonunda, sol komünist hizbin o anki temsilcileri Radek ve Buharin hatalarını kabul ediyorlar.

Daha önce de değindiğimiz üzere, tanımın esas odağını başta İngiltere, Almanya ve İtalya olmak üzere bir grup Avrupalı komünist oluşturuyor. Lenin broşüründe, birkaç başlık üzerinden bu komünistlerle bir tartışma yürütüyor.

Bu başlıkların başında, bolşeviklerin de vakti zamanında içlerinde yürüttükleri parlamento tartışması geliyor. Konuyla ilgili önce bir İtalyan sol komünistine, Bordiga’ya kulak verelim:

“Dünya savaşının sona ermesi, ilk komünist devrimlerin gerçekleşmesi ve Üçüncü Enternasyonal’in kuruluşuyla başlayan bugünkü aşamada, komünistler, proletaryanın her ülkedeki siyasi eyleminin doğrudan hedefi olarak, partinin tüm enerjisini ve hazırlık çalışmalarını, iktidarın devrimci yollardan fethine adamalıdırlar. Bu aşamada, burjuvazinin güçlü birer savunma aracı olarak iş gören ve işçi sınıfı saflarında da kullanılabilen bu organlara (meclis kastediliyor-BÖ) katılım kabul edilemezdir.”7

İktidarın devrimci yollardan fethine kimsenin, hele hele de bunu gerçekleştirmiş bir partinin liderinin bir itirazı olamaz. Öte yandan Bordiga, bir dönemle beraber komünistlerin parlamentolarla ilişkilenmesinin bittiğine işaret etmektedir. Lenin’in itirazları esas bu nokta üzerinedir. İtalya dahil olmak üzere, birçok Avrupa ülkesinde işçi sınıfının büyük bir enerjiyle hareket ettiği ve komünist partilerin ortaya çıktığı doğrudur. Öte yandan hareket halindeki Avrupalı emekçiler üstünde hâlâ esas söz sahibi olan partiler sosyal demokrat partilerdir. Ve sandıklar, tarihsel olarak anlamlarını yitirmiş olsalar dahi, milyonlarca Avrupalı emekçi için hala siyasal bir referans noktasıdır. Lenin’in Almanya üzerinden verdiği cevap oldukça önemlidir:

“Eğer ‘milyonlarca’ proleter, yalnızca genel olarak parlamentarizmden yana olmakla kalmayıp, aynı zamanda, açıkça "karşı-devrimci" iseler, "parlamentarizmin siyasal olarak zamanını doldurmuş olduğunu" nasıl söyleyebiliriz!? Besbelli ki, parlamentarizm, Almanya'da henüz siyasal olarak zamanını doldurmuş değildir. Besbelli ki, Almanya ‘sollar’ı kendi isteklerini, politik-ideolojik tutumlarını nesnel gerçeklikle birbirine karıştırmışlardır. Bu, devrimciler için en tehlikeli yanılgıdır. Komünistler, proletaryanın her ülkedeki siyasi eyleminin doğrudan hedefi olarak, partinin tüm enerjisini ve tüm hazırlık çalışmalarını sona erdiren güç olmalıdır.”8

Lenin bununla da kalmamış ve ikili iktidarın yaşandığı dönemlerde dahi buna dair ilkesel bir tutum alınamayacağını, nesnelliğin yeniden yeniden ele alınıp devrimci tutumun yaratılması gerektiğini savunmuştur.

“Biz Rus bolşeviklerinin, Eylül-Kasım 1917'de, Rusya'da parlamentarizmin siyasal olarak zamanını doldurduğunu iddia etmeye, Batının bütün komünistlerinden daha fazla hakkı yok muydu? Besbelli ki vardı, çünkü sorun, burjuva parlamentolarının uzun süreden beri mi, yoksa kısa süreden beri mi var olup olmadıkları sorunu değildir, sorun, büyük emekçi yığınların ideolojik, siyasal ve pratik bakımdan Sovyet rejimini benimsemeye ve burjuva demokratik parlamentoyu dağıtmaya -ya da dağıtılmasına izin vermeye- hazır olup olmadıkları sorunudur.”9

