'Şimdi iktidar yeni bir başlangıç yapabilmekte dahi zorlanır oldu. Neden? Çünkü daha önceki geri dönüşlerden çok daha fazla berbat edilmiş bir ekonomik zeminde ilerlemek mecburiyetinde.'

Nereden başlamalı?

Kime sorduğunuza ve hangi dönemi kastettiğinize bağlı. İktidar kanadı, seçimler sonrası dönemde işe ekonomide "U" dönüşü yapmakla başladı. Zaten seçim öncesi eski bakanlarını terhis etmişti; yeni isimlerle ekonomide eskiden savunduğunun tam tersine bir yola girerek yeni bir başlangıç yapmaya yöneldi.

Peki ne kadar yeni? Bir kere bu geri dönüşler yeni değil; daha önce 2018 ve 2020'de iki kez benzer yollara girilmiş, sonra da 2019 ve 2021'de tekrar "kredi hormonlu büyüme" modeline dönüş yapılmıştı. Şimdikinin ömrü ne kadar sürer? Bizce yerel seçimlerden sonra (daha önce kendisi bırakmazsa) M. Şimşek ve ekibinin bir yıl daha ömrü olabilir. Öte yandan, her iki yöne yapılan "U" dönüşlerinin sistem dışına çıkışla bir ilgisi yok. Sermayenin hep kazandığı dönemler bunlar. 2018 sonrasına bakın, üç kez geri dönüş git-gelleri yapıldı ama gelir bölüşümü hep emek aleyhine bozuldu.

Şimdi iktidar yeni bir başlangıç yapabilmekte dahi zorlanır oldu. Neden? Çünkü daha önceki geri dönüşlerden çok daha fazla berbat edilmiş bir ekonomik zeminde ilerlemek mecburiyetinde. Enflasyon azdırılmış (yılın ikinci yarısında tekrar çıkışa geçecek), rezervler tüketilmiş, cari açık ve dış ticaret açığı hiç olmadığı kadar yükselmiş, dış borç stoku ve bir yılda vadesi gelecek dış borç ödemeleri rekor düzeylere ulaşmış, iç açıklar (başta bütçe açığı) dış açıklara eklenmiş durumda.

Üstelik, iktisat politikası araçları da büyük ölçüde körel(til)miş vaziyette. Baksanıza, Batı'da iki yıldır bilmem kaç defada yaptıkları faiz artışları toplamını aşan şekilde bir kerede 6,5 puanlık artış yapılıyor, aspirin etkisini bile gösteremiyor! Enflasyon oranı ile MB faiz oranı arasındaki makası bu denli açarsanız, bunun iki katı bir artışın bile yeterli görülmemesi ihtimali olacaktır elbette. Üstelik, ekonominizin dış kaynağa susamış olduğunu cümle alem biliyor ve faiz artışlarının devam edeceğini bekliyorsa, "kademeli artışlar" spekülatif sermayeyi tatmin edici olmayacaktır.

Spekülatif yabancı sermayenin beklentisi, faizlerin ve kurların belirli bir istikrar kazanmış olması ve böylece kendi yatırım kazancının güvencede olacağına inanmasıdır. Kademeli artışın son durağı neresiyse faizlerin o noktaya kadar gitmiş olmasını, kurların da bir dengeye gelmesini ister. Ülkeye geldikten sonra faizlerin artması ve TL'nin daha fazla değer yitirmesini kendisine zarar yazan işlemler olarak görür; herşey önceden olup bitmelidir. Ülkeye geldikten sonra TL'nin değer kazanmasına ise itirazı olmaz, çünkü çıkarken (tekrar TL'den dövize dönerken) bir de kur kazancı sağlar, tıpkı 2013 öncesinde olduğu gibi.

Merkez Bankası faiz artışını sınırlı tutmak zorunda kalınca, içerdeki bankaları bile TL'ye geçmeye teşvik edebilecek bir faiz seviyesi açıklayamamış oldu. Böylece yeniden yandan çarklı adımlara yönelmek zorunda kaldı: "Sadeleştirme adımları" başlığı altında banka bilançolarındaki TL ağırlığını yüzde 60 yerine yüzde 57'ye düşürmeye (ya da döviz ağırlığını yüzde 40'tan yüzde 43'e yükseltmeye) mecbur kaldı. Üstelik bu yükümlülüğü yerine getiremeyenler için uyguladığı "menkul kıymet tesis oranını" da yüzde 10'dan yüzde 5'e gevşetti. Bir başka açıdan da liralaşma yerine dolarizasyonu desteklemiş oldu.

