"(...) Tartışmalarda sermaye sınıfının üzeri örtülüyor. Siyaset, ıstakoza, Saray’da yapılan israfa, Erdoğan'ın korumalarına harcanan bütçeye sıkıştırılıyor." 

Sarayın israfı, milletvekilinin ıstakozu…

Geçen hafta iki şey üzerinden çok fazla tartışma yürütüldü, yürütülmeye devam ediyor. İlki bayram tatili dolayısıyla İstanbul'da ulaşım ağlarının ücretsiz olmasından dolayı balık istifi dolu olan araçlara rağmen insanların şehri gezmesi, diğeri ise AKP milletvekili Şebnem Bursalı'nın Monaco'da ıstakoz yediğini paylaşması. 

Bir kısım liberal, milletvekilinin yediği yemeği paylaşmasına tepki gösterirken, bayramda toplu taşımaların ücretsiz olmasına karşı tutum alıyordu.

Bu eşitsizlik ve görgüsüzlükle hesaplaşılmalıdır. Ancak yapılan eleştiriler bu düzenin sorgulanmasından öte biçimsel ele alınmakta, sadece AKP’yle sınırlı kalmakta. 

Elbette siyasi iktidar olarak tüm bu eşitsizliklerin kaynağının asli sorumluları AKP ve Erdoğan’dır. Derdim, AKP'nin ne olduğunu daha iktidara gelmeden önce vurgulamış ve mücadele etmiş bir siyasi partinin üyesi olarak AKP’yi savunmak değil. Mesele bir bütün olarak sermaye sınıfının böyle bir lüks içinde yaşayıp kasalarını dolduruyor olmasıdır. Önemli sonuçları olan bir seçimin ardından tartışmanın sadece AKP'ye sıkıştırılmasıdır.

AKP Milletvekili Şebnem Bursalı'nın Monaco'da yediği ıstakoz bu ülkenin patronlarının, düzen siyasetçilerinin şatafatlı yaşamını, kendi ikballeri için siyaseti nasıl kullandıklarını gösteriyor. Birileri bunu göz önüne sokmadan yapıyor, birileri halkın sinir uçlarına dokunarak. Her ikisi de özünde aynı utanmazlıktan besleniyor. 

Bugün bu mesele üzerinden yürüyen tartışmalarda sermaye sınıfının üzeri örtülüyor. Siyaset, ıstakoza, Saray’da yapılan israfa, Erdoğan'ın korumalarına harcanan bütçeye sıkıştırılıyor. 

AKP, iktidara bir kriz döneminde sermaye sınıfının, emperyalist ülkelerin, tarikatların, liberal çevrelerin desteği ile geldi. Özgürlük ve demokrasi gibi söylemlerle, "sesi çıkmayanların sesi" olduğunu, "sizden biriyim" diyerek parmağındaki yüzükten başka bir şeyi olmadığını söyleyerek varlığını perçinledi. Bu bir ortaklıktı, ruhtu. Yirmi yılı aşkındır AKP'nin en başarılı olduğu konulardan biri emekçilerin desteğini alabilmek oldu. Bir süredir bu destekte erozyon olduğu görülüyor. Seçimlerin ardından ise anlaşıldığı üzere bu ruh dağıldı ve büyü bozuldu.

AKP, iktidarı boyunca özelleştirmelerin yolunu açtı, uluslarası şirketlerle işbirliğini arttırdı. Siyasetin dinselleşmesini sağladı. İşçi sınıfının örgütlenmesine darbe indirdi. Sermaye sınıfına dikensiz bir gül bahçesi yarattı.

Erdoğan tüm bu dönüşümlerde sermaye sınıfının çıkarları doğrultusunda adımlar atarken, muhalefet sessiz kaldı, bu tarafa uygun adımlar attı. Cumhuriyet ve laiklik önemsizleştirildi. Düzenin devamlılığı esasına uygun politikalarla AKP’ye karşı olan yurttaşları yönlendirdi. Sömürü düzenine tepkili insanların düzenden kopması engelleyici politikalar yapıldı. Özetle sermaye sınıfı ile işçi sınıfı arasındaki kavgayı gizlemede düzen muhalefeti bir görev üstlendi.

Bu düzen siyasetinde bir iş bölümüdür. İki taraf olarak gösterilen şey bir yanıltmadır. Muhalefet ve iktidar sermaye sınıfının tarafındadır.

Sermaye sınıfı geçmişte Adnan Menderes'le, Demirel'le, Özal'la gittiği yolda, yirmi yıl önce Erdoğan'ı ortaya çıkardı. Şimdi de uzun süredir aradığı Erdoğan'ın alternatifini bularak yola devam etmek istiyor. 

Erdoğan'ın iktidara gelirken üzerine aldığı birlik, demokrasi, barış, özgürlük gibi kavramlar şimdi başka bir siyasetçinin üzerine giydiği gömlek oldu. 

Seçimin hemen ardından Ekrem İmamoğlu'nun İngiltere merkezli ekonomi ve politika dergisi The Economist dergisi için yazdığı yazıda tam da bunları ifade ederek, kendisini işaret ediyordu.

Milletvekilinin paylaşımı ardından ülkede liberallerin, Erdoğan'ın karşısında konumlananların meseleyi Erdoğan'ın “yoksulların hamiliği” rolünü kaybettiğini, bunun karşısında bir inşaat patronu olan İmamoğlu'nun bu role yakın olduğunu söylemeleri not edilmelidir.

Ülkede derin bir yoksulluk varken, işsizlik rakamları ortadayken, üstelik seçim sonrası IMF politikalarıyla devam edileceği kesinleşirken birilerinin lüks yaşamını sürdürmesine sessiz kalınamaz. Ancak yoksulluğun, işsizliğin nedeninin piyasa ekonomisi olduğunu, piyasa ekonomisinin gerçek temsilcilerinin de büyük holdingler olduğunu, ülkenin geleceğinin bunlar tarafından belirlendiğini söylememiz gerekir.

Sarayın israfı, milletvekilinin ıstakozu, AKP'lilerin lüks ve şatafatlı yaşamı... Tüm bu sorunlardan kurtulmanın yolu, Türkiye'nin başına çöreklenen büyük sermayeye, yani Koç'a, Sabancı'ya, TÜSİAD patronlarına karşı işçi sınıfı mücadelesini öne çıkarmaktır.

Bizim kurtuluşumuz sermaye sınıfının yolunu açan düzene karşı tarafımızı, yani bayramda balık istifi bir şekilde otobüse binmek zorunda kalan yurttaşların tarafını güçlendirmek ve uyanık olmaktan geçmektedir.