Türkî-Kürdî icraat: Faşist Bandera’nın antikomünist hayranları

Şöyle bir şey düşünün: Diyelim, Ankara’da Nâzım Hikmet Tiyatrosu var veya Mahir Çayan Sahnesi ya da Behice Boran Operası... Ve bunlardan birinde Alparslan Türkeş veya Abdullah Çatlı ya da Haluk Kırcı etrafındaki “mitos” ve “mitler” işleniyor, sahneleniyor. Bu “önderlerin” etrafında oluşturulmuş sislerin “sanatsal dökümü” veriliyor. Modern bir yorumla (“HipHopera”) izleyici önüne çıkılıyor.

Olur mu?

Olmayacak şey değil.

Murat Belge ve döküntülerinin (“Belge’li Birikim Gericiliği”) yakın bir zamanda yeniden bitlerinin kanlanacağını ve böyle şeyler yapacağını biliyoruz. Yaptıkları, yapacaklarının garantisi çünkü. Bunun için Türkiye’den arta kalacak muhtelif parçacıklardaki CHP-HDP türü iktidarları bekliyor da olabilirler. 31 Mart’tan çok umutlular.

İslamcılarla yeterince oynadılar, sonra papaz oldular ve epey bir sopalandılar, bazıları hâlâ içeride, mesela Ahmet Altan roman üzerine roman yazıyor durmadan. Ama Türkiye’de aydınlanma adına ne kaldıysa biçtiler, cumhuriyetten aydınlanma adına ne kaldıysa  çökerttiler, İslamcıların faşist rejimini Ankara’ya konuşlandırdılar. Şimdi yeni kaotik döneme ve sonrasındaki muhtemel ikballerine hazırlanıyorlar.  

Yukarıda adını andığımız devrimcilerin adına kurumlar oluşturacaklarını ve buralarda her türlü gericiliğin, Necip Fazıl’ların, Nihal Atsız’ların, Kenan Evren’lerin, Abdullah Çatlı’ların, Haluk Kırcı’ların, Mehmet Ali Ağca’ların vs. göklere çıkarılacağını, “bunlar çevresinde oluşturulan mitlere yapıbozum tekniğiyle yaklaşan modern oyunlar” sahneleyeceklerini şimdiden iddia edebiliriz. Demokrattırlar, yani azgın antikomünisttirler ve bunu yapacaklardır.

Döküntülerinin bugün yaptıklarına, hatta demokrat Avrupa’da yaptıklarına bakarak, böyle tahminlerde bulunabiliriz. Bahaneleri “Türk milliyetçiliği” olacaktır. Türk faşistlerini bahane edip, o faşistlerden arta kalan talaşları HipHop tarzı tiyatrolarla sahneleyecekleri günleri demokrasi olarak adlandıracaklarını biliyoruz. Parça pinçik olmuş Türkiye’de...

Nereden mi biliyoruz?

Yaşadıklarımızdan… Hiç şaşırmayacağız… Efendilerinden ne görüyorlarsa onu Türkiye’de sergilemeyi esas görevleri sayıyorlar ve aydın olmak bunlara göre böyle bir şey. Efendilerinin oyun çizelgesi dışında düşünemezler ki. Saldırgandırlar.

* * *

Berlin’deyiz. Burada bir ünlü Maxim Gorki Tiyatrosu var. Tiyatronun başında da herhangi bir yeteneğine tanık olmadığımız, ancak önünde tüm kapıların nedense pek kolay açıldığı, Türkçede “kâzip şöhret” diye geçiştirebileceğimiz, herhalde uyum için adını bile rötuşlayabilmiş Türkiye kökenli bir kadın “sanatçı”... İsteyen, ayrıntılı bilgiye internet üzerinden rahatça ulaşabilir. İyi.

