“Bazen sebepsiz yere kendini iyi hissedersin” diye başlıyor şarkı. Yaz yağmurundan belki ya da mutlu gözlerle yağmurun yansımalarını izleyen tanıdık bir simadan… Kısacık anların mutluluğu…Moskova sokaklarında dolaşırken, bir gün Pasifik’i geçme hayali kuran bir genci dinliyoruz. Furkan’ın mektubunda ise hayal kırıklıklarını okuyoruz.

Sosyalizmin Moskova’sında genç olmak

“Milyarlarca insan olmasına rağmen neden kendimi bu dünyada yalnız ve değersiz hissediyorum? Biraz daha eğlenceli, daha yakışıklı, daha çalışkan mı olmam gerek? Hayat bunları istiyor. Benim bunları karşılayacak ne gücüm ne de umudum var…”

Artık yaşamayan bir gencin son sözleri bunlar. 18 yaşında bir insanın böylesine yalnız ve çaresiz hissetmiş olması kadar üzücü az şey vardır sanırım. İçinde yaşadığı düzen tarafından nasıl köşeye sıkıştırıldığını olduğu gibi anlatmış, kendisinden beklenenler ile sahip oldukları arasındaki uçurum büyüdükçe, ufalmış Furkan. Sosyal medyada paylaştığı intihar notu ile okuyan herkese, hepimize ayna tutuyor. Duyduk sesini, gördük çektiği acıyı ama geç kaldık.

Bu intihardan haberdar olduğum günün akşamı tamamen rastlantı, bir Sovyet filmi olan Moskova’da Dolaşırken’i izledim. 18-20 yaşlarında bir grup gencin Moskova’da geçirdikleri bir gün anlatılıyor. Filmin umut dolu şarkısı, hâlâ dilinden düşmüyormuş Rus halkının. Film de şarkıyla bir olmuş, sıcacık…Kendinizi içinde buluyor, gençlerle birlikte dolaşıyorsunuz Moskova’yı.

“Bazen sebepsiz yere kendini iyi hissedersin” diye başlıyor şarkı. Yaz yağmurundan belki ya da mutlu gözlerle yağmurun yansımalarını izleyen tanıdık bir simadan… Kısacık anların mutluluğu…Moskova sokaklarında dolaşırken, bir gün Pasifik’i geçme hayali kuran bir genci dinliyoruz. Furkan’ın mektubunda ise hayal kırıklıklarını okuyoruz.

Çok fazla şey söylemiş giderayak. Uzun zamandır intiharı düşündüğünü yazmış. Çevresi ile örtük konuşmalar yapmış, niyetini hiç açıkça belli etmemiş anlaşılan. 18 yaşındaki birine konduramadığımız bir umutsuzluk akıyor her cümlesinden. Ama isyan da var, hem de duyurmak, göstermek istediği… Yaşarken gücünün yetmediği ancak ölümüyle açığa çıkabilen, büyük bir isyan.

Hem okuyan hem de kargoda çalışan bir gençmiş. Pandemi sürecinde en çok yıpranan meslek gruplarından biri oldu kargo emekçileri. Durmaksızın getirip götürdüler, terkedilmiş sokakları arşınlayıp. İyice yabancılaşmış olmalı işine. Çoğunluğun eve kapandığı günlerde sokakların boşluğu hepimizde yalnızlık hissini tetiklemedi mi?

Bu ülkede, sadece bu ülkede değil kapitalizmin esir aldığı tüm ülkelerde yaşam mücadelesi veren gençlerden sadece biriydi o. Okurken çalışmak zorunda kalan ya da eğitim şansı hiç olamayan, ağır sömürü koşullarında çalışan, zorla evlendirilen, çocuk yaşta anne olan gençler. Ufkunu açacak, yaşamla bağını güçlendirecek etkinliklerden, gelecek kaygısı taşımadan keyif alabileceği anlardan mahrum bırakılan, koskoca dünyada yapayalnız hisseden gençler…

Filmdeki gençler de onun yaşlarındalar. Ve hepsi onun gibi işçi. Biri tesisatçı örneğin ama aynı zamanda yazar. Dergide yayımlanan öyküsünü beğenen ünlü bir yazarın daveti üzerine Moskova’ya gelen bu gencin bir gününü, yeni tanıştığı arkadaşları ile başından geçenleri izliyoruz filmde. İşte o arkadaşlardan biri de metro işçisi genç. Hiç de kolay görünmeyen işi, ne yaşamından ne de gençliğinden çalıyor. İşine giderken de işinden dönerken de yüzünde hep aynı umut dolu gülümseme.

Film başınızı döndürüyor. Tesisatçı yazar oluyor, ünlü yazarın evindeki bir başka işçi yazarın son kitabını eleştiriyor, bir diğeri mesaisine giderken metroda bağıra bağıra şarkı söylüyor, bardaktan boşanırcasına yağan yağmurda yalınayak ve kollarını açmış mutlulukla yürüyen bir genç kadına, bisikletli bir erkek şemsiye tutuyor…Rüya gibi…Daha fazlasını anlatmak istiyor insan ama izlemeyenlere de kalsın.

Bunca güzellik mutlu olmanıza yetiyor yetmesine, bir yandan da yüreğiniz burkuluyor. Bugün rüya gibi gelen her bir ayrıntının bir dönemin gerçeği olduğunu bilmek canınızı sıkıyor. O günden bugüne nasıl gelebildik? Nasıl oluyor da milyonlarca gencin bir kör kuyunun içinde çırpınmasına göz yumabiliyoruz? Furkan gibi yaşamına son vermekten başka yol bulamamış gençlerin sesini, isyanını nasıl oluyor da duyamıyoruz?

Çok göze sokulmayan ama açıkça hissedilen bir ayrıntısı daha var filmin. Gençlerle yaşadıkları anlaşmazlıklarda bile erişkinlerin gözünde hep içten içe bir gülümseme, gençlere anlayış gösteren, affetmeye hazır sıcak bakışlara tanık oluyorsunuz. Gençlerin yüzüne ise anlaşılacağını bilmenin ve kendini güvende hissetmenin huzuru yansımış. Bugün gençlerin canına kıymasına neden olan sorunlar, yaşamın akışı içinde önemsiz birer detay olmuş. Bunu ancak sosyalizm verebilir insanlığa.

Gençlerin yaşaması gerek. Sadece yaşamakla kalmayıp yaşamı sevmesi, gelecekten umutlu olması gerek. Hepimiz ama en çok çocuklar ve gençler bunu hak ediyor. Bu rüyanın yeniden gerçek olmaması için hiç bir neden yok. Bazen sebepsiz yere kendisini iyi hissedip şarkı söylemeli gençler, yarının derdine düşmeden. Neden olmasın?