Sermaye egemenliğini ve insanın insanı sömürüsünü sonlandırmayı hedefleyen siyaset bu zorlu coğrafyaya eşitliğin ve özgürlüğün bayrağını dikecek.

Sağcılık halkların saygınlığını zedeler: İsrail örneği

Sağ siyasetler sermaye iktidarının doğal sonucudur. Önce devletçiliğe karşı liberalizmle kendilerini gösterirler, planlamaya, kamu mülküne karşıdırlar. Sonra topluma ait üretim araç ve nesneleri yağmalanıp sermaye birikimine dönüştürdükçe sağcılığın yeni türevleri ortaya çıkar: Dincilik, şovenizm, militarizm, faşizm ve illaki çürüme ve yolsuzluk.

Sanki kendileri doğurmamış gibi bunları “aşırı sağ” diye tanımlarlar. Kriz içindeki düzenin artık doğal unsuru haline gelmişlerdir.  O ülkenin tarihine utanç sayfaları eklerler.

Çok uzağa gitmeyelim, Türkiye düzen siyasetine bir bakabilirsiniz.

Ama bugün İsrail örneğine göz atalım:

2022’nin sonundaki İsrail seçimleri sağ partileri iktidara taşıdı ve ana akım medyanın tanımlaması ile İsrail tarihinin “en sağcı hükümeti” oluştu. Netanyahu bloğu 64 milletvekili kazanırken karşı taraf 52’de kaldı. Ancak seçimin belirleyeni oylarını ikiye katlayan Dini Siyonizm ittifakı oldu ve milletvekili sayısını 6’dan 14’e çıkardı.

İsrail’de sağ ittifakın seçimi kazanmasında sonra kutlama yapan taraftarlar. Sağcılık eninde sonunda bir halkın itibarını zedeler.

Dini Siyonizm İttifakı Uluslararası Barış Planı olarak bilinen Doğu Kudüs’ün Filistin’in başkenti olduğu iki devletli formülü reddediyor, aksine Filistin halkının yaşam mücadelesi verdiği Batı Şeria’nın ilhak edilmesini istiyor. Hatta Ürdün’ün bir kısmını İsrail haritası içinde gösteriyor.

Liderlerinden Ben-Gvir Ulusal Güvenlik Bakanı oldu. Batı Şeria’da Filistinlileri tehdit eden, yasal olmayan Yahudi yerleşimcileri silahlandıran Ben-Gvir daha önce terör suçlarından dolayı yargılanmış ancak bir ceza almamış şimdiye kadar.

Sağ blok İsrail’in imza atması beklenen “İstanbul Sözleşmesi”ne karşı. Kulağa yabancı gelmiyor. Ayrıca LGBT örgütlerinin yapacağı onur yürüyüşüne de karşılar.

Başbakan olan Netanyahu ise birçok rüşvet ve yolsuzluk suçundan yargılanıyor. Hükümetin ilk işi hem kendini kurtaracak ama asıl sermayenin operasyon alanını genişletecek yargı reformunu ileri sürmesi oldu. Yine bize yabancı gelmeyecek şekilde söz konusu “Yargı Darbesi”  Yüksek Mahkeme’yi devre dışı bırakacak, yargıyı yürütmeye bağlayacak maddeler içeriyor. Türkiye’de de Anayasa Mahkemesi AKP tarafından ele geçirilirken benzer süreçler yaşanmıştı. Hadaş gibi İsrailli Arap siyasetleri Yüksek Mahkeme’nin de şoven kararlara imza attığını ancak Yargı Darbesi gerçekleşirse bu İsrail hegemonyasında yaşayan Arap halkının ölümü anlamına geleceğini belirtiyorlar.

Buna karşılık İsrail’de Hadaş ve İsrail Komünist Partisi’nin içinde bulunduğu örgütler tarafından yapılan çağrılarla yüz binlerin katıldığı büyük gösteriler düzenlendi. Öyle ki eski İsrail Cumhurbaşkanı Gantz bir “iç savaş” tehdidinden bahsetti.

İsrail Komünist Partisi kitlesel gösterilere sağcıların saldırdığını, yer yer ateşli silah kullanıldığını ve polisin özellikle müdahale etmekte yavaş davrandığını söylüyor.

Öte yandan bir süredir Batı Şeria’da Filistinli gençler “gece karmaşası” eylemleri düzenliyorlar. Hava karardıktan sonra lastik ve meşale yakma, tenekelere vurma şeklinde giden direniş sadece Yahudi yerleşimcilere karşı değil, bir yerde liberalleşen ve bir direnç gösteremeyen Filistin yönetimine de karşı. Ayrıca Arapların cihatçı örgütleri tarafından da yönetilmiyorlar ve buradan yeni bir dinamiğin doğabileceği söyleniyor.

İsrail her ne kadar İngiliz emperyalizminin 2. Dünya Savaşı sonrası projesi olarak doğduysa da kurucuları çoğunlukla Avrupalı sosyalistlerdi ve uzun süre İsrail tarım komünlerine dayalı kamucu bir devlet olarak varlığını sürdürdü. 1970’lerdeki iktisadi krizden sonra piyasa ekonomisine geçti ve sınıfsal ayrımlar uçurumlaşmaya başladı. Son 20 yıl ise özelleştirme hamlesi ile gitti ve İsrail tekellerin egemenliğine sahne oldu. Yaşanan kepazelik dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sermaye diktatörlüğünün vardığı yere işaret ediyor.

Yıllar önce bu köşede “Filistin sorununda ezber bozmak” başlıklı bir yazı yayınlanmıştı. Çözümsüz gibi duran Filistin sorununun tarih içinde nasıl şekil alacağı aslında son dönemde yaşananlarla biraz daha belirginleşmiş oldu.

İsrail-Filistin coğrafyasında etnik ve dini temele dayalı olmayan, hem İsrail hem Filistin yönetimlerindeki liberal, işbirlikçi ve gerici unsurlara karşı koyan birleşik bir işçi sınıfı hareketi eninde sonunda etkisini artıracak gibi gözüküyor.

Sermaye egemenliğini ve insanın insanı sömürüsünü sonlandırmayı hedefleyen siyaset bu zorlu coğrafyaya eşitliğin ve özgürlüğün bayrağını dikecek.