III. Abdülhamid Han’ın oyuncak deposu

 

Ankara’nın İslamcıları, şu sıralarda ne kadar övünseler ve “Abdülhamid Han”ın meşru evlatları olduklarını ne kadar vurgulasalar yeridir.  Baksanıza ABD ile AB ve Almanya resmen birbirine girdi. Ticaret savaşları patlak veriyor. O zaman “III. Abdülhamid” ve adamları, emperyalistler arasındaki çatışmaları kullanarak “Yeni Osmanlı”yı feraha çıkarabilir. 

Yapabilirler mi? 

Kıt zekâlı tüccar imamlar böyle rüyalara yatabilir, ama gerçekler çok acıdır. 

Ülkeyi kolayca batırdıkları ve cumhuriyeti de direniş görmeden kazıdıkları için her şeye güçlerinin yettiğini sanıyorlar. Dolayısıyla, bu krizin Türkiye gibi ülkeleri dağıtarak, onların sırtından finanse edildiğini/edileceğini algılamaları mümkün değil. Böyle bir algı kapasiteleri bulunmuyor. Hiç de olmadı.  

Ancak, dünyanın üst katlarında işlerin yolunda gitmediği de açık. Sağır sultan duydu, bizdeki İslamcılar da duymuş olmalı.

Misal: ABD ile Avrupa Almanyası’nın yıldızları bir türlü barışmıyor. Özellikle Trump’tan beri ciddi ihtilaflar ortaya çıkıyor. Berlin üzerinde Trump yönetiminden kaynaklanan o kadar yoğun bir baskı var ki, sonunda, geçen hafta ortasında, Federal Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas, Almanca konuşulan dünyanın tek ve çok etkili günlük ekonomi gazetesi Handelsblatt’ta  bir yazıyla ABD’ye adeta bayrak açtı. Tabii, Batı ittifakını koruma iddiasıyla... 

Bizdeki sosyal demokratları hiç aratmayacak kadar renksiz bu sosyal demokrat bakan, bıçağın kemiğe dayandığı mesajı mı verdi, bilemiyoruz. Ama birden aslan kesilmesi ve Washington’dan AB’ye açılan ticaret savaşının gereklerini yerine getireceklerini duyurması, gerçekten anlamlıdır: Maas, IMF’ye karşı bir Avrupa Para Fonu kurma niyetlerini açıkladı, bu arada Avrupa’nın ABD’den bağımsız bir uluslararası banka ödeme  sistemi geliştirmeye mecbur olduğunu da sergiledi. İyi...

İyi ama, AB’nin hegemon devletindeki bazı sorumluların böyle niyetleri var da, bu niyetlerin gerçekleştirilme şartları nedir, onu bilen var mı? Yok. 

Ancak her durumda dünya sisteminde ağır bir huzursuzluk var ve yayılıyor. İşler fena karışıyor. Metropoller arası bir savaştan söz edecek değiliz; metropoller arasında böyle bir hava egemen değil, ama sistemdeki çatırdamalar da göz ve kulak ardı edilecek gibi değil. 

Kriz her yerde. 

Türkiye çöktü de, metropoller ve Ankara’nın ilk en önemli dış bağlantı merkezi Almanya gönendi mi? Onlar da yeni ve büyüyen sorunlarla başa çıkmaya çalışıyor. 

Çünkü emperyalist sistemde her taş bir diğerini vuruyor. Dış ticaret fazlasında ve içeride de bütçe fazlasında dünyaya parmak ısırtan Berlin, bu şaşırtıcı birikime rağmen mutlu olamıyor. Dünyanın yoksulları sığınmacı kitleler halinde buraya yönelince nasıl “kağıttan kaplan” oldukları ortaya çıkıverdi. 

Her şey çok fazla birbirine bağlı ve bu, krizsiz kapitalizm olmadığı için, çok olumsuz bir bağımlılık. Ne zaman patlayacağı bilinmeyen saatli bombaların üzerinde zenginler de... Sistemik çöküşler engellenemiyor. 