Lenin bu satırları yazarken haklıdır. Çünkü mesele, devrim ümidi azalmış bir nesnellikte komünistlerin gelecek zamana hazırlanmak üzere geri çekilmeleri değildir. Lenin, Avrupalı komünistleri sürecin dışına fırlatacak gelişmeleri görmekte; öncüyü sınıfla daha fazla etkileşime sokacak metotlar önermektedir. Bir devrim de gerçekleşecekse, bunun ancak sınıfla ilişkinin güçlendirilmesiyle ve emekçiler üstündeki burjuva etkisinin kırılmasıyla mümkün olduğunu söylemektedir.

Sol komünistlerle yürüttüğü tartışmada, her başlığın yukarıdakiler kadar sade (yukarıdakiler ne kadar sadeyse) olduğunu söyleyemeyiz. Bu çelişkilere ileride değineceğiz.

Komünistler Toplanıyor

Bu tartışmalar sürerken, Komünist Enternasyonal’in (Komintern) ikinci kongresi Sovyet Rusya’da toplanıyor. Dünyanın dört bir yanından parti ve gençlik örgütlerini temsilen, toplam 218 delege kongreye katılıyor. 10Kongre için gelen delegelere, toplantı öncesi dağıtılan materyallerden bir tanesi de Lenin’in Sol Komünizm broşürü oluyor.

Komintern’in ikinci kongresi, örgütün bir dünya partisi olarak örgütlenmesi yolunda kritik bir öneme sahip. Bu kongre aynı zamanda, Komintern’in kuruluş felsefesini yansıtan bir temel metnin, “Komintern’e Katılmanın 21 Koşulu”nun da kabul edildiği toplantı oluyor. Komünizme ilginin tavan yaptığı, “komünist olmayanların komünist partilere, komünist olmayan partilerin de Komintern’e başvurduğu”11 bir dönemden bahsediyoruz. Tam da böyle bir dönemde, bolşevikler dünya komünist hareketinin sınırlarının çok net bir şekilde belirlenmesi gerektiğini savunuyorlardı. 21 Koşul bu anlamda oldukça net kurallar koymaktadır: Parlamenter sapmadan tamamıyla kopulacak, her türlü reformist eğilimle yollar ayrılacak, simgesel değil ama politik bir anlam taşımak üzere tüm partiler isimlerinde “komünist” ibaresi taşıyacak, dünyanın her yerindeki Sovyet iktidarları için ortak mücadeleye koşulacak ve bu iktidarlara karşı yürütülen lojistik faaliyetlerin önü kesilecek ve diğerleri… 12 Ve tüm bunların üstüne, tüm partilerden birer olağan üstü kongre toplamaları ve tüm bu kararları yerel parti örgütleriyle de paylaşmaları istenmektedir. En geç dört ay içerisinde... Bu temel metinle birlikte Komintern sadece siyasal ve örgütsel ilkeleri daha belirgin bir komünist organizasyon olmakla kalmıyordu, aynı zamanda yürütme kurulu ve kongreleri aracılığıyla tüm üye ülke komünist partilerine müdahale olanağı bulunan bir dünya partisi olmaya doğru ilerliyordu.

Kongrenin başında dağıtılan Sol Komünizm broşürü ile yukarıda değindiğimiz “21 Koşul”un arasında tam bir uyumdan bahsetmemiz mümkün değil. Sol Komünizm açıkça tecride, yalnızlığa mahkûm olmamak adına, Avrupalı komünistlere, sosyal demokrat partilerle uzlaşma taktikleri önermekte13 ve “sabretmeli, sebatla belki de uzun uzun yıllar çalışmalısınız çünkü bolşevizm arkasına böylesine bir mirası alarak devrim yapabilmiştir” demektedir.14 “21 Koşul” ise bazı maddelerde açıkça bu tavırları mahkûm etmektedir.

Peki bu durumu nasıl açıklayacağız?

