Çözüm, sömürülenleri dinsel kuşatmadan, şükretmekten, kulluktan, meta olmaktan, üzerlerine amansızca çöken tüm baskı araçlarından kurtarma savaşımıyla gelecek.

Tarikat ve cemaatlere meşruluk mu?

Milli Eğitim Bakanının bilmesi gerekir. 1925 tarihli 677 sayılı “Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun” yürürlükte ve anayasal koruma altındadır. Kanunla tarikat ve diğer dinsel örgütlenmeler kapatılmıştır. Hukuksal olarak var olmaması, laiklik gereği yaşamaması gereken illegal tarikat ve cemaatlerle protokol yapılamaz.  

Cumhurbaşkanı tarafından atandığı halde anayasal güvence ve statüye sahip olan, TBMM önünde TBMM üyeleri gibi “laik Cumhuriyet”e bağlılık ve “Anayasaya sadakat” andı içen, görevleriyle ilgili suç işlediği iddiasıyla Yüce Divanda yargılanacak olan bir bakanın laik hukuk devletine ve Anayasaya karşı eylemlerinin suç olduğunu da bilmesi gerekir.    

Bakanın illegal tarikat ve cemaatleri sivil toplum kuruluşu olarak nitelendirmesi durumu kurtarmaya yetmez.

Devlet, hukuk, siyaset, eğitim, kamusal alan ve hizmetler dinsele, dinsel davranış kurallarına dayandırılamaz; kamu görevlileri bu konuda taraf olup dinselle iş birliği yapamaz. Laik devlet ve toplumda bu ilişkiye izin verilmez. 

Milli Eğitim Bakanının “yaptık, yapacağız” dediği tarikat ve cemaatlerle protokol/ilişki konusunun hukukta, Anayasada yeri yoktur; ilişki kuruldu ya da kuruluyorsa suçtur. 

İlişki tarikat ve cemaatlerle değil de onların kurucusu olduğu dernek ya da vakıflarla yapıldıysa ya da yapılacaksa bu durumda da dolanma yoluyla suç söz konusudur. 

Bir protokolün yanlışlıkla ya da gerçek amacı gizlemek için kullandığı sözcükler değil, gerçek ve ortak iradesi esastır. Hukuksal ilişki aldatmak, saklamak amacıyla kullanılamaz. 

Dinselle ilişkide ya da dinselin ilişkisinde gerçek irade dinselin devlete, hukuka, siyasete, eğitime, toplumsal yaşam tarzına girmesidir ki bu -açık ya da örtülü fark etmez- laiklik ilkesinin yok edilmesidir. Laiklik olmadan da cumhuriyet olmaz. 

Konunun açık ve net olan anayasal ve hukuksal durumuna karşın pervasızca, keyfice hareket edilebiliyorsa; yürütme, yasama, yargı ve düzen içi siyasi partiler sessiz kalıyorsa; anayasal denetim düzeneği çalıştırılmıyorsa çözüm yeri halktır, siyasettir, ideolojidir. 

Dinselliğin eğitimle ilişkisi konusunda 1982 Anayasasında düzenlemeler yer aldı. Din dersi konusu Anayasanın “eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi” başlıklı 42. maddesinde düzenlenirken, zorunlu dersler arasında gösterilen “din kültürü ve ahlak öğretimi” ile isteğe bağlı dersler arasında gösterilen “din eğitim ve öğretimi”ne 42. maddede değil, “din ve vicdan hürriyeti” başlıklı 24. maddede yer verildi. Laikliğin koşar adım yok edilmesinde ve büyük darbenin eğitime vurulmasında en önemli dayanakları işte bu 24. madde, “din özgürlüğü”…  

Yalnızca Milli Eğitim Bakanının suçlanmasıyla, istifaya çağrılmasıyla çözüm gelmez. AKP döneminde, kimilerine baştan övgü yazılan ne milli eğitim bakanları gitti/geldi. Tavır hep aynı oldu. Alanı boş bırakan düzen içi siyaset sütten çıkmış ak kaşık değil.

Dinsellik ve eğitim ilişkisi sömürücü düzenle, sınıfsal bakışla okunmak zorunda.  

Emperyalizmin dinsellikle ilişkisi, ABD’nin “ılımlı İslam” projesi unutulmamalı. Ilımlı İslam projesi çöktü mü? Bugün gelinen yer gösteriyor ki Ilımlı İslam projesi geçiş dönemi olarak siyasal İslamı, gericilik-piyasa ortaklığını yerleştirdi, laikliği paramparça etti.

Milli Eğitim Bakanı, siyasal iktidarın yıllardır uyguladığı hukuklu hukuksuzluğu ve keyfiliği bilerek, siyaset ve ideolojilerine uygun olan amaçlarını dışa vurdu. Evet “bakan” için suç iddiasıyla gereği yapılmalıdır ama o suç bireysel değildir, hukuk satırlarından ötedir; çocuklarımıza ve emekçi halka karşı sermaye sınıfı ve siyasal iktidarı tarafından, aynı gemide olanlar tarafından topluca işlenmiştir. Gereği asıl buradan yapılmalıdır.

“Laik cumhuriyet ilkesi”ne aykırı fiilleri işlediği odak haline gelen ve Anayasa Mahkemesi tarafından suçu sabit görülen ama kapatma yerine akçalı yaptırıma tabi tutulan AKP, bu kararın verildiği 2008 yılından bu yana engelsiz, denetimsiz iktidarını sürdürüyor.

Siyaset ve ideolojinin baskısı altında Anayasa Mahkemesi laiklik tanımını değiştirdi, laikliğin özgürlük altında yok edilmesine yol açıldı. Mahkeme özgürlük yorumlarıyla Anayasayı eğip bükerken, siyasal iktidar Anayasayı uygulamazken atamayla gelen bir kamu görevlisinin sınıfının sesini dile getirmesi şaşırtıcı mı?

Cumhuriyetten günümüze gericilikle, artan sermaye-gericilik işbirliğiyle, sömürücülerin sömürülenlere düşmanlığıyla bugünlere gelindi. Aydınlanma, hukuk, eğitim/öğretim ve bilimin sömürücülere özgülenmesiyle; sermaye sınıfının işçi sınıfına ağır saldırısıyla bugünlere gelindi.  AKP, tüm bu dönem ve eylemlerin devamcısı olarak görevini kararlı olarak yürütüyor.         

Dinsellik -kapitalizm/emperyalizm gibi- çıkmaz sokak. Laikliğin yok edilmesine ortak olan ya da göz yumanlar da aynı sokakta.   

Çözüm, sömürülenleri dinsel kuşatmadan, şükretmekten, kulluktan, meta olmaktan, üzerlerine amansızca çöken tüm baskı araçlarından kurtarma savaşımıyla gelecek.