Basit iki örnek verelim. 

Birincisi, Türkiye’deki “devalüasyonun”, dövizdeki büyük gerilemenin Alman otomotiv devlerini de vurması. Tamam, yere sermez, ama sorunlu bir kalem bu büyük talep düşüşü. Dünyanın en güçlü otomotiv sanayilerinden birine, belki de birincisine sahip Almanya, Türkiye’deki döviz tuzağından hemen etkilenen ülke oldu. “CAR-Center Automative Research”tan yapılan açıklamalarda haziran ayında Alman otomobilleri kadar kamyon ve otobüs gibi ağır vasıtaların da krizden payını aldığına dikkat çekildi. 2015’ten beri gerileyen bir otomotiv pazarına dönüştü Türkiye. BMW, 2015’te 33 bin otomobil satmış Türkiye’de mesela, bu rakam 2017’de 21 bine düşmüş ve 2018 döviz krizinden sonra onların da çok aşağıya çekileceğine garanti gözüyle bakılıyor. Daimler, “Türk pazarında müthiş gerilemeler yaşandığı” düşüncesinde. VW, ağır vasıtalarda 2017’de bile bir önceki yıla göre yüzde 30-40’lara varan gerilemeler yaşandığına dikkat çekiyor. 

Türkiye’deki ekonomik çöküş, Alman devlerini de hemen vuruyor demek ki.  

İkinci örnek futbol dünyasından... Benzer bir kader futbol pazarında da geçerli. Dövizdeki düşüşle, Türkiye’de futbol oynayan yabancıların durumlarının fena halde bozulduğuna dikkat çekiliyor medyada. Demek ki, yabancılar apar topar Türkiye’den ayrılacak; belki de bir toplu çıkış yaşanacak... Aşırı borçlanmış Türk kulüplerini ve yabancı futbolcuları çok zor günler beklediği artık Avrupa spor medyasının önemli konularından... Dolar ve avro ile yurtdışından borçlanan Türk kulüpleri, içeride TL kazanarak bu borçları ödemek zorunda. Görünen o ki ödeyemeyecekler ve Türk futbol pazarını ek bir çöküş bekliyor. Spor adına bir gerileme olarak bakamayız, ama Türk mafya futbolunu çok zor günler bekliyor; bu, açık. 

Küresel bağımlılık böyle bir şey. 

Krizlerin boyutu küçük bölgelerle sınırlı kalamıyor. Metropollerin refahını da vuruyor. Sömürenler sömürülerinin hayrını göremiyor bir türlü...

Gelmek istediğimiz nokta şu: Emperyalist sistemde ve demokrasilerinde, tıpkı Ankara gibi, pek bir rasyonellik bulunmaması, bu sorunların büyümesinde bir başka etken. Donald Trump kadrolarıyla Ankara’daki İslamcı kadro arasında köklü farklar olduğunu kim ileri sürebilir? 

Pek yok. 

Trump ve Erdoğan arasındaki sürtüşmenin akılcı bir açıklamasını bulmak zor mesela. Fakat bu irrasyonelliğin belki de kapitalizmin emperyalizm aşamasındaki yasaları çerçevesinde normal karşılanması gerekiyor. Hıristiyan köktenciliğine oynayan bir sağcı zenginin (Trump) dünya emperyalizminin lideri bir ülkeden hareketle, bağımlı bir ülkedeki İslamcı politikacılarla (Erdoğan ve kadroları) arasındaki sürtüşme, geleceğin muhtemel çatışmalarına yönelik bir sinyaldir. Huzur yok.

Emperyalizm ciddi ve “sistemik” bir krizden çıkmaya çalışıyor. Reel sosyalizmi çok arar hale gelecekleri anlaşılıyor frenler tamamen boşalınca...

Kısa olsun: İnsanlığın imhası istenmiyorsa, dünyaya yeni bir “reel sosyalizm” şarttır.