“Burada çelişki yok, çelişki 1920 yılındadır çünkü kâh dünya devriminin yayılacağı, kâh belli süre Sovyetlere sıkışacağını hissettirmektedir ve Lenin her şeyi hesaba katmak zorundadır. Bu hesaplar içinde, Rusya’daki işçi iktidarının ayakta kalması ve sosyalizmin kuruluşuna geçilmesi için ille de batıda bir devrimin gerekmediği de vardır.”15

Bu Broşürden Reformizm Çıkar Mı?

“Sol Komünizm: Bir Çocukluk Hastalığı”, dönemin gerçeklikten ve ne yazık ki devrimden uzak devrimcilerine bir ayar niteliğindeydi. Öte yandan broşür, bir süre sonra düzenle iş birliği yapmanın ve reformist programların bahanesi olarak kullanılır oldu. Reformistlerin derdi kendine, ama biz şu soruyu sormak zorundayız: “Sol Komünizm”den reformizm reçetesi çıkar mı?

Bu soruya baştan hayır cevabını verebiliriz. Broşürün reformistlerin ağzına bolca malzeme verdiği gerçeği bir yana, Lenin’in en çok “uzlaşma”, “sabır” gibi kelimeleri kullandığı bu çalışması her şeye rağmen bir bütünlük içermektedir ve bu bütünlükte reformizme yer yoktur. Bunun en önemli örneğini, Lenin’in meclis seçimlerine katılma tartışmalarına verdiği cevapta görüyoruz. Dönemin sol komünistleri, burjuva parlamentolarının ilkesel olarak reddedilmesi gerektiğini ve asla seçimlere katılınmaması gerektiğini savunuyorlardı. Yukarıda da değindik, Lenin’in Avrupalı komünistlere önerisi tersi yöndedir. Öte yandan Lenin, bu tutumun ilkesel bir tutum olamayacağını açıkça belirtmiştir:

“1905 Ağustos’unda, Çar, bir danışma "parlamento"sunun toplantıya çağrıldığını bildirdiği zaman, bolşevikler, bütün muhalefet partilerinin ve özellikle menşeviklerin tersine, bu parlamentoyu boykot etmişlerdi ve gerçekten de bu parlamentoyu, Ekim 1905 devrimi süpürmüş atmıştı. O tarihte, bu boykot kararının doğruluğu, gerici parlamentolara katılmamanın genel olarak doğru bir davranış olmasından ötürü değil, yığın grevlerinin siyasal greve ve sonra da devrimci greve ve en sonunda da Çarlık'a karşı ayaklanmaya doğru hızla dönüştüğü nesnel durumun doğru olarak değerlendirilmiş olmasından ötürü kanıtlanmıştı.”16

Lenin bu satırlardan hemen sonra ise, 1906’da yapılan Duma seçimlerinin boykot edilmesinin yanlış bir karar olduğunu söylüyor.17 Ve bu ikisi arasında bir çelişki bulunmuyor. Çünkü Lenin’in kalkış noktası sosyalist iktidardır, işçi sınıfının iktidarı almasıdır. Bu bağlamda seçimler ve diğer düzen aygıtlarıyla ilişkilenme, her nesnel durumda yeniden yeniden ele alınmalıdır.

Nesnel durumun yeniden yeniden ele alınmasına ve devrimci stratejinin üretilmesine dair en güzel örneklerden birisi de bolşeviklerin, Kurucu Meclis karşısında takındıkları tavırda ortaya çıkıyor. Bilindiği üzere bolşevikler, 1917 Kasım ayında yapılan Kurucu Meclis seçimlerine katılmış ve bu mecliste yerlerini almışlardı. Kurucu meclis bir gerçeklikti. Lenin ve bolşevikler öncelikle onu dönüştürmeye, devrimi sağlamlaştıran bir hale getirmeye çalıştılar. Bunun olamayacağı noktada da karşı devrimci rolünü ifade etmekten ve meclisi dağıtmaktan geri durmadılar:

“Karşıdevrimci Kurucu Meclisin içinde tutarlı bir bolşevik sovyet muhalefetinin bulunmasının, sol sosyalist-devrimcilerin tutarsız muhalefetine karşın, 5 Ocak 1918'de Kurucu Meclisi dağıtmamıza engel olmadığını, tam tersine, onu kolaylaştırdığını pek iyi bilmekteyiz”18

