Birey ve toplum için hukuk olarak yazıldığı ileri sürülenler, anayasal güvence adı altında gösterilenler düzenin gereksinim duyduğu emek gücü ve tüketim pazarı için gerekli olduğu kadar var olabilir.

İnsanlığın hukuku

İsrail’in “hastane saldırısı”nın ardından Birleşmiş Milletlerin de kınayıcılar arasına katılmasıyla burjuvazinin hukuku üzerine söylediklerimiz, defalarca olduğu gibi, bir kez daha doğrulandı. Gerçek ama acı bir doğrulama.

Dünyanın yaşadığı savaşların toplamları üzerinden BM’nin oluşturduğu savaş hukuku Irak ve Suriye’den sonra bugün de Gazze üzerinden çöktü. 

Çöktü, çünkü burjuvazinin hukuk dediği şey işgalin, yağmanın, göç insanlarının, çocukların, kadınların, hastaların, savaş esirlerinin ve katliamların olduğu olaylara kapitalizmin/emperyalizmin, bütünüyle sömürünün “çökme politikası”nın yaşama geçirilmesinden başka bir şey değil. 

Burjuvazinin insan hak ve özgürlüklerinden, siyasal faaliyet ve örgütlenmelerden, toplumsal denetim araçlarından, parlamentonun da içinde olduğu devlet organlarından, hak aramadan anladığı tek şey sömürücü düzenin yaşaması. Buna sürdürülebilirlik diyorlar.

Birey ve toplum için hukuk olarak yazıldığı ileri sürülenler, anayasal güvence adı altında gösterilenler düzenin gereksinim duyduğu emek gücü ve tüketim pazarı için gerekli olduğu kadar var olabilir ancak. Orada da çifte standart uygulamalar devreye girer. Ya da laiklik örneğinde olduğu gibi ne Anayasa ne de hukuk uygulanır. 

Hukuk ekonomik, siyasal, toplumsal ilişkilerin ürünü olmakla zaten daha baştan eşitlik ve özgürlük diyalektiğinin dışına çıkmıştır ki kendisinin günü geldiğinde yok sayılmasına ses çıkaracak durumu da kalmaz. 

Laik hukuk devletinin başına gelenler, Gazze’de yaşandığı gibi savaş hukukunun da başına gelir. Adı hukuktur ama kendisi hukuksuzdur.

Devlet organlarının, parlamentonun, yargının başına gelenler, Türkiye’de yaşandığı gibi cumhuriyetin de başına gelir. Adı cumhuriyettir ama kendisi cumhuriyetin niteliklerinin yanından bile geçmez. 

Gericiliğin egemen olduğu toplumlarda aydınlanmanın başına gelenler, burjuvazinin yaşandığı tüm toplumlarda da yaşanır. Adı aydınlanmadır, adı bilimdir ama sömürü için yaşatılırlar.  

Liberalizmin bireysellik, özgürlük ve piyasa dediği şey kapitalistlerin, emperyalistlerin özel mülkiyet haklarının, girişim ve sözleşme özgürlüklerinin, özelleştirmeler yoluyla kamusal olana, -sözde ödeme yaparak- el koymalarının, yağmanın, talanın kendilerince meşru gösterilmesinden başka bir şey değil. 

Arkası gelir… Çocuk istismarlarıyla, kadın ve işçi cinayetleriyle gelir. Doğa katliamlarıyla gelir, insan katliamlarıyla gelir.

Günü geldiğinde, 12 Eylül 1980’de yaşandığı gibi, faşist askeri darbeler bile meşru gösterilmeye çalışılır.

Günü geldiğinde, İkinci Dünya Savaşında yaşandığı gibi, Hitler Almanyasının Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğine saldırısı anti-komünist koca bir cepheye yerleştirilir. 

Güncel olunca, Marx’ın gençlik dönemi ürünü olan “Yahudi Sorunu” çalışması raflardan indi gözüküyor yeniden. Yeniden okuyanlar duyumsayacaktır, çalışma “Yahudi” tanımlamasından kurtularak okununca insanlığın “sınıflı ve sömürülü” düzendeki sorunları bire bir çıkıyor. 

Kaldı ki Marx, çalışmasında; “Dinden özgürleşmenin, yalnızca yahudilerin değil, tüm insanlığın, yalnızca dinden değil tüm ekonomik, politik, dinsel bağlardan özgürleşmesi” olduğunu belirterek zaten bu okumanın altını çiziyor.

Vurgulanan, insanın kendi güçlerini toplumsal güçler olarak tanıması ve örgütlemesi. O zaman toplumsal güç insanın gücünden ayrılmıyor, insanileşiyor ve “sınıfsız ve sömürüsüz” toplumun gücü durumuna geliyor.

“Yahudinin toplumsal özgürleşmesi, toplumun Yahudilikten özgürleşmesidir” sözlerine gönderme yaparak bağlarsak, insanlığın toplumsal özgürleşmesi, toplumun kapitalist/emperyalist, ırksal/dinsel bağımlılıktan özgürleşmesidir. Özü eşitleştirerek özgürleşmedir. 

Yüzüncü yılındaki Cumhuriyet böyle bir özgürleşmeyle koşar adım ilerlemek, gerçek kimliğine, işlevine ulaşmak zorundadır. 

Cumhuriyetin yüzüncü yılında liberal kuşatmayla donanmış, dinsellikle bulamaç olmuş piyasacılar, adında cumhuriyeti tuttukları düzenlerini yerleştirmeye çabalarken, bunun için “yeni/sivil” dedikleri anayasa tuzağını vitrine yerleştirerek muhalefeti de aynı siyasete ortak ederken, “yüz yıl önce yaptık, yine yaparız” diyenler “Halk İçin Cumhuriyet, Cumhuriyet İçin Sosyalizm” hedefine ulaşmak için ayağa kalkmak zorunda.

İnsanlığı hukuku “Emekçilerin Cumhuriyeti”nde yazılıp yaşama geçecek. 

*Türkiye Komünist Partisinin Cumhuriyetin 100. yılını selamlayarak düzenleyeceği “Halk İçin Cumhuriyet, Cumhuriyet İçin Sosyalizm” etkinliği 22 Ekim günü saat 19.00’da Bornova-İzmir Aşık Veysel Rekreasyon Alanında gerçekleşecek. Eşitleştirilmiş toplumun cumhuriyetini, gerçek cumhuriyeti savunan ve isteyen tüm dostları bekliyoruz.