Bu kadri fazlasıyla bilinmiş dahinin en iyi müşterilerinin Can Dündar ve onun Almanya’daki her türden kafadarı olduğunu yıllar içinde gördük. Öğrendik. Entelektüel algı düzeyini ve hırsını Türkiye’deki insanlara Elif Şafak-Nuray Mert-Aslı Aydıntaşbaş arası bir tipolojiyle anlatmak mümkün. Şaşırılmaması gereken şu: Murat Belge gibi bir karikatürün karikatürleridir bunlar, ama emperyal merkezlerde çok etkilidirler. İslamcı Ankara’nın önünü açıp, ülkeyi, paramparça etmesi için AKP zihniyetine altın bir tepside sunan Türk sermayesinin uşağı böyle adamların/kadınların Avrupa’daki bu akrabaları, solculuğu kimseye bırakmazlar. Sosyalizme karşı her türlü gericiliğin stepnesidirler ve bunun için çok mesai harcarlar. Solcudurlar. Demokrattırlar.

Yani, antikomünizmin en saldırgan militanlarıdırlar.

Maxim Gorki Tiyatrosu’nun başına atanmış bu antikomünist hanımefendinin önemi, yeteneksizliğinden değil, belki de ülkesini ve devrim tarihini önemseyen Türkiye ilericiliğine, soluna, solculuk adına düşmanlığından geliyor. Kim sanatçı olmadığını ileri sürebilir? Sanatçıdırlar, kuşkusuz demokrattırlar. Muhtemelen bu nedenle, devrim ve sosyalizmden iğrendikleri kadar başka hiçbir şeyden iğrenmezler ve bu iğrentilerini hep sol adına sergilerler. Solculuk olarak sahnelerler. Sadece bu yolla etkili olacakları kendilerine öğretilmiştir çünkü. Bırakın Türkiye ilerici tarihini, zaten haberleri de yoktur, kariyerlerini borçlu oldukları, ama çökmesi için epey destek verdikleri sosyalist cumhuriyetin her şeyinden iğrenirler. Bir gün yeniden anlatırız.

Bunların, karşıtlarını daima milliyetçilikle ve antisemitizmle suçlamak dışında pek bir silahları yoktur aslında. Ama o silahın çok etkili olduğu, kadro sıkıntısı hiç çekmedikleri eklenmelidir.

İşte, Alman Demokratik Cumhuriyeti (DDR) kökenli ünlü tiyatrocu bir aileye, Langhoff’lara gelin gidince kendisine olmadık kapılar açılan, oysa yaşadığı ülkenin ortalama memurları kadar Almanca konuşup anlayabilen bir hanımın yönettiği Maxim Gorki Tiyatrosu’nda bir süredir Ukrayna faşistlerinin ilahı Stepan Bandera da sahneleniyor. Pek bir protestoya tanık olmadık. Sonunda geçen hafta Alman Özgür Düşünce Derneği (Deutscher Freidenker-Verband) Berlin internet sitesinde bir protesto metni yayımladı da bazı çevrelerin haberi oldu. 

Nazi Almanyası’nın Ukrayna’daki kasaplarının başı bu Bandera, ki Gorki adını taşıyan bir kurumun sitesinde “partizan önderi” diye tanıtılmaktadır, Soğuk Savaş’ta, savaş suçları nedeniyle ölüme mahkûm edildiği SSCB’den kaçarak sığındığı Münih’te öldürülmüş ve gömülmüştü, şimdi hikâyesi modern bir versiyonla seyirci önündeymiş. Peki.

Şermin (Shermin) Hanım, bir yerlere borç mu ödüyor? Hayır, inandığını yapıyor ve yaptırıyor.

* * *

Almanlar kendi sorunlarını kendi çözebilir. Bizim derdimiz başka...

Tiyatronun internet sitesinde, şu Maxim Gorki adını gasp ederek “işini yapan” Türkiye kökenli isimlere, tarih yazmaya meraklı olanlar kısa bir göz atabilir: İşte bunlar demokrat. O kurumun yöneticileri, oyuncuları, dramaturgları, dnışmanları, fotoğrafçıları, herkese demokratlık dersi veren, “Türkiye önemlidir” diyen insanları milliyetçilikle suçlayan “konuk ve pek solcu dramaturglar, yazıcılar”, hepsi demokrat… Hepsi sanatçı...