Yukarıda ele alınan iki örnekte Lenin ve bolşevikler açısından konu son derece sadedir. Milyonlarca emekçi için seçim sandıklarının, meclislerin bir önemi kalmadıysa; sınıf kendisini başka araçlarla ifade ediyor ve kendi iktidarını kurma yolundaysa seçimlerin bir anlamı yoktur. Öte yandan milyonlarca emekçi için o sandığın siyasal bir değeri varsa, devrimci parti ne yapıp edip o alana sınıfın sesini taşımalıdır. Lenin için konu bundan ibarettir.

Evet, reformistlerin derdi kendine. Tarih boyunca düzen içi çözümlere sıkışıp kalmış tüm hareketlerin vardıkları nokta, düzen hareketlerinin içerisinde erimek olmuştur. Lenin’in ise komünistlere önerisi, her halükârda siyasal bağımsızlığın korunmasını da içermektedir. Lenin 1920’de, İngiliz komünistlerine tek bir partide bir araya gelmelerini ve sosyal demokrat İşçi Partisi ile ittifak yapmalarını önerirken dahi, siyasal bağımsızlığın korunmasının altını çiziyordu:

“(…) biz, tam bir propaganda, ajitasyon ve siyasal eylem özgürlüğünü koruruz. Bu sonuncu koşul olmadan, besbelli ki, blok da kurulamaz, çünkü siyasal eylem özgürlüğünü elde etmeden uzlaşmaya varmak ihanet olur.”19

Yazılanlara Nasıl Bakmalı?

Leninizmin mantığını anlamak açısından referans kabul edeceğimiz metinler vardır. “Ne Yapmalı?”, “Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması”, “Nisan Tezleri” bunların başında geliyorlar. Sol Komünizm’in ise bu kategoride olmadığını söylemek zorundayız. Ayakta kalmaya çalışan devrimci bir iktidarın, ilkelerine, kuruluş felsefesine ihanet etmeden uzlaşmak zorunda kalabileceğini, sabırlı ve daha uzun erimli planlamalarına girişebileceğini anlamak açısından önemi vardır. Bu çerçevede ele alınmalı ve her türlü mutlak yaklaşımdan uzak tutulmalıdır.

Öte yandan söylenmesi gereken esas şey, bu broşürün leninizmin mantığı açısından bir anomali olmadığıdır. İnsanlığın komünizme doğru yolculuğunda, ileri atılımlar gibi geri çekilişlerin, güç biriktirmek gereken dönemlerin olacağını kavramak oldukça önemlidir ve Sol Komünizm, devrimci bir program çerçevesinde bu soruna cevap üretmeye çalışmıştır. Çelişki gibi görünen başlıklarsa, Lenin’in felsefesinin temeliyle, işçi sınıfı iktidarı sorunuyla ele alındığında çözülebilir.

İşte Lenin, en fazla sabır dediği satırlarda dahi, işçi sınıfı iktidarını koruma ve büyütme telaşıyla yazmaktadır.

Bunu akıldan hiç çıkarmadan, sözü Lenin’in iç dünyasını çok güzel özetleyen bu satırlara bırakalım:

“Kapitalizm Lenin’in uykularını kaçırmıştır. Örnek olsun Kapri’de yukarıdaki iç dökmenin muhatabı Gorkiy ve İtalyan köylülerle balık avlayıp çocuklar gibi neşelendikten sonra kendisini yiyip bitirmiştir. Bu av partilerinde adı “Dirin dirin”e çıkmıştır, zokayı yutan balığın misinayı germesini çağrıştırarak… İşte Lenin’in hayatı böyle özetlenebilir: Sömürü ve zulüm sürekli vurmakta, Lenin’i uyarmaktadır: Dirin dirin!

Acele etmeli dirin dirin…

Bir şeyler yapmalı dirin dirin…

Dirin dirin Lenin…” 20

Nice 150 yaşlara Lenin!