'Saldırı olduğunda güvenlik araya girmek istemiyor, polis ekibi bekliyor'

Keçiören'de ‘hasta yakınlarının’ saldırısı karşısında kendilerini savunmak için bir oda önünde barikat kuran sağlık emekçileri aslında benzer saldırılara sürekli maruz kalıyor. Ankara’da acil serviste çalışan bir sağlık emekçisiyle rutinleşen şiddeti ve yaşadıklarını konuştuk.

Haber Merkezi

Ankara Keçiören Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin acil servisinde sağlık çalışanlarının kendilerine yönelen şiddete karşı bedenleriyle kurdukları barikat önceki gün akşam saatlerinden itibaren ülkenin bir numaralı gündemi haline geldi.

Özellikle acil servislerde rutin hale gelen sağlık emekçilerine yönelik şiddet, salgın döneminde de kesintisiz sürerken, AKP ve MHP’nin önce reddettiği, sonrasında tepkiler nedeniyle “mecburen” çıkarmak zorunda kaldığı “Sağlıkta Şiddet Yasası” da yeniden tartışma konusu oldu.

“TTB’nin Covid-19 pandemisi 6. ay değerlendirme raporu”, yasal düzenlemenin üzerinden 5 ay geçmesine rağmen şiddetin kesinsiz sürdüğüne işaret etmiş, söz konusu yasal düzenlemenin kağıt üstünde kaldığına vurgu yapmıştı.

'Dünkü görüntüler sağlıkçılar için çok tanıdık'

Bunun son örneği olan Keçiören’deki saldırıyı, Ankara’da acil servis çalışanı bir sağlık emekçisiyle görüştük.

Dünkü saldırı görüntülerinin oldukça çarpıcı olmakla birlikte sağlıkçılar için çok tanıdık olduğuna işaret eden sağlık emekçisi, “Pandemiden dolayı hasta yakınlarını içeri alamıyoruz, bu bize karşı bir nefret ve saldırı nedeni olarak dönüyor. Hasta yakınlarını bilgilendirmek için dahi zaman bulamayan, o denli yoğun çalışan sağlıkçıların içinde bulunduğu tablo hiçbir şekilde düşünülmüyor” dedi.

'Hedefe biz konuluyoruz'

Tartışmaların ve saldırıların kaynağının genelde bu başlık olduğunu, bunun sorumlusunun sağlıkçılar olmadığını, bütün özverileriyle çalışmalarına karşın bir de şiddete maruz kaldıklarını belirten acil servis çalışanı, sözlerini şöyle sürdürdü:

Sağlık personeli konusunda büyük bir eksiklik var. Hastanelerde ticarethane gibi bir mantık yerleştirilmek istendiği bilinmiyor. Çalışan sayısı az olunca herkes büyük bir iş yüküyle mücadele ediyor. Gelen hastalara yetişmeye çalışmaktan nefes bile alamaz durumdayız. Bir de bu süreçte hasta yakınlarının saldırıları geliyor. Onları da anlamaya çalışıyoruz, elimizden geldiğince bilgilendirme yapmaya çalışıyoruz ancak iş çığrından çıkarılıyor, hedefe de biz konuluyoruz. Yasak olmasına rağmen içeri girmek istiyorlar, bunun yasak olduğunu anlatıyoruz, tehdit ediliyoruz. 

'Saldırı başladığında kimse olmuyor, dünkü gibi karşı karşıya kalıyoruz'

Bu durum bir aşama daha ilerlediğinde o zaman en ufak bir can güvenliğimiz kalmıyor. Saldırı başladığında arada kimse olmuyor, dünkü gibi karşı karşıya kalıyoruz saldırganlarla. 

'Güvenlik araya girmek istemiyor, polis de ekip gelene kadar bekliyor'

Hastane güvenliklerinin hepsinin davası var neredeyse. Müdahale ettiklerinde haklarında dava açılıyor, hastane de arkalarında durmuyor ve kendi avukatlarını tutuyor, kendileri uğraşıyorlar. Bu nedenle arada kalmak istemiyorlar, genelde dışarda duruyorlar bu nedenle. 

Polis ise oldukça yetersiz. Bir tane iki tane polis oluyor, onlara durumu ilettiğinizde müdahale etmiyor, ekipleri aradım diyor. 

Yani ekip gelene kadar saldırganlar ve biz karşı karşıya kalıyoruz, arada kimse olmuyor neredeyse.

Şiddet bu kadar rutinleştiğinde can güvenliğimiz de kalmıyor doğal olarak.

Caydırıcı düzenlemeler de olmayınca, çıkan düzenlemeler de kağıt üstünde kalınca rahat rahat şiddet uyguluyorlar.

Yani saldırı başlıyor, ekipler gelene kadar olan oluyor. Bu arada tamamen korumasızsın. Bir gün maruz kaldığımız bir saldırıda acilin camları indirildi, şans eseri başımıza bir şey gelmedi.

Beyaz Kod masalı

Bizi korumak adına çıkarıldığı söylenen Beyaz Kod üzerinden açtığım bir dava iki yıldır sürüyor ve hiçbir sonuç yok. Olay bile unutuluyor ama sonuçlanmıyor.