Demek ki, meydan Bandera demokratlarına kalmıştır. Shermin Hanım ve kadrosunun elbette umurunda olmayacaktır, ama tarihe not düşmek zorundayız: Bunlar 27 milyon Sovyet insanının kasaplarını temsil ediyorlar. Bandera katledilmiş en az 27 milyon insanın, bu arada da Avrupa Yahudiliğinin kasabıdır. Bu Hitlerci kasabın “HipHopera” diye sahnelenmesi bile başlı başına bir skandaldır.

Mitosmuş… Partizan önderiymiş... Böyle tanıtıyorlar. İnsan utanır...

Utanır veya normal karşılar: Türkiye’nin sadece sosyalizmle varlığını koruyabileceğini bilen sosyalistlere, komünistlere, devrimcilere düşman ve Avrupa’da da yerleşik bir sürüyle karşı karşıyayız. Onların marifeti bunlar.

Başa dönelim: Berlin’de Bandera kasabını Gorki adını taşıyan bir kurumda sergileyebilen bu insanların/sanatçıların bugünkü kafadarlarının ve yarınki çocuklarının, paramparça bir Türkiye’nin kim bilir hangi parçasında, Nâzım Hikmet’in, Mahir Çayan ve Deniz Geçmiş’in, Behice Boran’ın adını kullanarak hangi faşist ve İslamcı katilleri sahneleyeceğini bilemeyiz. Ama girişecekleri kesindir. AKP’yi böyle iktidara taşıdılar. Şimdilerdeki boğazlaşmalarına falan kimse kanmasın. 

Milliyetçi ve İslamcı döküntüler bir kenara, bizi asıl ilgilendiren, Türkiye’yi ciddiye almış ve ondan ısrarla sosyalist bir ışık çıkarmaya çalışmış devrimcilerdir. Bu insanların, Maxim Gorki Tiyatrosu Müdiresi Shermin Langhoff ve benzerlerine, Stepan Bandera ile gerçek kimliklerini açık ettikleri için teşekkür etmeleri gerekir. Alman ve Türk-Kürt gericiliği hep el ele çalışmıştır.

Elbette fazla haksızlık etmeyelim.

Almanya’da gerçekten duyarlı devrimciler de var. Sosyalist cumhuriyetin nimetlerinden yararlanmış, sonra yüz çevirmiş döneklerin akrabalarına gerekli yanıtı vermeyi bilirler herhalde. Etkileri pek yok. Ama Bandera’yı Gorki adı altında “nurlandıracak” sanatsal girişimlere gerekli tepkiyi koymayı da, gecikseler bile, ihmal etmiyorlar. Buna da şükür...

Acı olan, Türkiyeli devrimcilerin, 200 bine yakın Türkiye kökenli insanın yaşadığı bir kentte bunu normal bulmaları ve Alman yoldaşlarıyla birlikte ortalığı aydınca ayağa kaldırmamalarıdır. Bunların demokrasisi faşist Bandera demokrasisidir. Bunların kahramanları faşist Banderalardır.

Türkiye’de neler sahneleneceğini anlayabiliyoruz.

Uşakların gerici cumhuriyetinde her türlü onursuzluk, satıcılık, sanattır. O zaman...

O zaman bu isimleri Türkiye aydın hareketi kara listesine almalıdır: Aydınca hesap sormalıdır ve bunun için önce aydını tanımlamalıdır. Bu teknokratları, hak ettikleri çekmeceye yerleştirmelidir. Shermin Langhoff ve memurları, konuk dramaturgları, konuk yazıcıları vs. aydınsa, biz aydın değiliz. Bunlar solcuysa, biz solcu değiliz.

Eh, Can Dündar saçma sapan bir internet radyosu kurar, yorum sandığı bayağılıkları habire prozodi ve ses özürlü Zülfü Livaneli ile tarih öncesi Yeni Türkü parçaları arasına sokuşturursa, hazretin “tiyatro köşesi” yazdığı Maxim Gorki Tiyatrosu’nda da böyle şeyler yapılır. Shermin Langhoff ile kadrosu, Can Dündar ve Bandera’ya yakışmıyor diyebilir miyiz? Antikomünizmin en kirli ve en somut örnekleriyle iç içe yaşıyoruz.

Peki, nasıl bir bataklık bu?

Bakacağız. Göreceklerimize şaşırmayacağız.