Oysa eşitlik ve özgürlük mücadelesine katılmak insanın kendisine hemen bugün kazandırır. Sırtını yaslayabileceği dostları olur, yaşamın bir amacı, güveneceği bir toplumsal ağ…

Yalnızlık pandemisine karşı siyasallaşma

Türkiye ve dünyadaki yakıcı gündemlerin arasında geçenlerde yayınlanan kısa bir haber kendine yer bulamadı. Eski ABD Sağlık Bakanı Murthy ABD’de yalnızlığın bir salgın yaptığını ve “derin bir yalnızlık” duygusu yaşayan milyonlarca ABD vatandaşından biri olduğunu bildiriyordu.

Ayrıca Murthy sosyal yalıtılmışlığın günde 15 sigara içmek veya uyuşturucu kullanmak kadar sağlığa zarar verdiğini de ekliyordu.

Gerçekten yalnızlığın çeşitli sağlık sorunlarına yol açarak ölüm riskini %30 kadar arttırdığı bildiriliyor.

Neden olduğu intiharlar hariç.

Daha önce Japonya’da salgın halindeki yalnızlık durumundan bahsetmiş, Japonya’da “Yalnızlık İle Mücadele Bakanlığı” kurulduğunu yazmıştık.

Yalnızlık olgusu ABD ve Japonya ile sınırlı değil kuşkusuz, günümüz kapitalizminin doğal bir ürünü olarak ortaya çıkıyor. Türkiye’de de kadınlarda daha fazla olmak üzere toplumun üçte birinin kendini yalnız hissettiğini bildiriliyor.

ABD’de 1984’te insanlara kaç sırdaşı olduğu sorulmuş, yanıtların ortalaması 3 güvenilir kişilerinin olduğunu ortaya koymuş. 2004’te yapılan araştırmada ise insanların çoğu sırrını paylaşacağı kimselerinin olmadığından yakınmışlar.

Batı basınında sıkça bu konu işleniyor ve öneriler sıralanıyor.

Önlemlerin içinde nefes alma egzersizi bile var!

Hollanda’da bir market zinciri yaşlıların ödeme sırasında sohbet edebilmeleri için yavaş kasa icat etmiş. Onun kuyruğu ayrı, diğer kasalar kasadaki işçi kadar müşterilerin de fabrika bandındaymış gibi konuşmadan hızlıca hareket ettiği bir manzara sunuyor.

Yalnızlığın nereden türediği anlaşılmayınca önlemler de sakil duruyor.

Öncelikle sermaye sınıfı emekçilerin örgütlüğünden deli gibi korkuyor. Belki emekçiler tam olarak farkında değiller ama halka karşı işledikleri suçları çok iyi biliyor sermaye sınıfı, üç dört kişiyi yan yana görmek istemiyorlar.

İşçilerin neredeyse %90’ı örgütsüz, ne sendika, ne parti.

Siyaset ve örgütlenmek dünyanın en zararlı işiymiş gibi gösteriliyor.

Haziran 2013’te, Türkiye’de belki kitleleri yönlendirmek istediler ama ortaya çıkan halk hareketi o kadar büyük ve güçlüydü ki ölesiye kitleden korktular. Her şeyi sandıkta çözmek istemelerinin bir nedeni de bu.

Hele Kılıçdaroğlu’nun seçimi kazandıktan sonra bile kutlamak için halktan sokağa çıkmamalarını istemesi bu söylemin bir doruğu oldu!

Yalnız insan tüketim için de kolay yönlendirilebiliyor. Yaşamın anlamı tüketim standartlarına sıkıştırılıyor. Tek kişilik rahat hat, evde plazma televizyon, elde cep telefonu, altta otomobil…

Yalnızlığın bir nedeni de sermayenin emekçileri sadece dört yılda bir oy veren sayılardan ibaret ve tüketim için yönlendirilecek pasif varlıklar olarak görmesi.

Böyle bir yaşam, apolitik ve bazı tüketim kalıpları için rekabet eden insan yaratıyor. İnsanlar birbirlerine güvenemiyor, sırtlarını dönemiyor, bir sırrını paylaşsa yarın onun için kullanılacağından emin olamıyorlar.

Bütün bunlara daha önce değindiğimiz internet bağımlılığı pandemisini eklemeliyiz. Yine ABD’de internete maruz kalmış 2000’lerde doğan gençlerin üçte birinin yakın arkadaşı yok, dörtte birinin tanıdığı yok, beşte birinin hiç arkadaşı yok! Teknoloji tekelleri insanın en kötü zekâsıyla yapay zekâyı birleştirerek dünyanın gelmiş geçmiş en büyük istismarını gerçekleştiriyor.

Bütün bunları birleştirince, tarihin içinde kaybolmuş, gelecek duygusunu yitirmiş, örgütsüz ve sol değerlerin yaşamın içinde olmadığı bir felaket çıkıyor karşımıza.

Bilim ve Aydınlanma Akademisi iki sene önce kadın cinayetleri üzerine bir rapor yayınlamış ve pek değinilmeyen bir konuya işaret etmişti.

Raporda birçok faktörün içinde solun mahallelerde ve işyerlerinde örgütsüzlüğünün cinayetlerin başlıca nedenlerinden biri olduğu vurgulanıyordu. 

Gerçekten diyelim ki komünistler fabrikalarda, sendikalarda, okullarda ve mahallelerde örgütlü olsalardı bu cinayetler büyük ölçüde sonlanırdı. Kadının çaresizliği ve erkeğin cinayete kışkırtılması da bir yerde toplumsal yalnızlığın ve değer kayıplarının ürünü olarak ortaya çıkıyor.

Sosyalizmde insanın en büyük zenginliği toplumsallaşma olacak, birlikte üretmek ve paylaşmak yalnızlığa izin vermeyecek.

Tabi ki sosyalizm bilinçli yalnızlığı, yani insanların yaratıcı üretim esnasında, kuluçka sürelerini de örgütleyecek.

Ama dostu olmayan, içini açamayan, sırtını diğerlerine dönemeyen kalmayacak.

Seçim geldi çattı sonunda.

Esas işimiz insanlığın binlerce yıla yayılan eşitlik ve özgürlük mücadelesi.

Bugün bu mücadele emekçilerin bütün kiriyle sermayeden kurtulma mücadelesidir.

Bu mücadelede yanlış anlaşılan bir şey var:

İnsanlar kendilerini bu mücadeleye katılarak tanımadığı emekçiler için feda edeceğini düşünüyor.

Oysa eşitlik ve özgürlük mücadelesine katılmak insanın kendisine hemen bugün kazandırır.

Sırtını yaslayabileceği dostları olur, yaşamın bir amacı, güveneceği bir toplumsal ağ…

Günümüzde ne kadar örgütlüyseniz o kadar zenginsiniz demektir.

Yarın TKP’ye doğru bir adım daha atmak için büyük bir fırsat.