Geçtiğimiz aylarda yine Beyaz Kod üzerinden bir şikayette bulunmak istedim, hem güvenlik hem polis “iki yıl sürüyor, bir şey çıkmıyor” diye vazgeçirmeye çalıştı.

O kadar işlemez bir sistemden söz ediyoruz aslında.

Salgın günlerinde de hedefteler

TTB'nin salgının 6. ayı dolayısıyla yaptığı değerlendirme açıklamasında şu ifadeler yer almıştı:

Tüm baskılara rağmen gerçekleri dile getiren örgütler topluma hedef olarak gösterilmekte, halk sağlığı uzmanlarına “halkı paniğe sevk etme” suçlaması ile valilik ve üniversite tarafından soruşturmalar açılmaktadır. Sağlık çalışanının onayı alınmaksızın zoraki görev değişiklikleri, ağır nöbet sistemleri, sağlık çalışanlarına yönelik uygulanan diğer baskı yöntemleri arasındadır. Bu çerçevede Türkiye’de;

 Pandemi sürecinde Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi’nde kurumun uğradığı zarar gerekçe gösterilerek çalışanların ek ödemelerinde yüzde 20’den başlayan kesintilerin yapılması ve bu haksızlığı dile getirmek için sağlık çalışanlarının yaptıkları toplantıya başhekim yerine polisin giderek açıklamaya engel olmaya çalışması dikkat çekicidir.

 Filyasyon ekipleri hasta takipleri sırasında saldırılara uğrayarak şiddet görürken, bir hastanede COVID-19’lu bir hasta hekimlere saldırdı. Saldırgana hastalığı nedeni ile gözaltı işlemi dahi yapılmadı. Sağlık çalışanları ise karantina işlemine tabi tutuldu.

 Pandeminin yarattığı strese karşın insani bir talep olan “aşure yeme” isteği, cinsel içerikli saldırı ve sosyal medyada linç girişimine kadar büyütüldü ve bu saldırıyı yapan serbest bırakıldı.

 Batman’da kişisel koruyucu talepleri sonucu sürgün edilen üç sağlık çalışanı ile ilgili olarak yapılan basın açıklaması polisin plastik mermi ve gaz şiddetine maruz kalırken, birçok sağlık çalışanı darp ve gözaltı ile karşı karşıya kaldı.

 Ankara’da sağlık çalışanları koronavirüs nedeniyle hayatını kaybedenler için yapmak istediği anma polis tarafından engellenirken ancak bir dakikalık saygı duruşuna izin verildi ve açıklama yaptırılmadı.

 Urla Devlet Hastanesi sağlık çalışanları hastane bahçesinde ek ödemelerdeki kesinti, 4b’lilerin kadroya alınması, performans sistemi ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddet konularında açıklama yapmak isteyince polis müdahale ederek açıklamayı engellemek istedi.

 Denizli’nin Çameli ilçesinde sağlık emekçisi çift ev sahibinin yarattığı sıradan bir tartışma bahane edilerek evden çıkarıldı.

 Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Hastalıkları bölümünde çalışan bir grup hekime, ailelerine bulaş olmaması için ücretlerini ödedikleri otelden ayrılmaları yönünde baskı uygulandı.

 Sakarya ilinde sağlık çalışanın yaşadığı apartmana “Apartmanımızda ikamet eden sayın sağlık çalışanları, apartmana girip çıkarken giriş kapıları ve merdiven korkuluklarına temas etmemenizi önemle rica ederiz” ifadeleri yer alan yazı asıldı.

 Sağlık çalışanları COVID-19 salgınına karşı gerekli önlemlerin alınması için Ankara Üniversitesi (AÜ) İbni Sina Hastanesi önünde açıklama yapmak istedi ve beş sağlık çalışanı gözaltına alındı.

 Daha önce tedavi görmüş bir kişinin doktoruna ulaşamadığı gerekçesiyle dışarıdan yanıcı madde atarak Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları EAH’ye bağlı Beylerbeyi Toplum Ruh Sağlığı Merkezi’nde yangın çıktı 361

 Bu süreç içerisinde otoritenin sağlık çalışanlarına yaklaşımını en iyi sergileyen tutum ve davranış ise Zonguldak ilinden geldi. Zonguldak Valisi yaptığı açıklamada; “Her türlü tedbirin alınmasına rağmen maalesef sağlıkçılarımız kendilerini koruyamadılar. Tüm arkadaşlarımızı uyardık. Bu bizim faturamızı ağırlaştıran olay oldu. Normalde sağlıkçılarımızın bize getirdiği yük olmasaydı bugün belki de geri dönüşü konuşuyor olacaktık. Misafirhanede onları misafir ettik. Onlardan ücret almadık. Yemek ücreti de almadık. Ama orada kendi aralarındaki ilişkilerinde yeteri kadar dikkatli olmadıkları için hem kendilerini sıkıntıya soktular hem bizi sıkıntıya soktular. Bunun da artık azalacağını varsayıyoruz. Onlar bizim kahramanlarımız. Kendi hayatlarını ortaya koyan insanlar ama yeteri kadar dikkatli olmayınca sıkıntı yaşıyoruz” dedi. Vali daha sonra sözlerine açıklık getirdi ve özür diledi.