Türkiye Varlık Fonu bünyesindeki kimi kuruluşların (Türk Telekom, THY ve BOTAŞ öncelikle sayılıyor) özelleştirme kapsamına alınarak Körfez sermayesine peşkeş çekilmesi de iktidarın "başlayacağı" değil ama sürdürmek isteyeceği bir talan ve bağımlılık politikası olarak önümüzde durmaktadır. Limanların işletmelerinin yeniden uzun vadeli olarak Körfez sermayesi lehine ihalesiz uzatılması da bu peşkeşin ön ikramları gibi durmaktadır. Antalya Limanı'nın işletmesinin Katarlı şirkete 19 yıl için daha toplam 1,9 milyar TL'ye devredilmesi tam da bunun simgesi gibidir; ki yıl başına 100 milyon TL veya bugünkü kurla 4 milyon dolar eder; vade sonunda 1 milyon dolar dahi etmeyeceği üzerine bahse girebilirsiniz.

Peki, muhalefet nereden başlamalı?

Eğer "nereden başlamalı?" sorusunu muhalefet kadanıa sorsaydınız, akordsuz yanıtlar sizi bekleyecektir. Altılının dördünün keyfi yerinde olmalı; ikisi grup kurmak, biri de (DEVA) belki ilerde ayrı bir grup kurma sevdasına kapılmış gözüküyor. Haklarıdır.

İYİP kendi içine dönmüş durumda; orada kolay bir sakinleşme olmayacak gibi. Yerel seçimlerde CHP ile işbirliğine gidilirse, oradan eski küçük ortaklardan çok daha fazlasını koparmak için hareket edileceğinin işaretini vermekteler. Başlayacağı yer orası olacak. Ama yerel seçimler sonrası İYİP'in dört yıl daha yola sancısız devam edebileceğine inanmak çok zor.

CHP açısından bakalım. CHP yönetimi, olağan kurultay sürecini kendi kontrolünde götürebilecek durumdadır. "İktidarı alamadık ama kendi küçük iktidarımızı koruyalım" yaklaşımı yeniden galebe çalacak gibidir; ama bu durum CHP'yi bugünkü oy oranlarını arayacak bir düzeye geriletebilir.

CHP'nin önce kendi program ve ilkelerini hatırlaması ama daha önemlisi mevcut sisteme gerçek bir alternatif olabilmenin peşine düşmesi artık tek kurtuluş reçetesi gibidir. CHP, geçen yıldan itibaren "Altılı İttifak" çerçevesinde ve bizzat kendi bünyesinde hazırladığı neoliberal reçeteyi yırtıp atmakla işe başlamalıdır. Ama bunu yapabilmek için önce en tepeden başlayarak kendi yönetici kadrolarını, özellikle de ekonomi kadrolarını tümüyle değiştirmek zorundadır. Elbette yerlerine mevcut paradigmanın dışına çıkabilecek yani neoliberal düzenleme rejimini reddederek işe koyulacak radikal kadroların gelmesi koşuluyla. Üstelik burada sistem dışı bir çözüm bile önerilmiyor. Peki CHP bunu yapabilir mi? Bu kadroları bulabilir mi? İsterse kadroları bulur; ama sermayenin onayını almayacak böylesine radikal bir dönüşüm içine girebileceğine dair hiçbir ışık vermiyor.

Üstelik CHP'nin sorunları üst düzey kadroların değişmesiyle halledilemeyecek denli derinde. Örgütün bütün alt kademelerinde de köklü değişimler gerekiyor. Bu partinin kadrolarının küçük burjuva kimliği ciddi bir ayak bağı ve bunun farkedilmiyor bile olması da ayrı bir sorun alanı. Emek kesimlerinin partide temsil oranının yükselmemesi halinde CHP açısından bir çıkış yolunun ufukta görünmediği umarım çok geç kalınmadan idrak edilir.