"Bindik Bir Alamete” albümünü, bugün halen o alametin üzerinde olan bizler için 22 sene sonra plaktan dinlemek ister istemez yakın tarihimize ilişkin eski defterleri aralıyor.

İnemedik o alametin üzerinden

1000 adetlik ilk plak baskısı tükenen ve ikinci baskıya giren “Bindik Bir Alamete” albümünü, bugün halen o alametin üzerinde olan bizler için 22 sene sonra plaktan dinlemek ister istemez yakın tarihimize ilişkin eski defterleri aralıyor.  

Emrah Karaca, 1996-97 yıllarında Kıbrıs’ta “Uluslararası İlişkiler” okurken, tek başına yaşayan babası Cem Karaca’dan şaşırtıcı bir telefon almıştı:

- “Oğlum ne yapacaksın okulu? Bırak gel, burada birlikte müzik yapalım.”

Okuduğu okul pek Emrah’a göre değildi, zaten çok sıkılıyordu. Aklına yatmıştı, neden olmasın!

Aradan bir hafta geçmişti ki kendisini Bakırköy’de babasının evinde kafalar hep güzel, karşılıklı çalıp söylerken bulmuştu. Hiçte fena zaman geçirmiyorlardı baba-oğul. Emrah gitar çalıyor, baba söylüyor; çıkan parçaları, ellerine geçen eski kasetlerin üzerine çift kasetli bir teypte kaydediyorlardı. Burada biriken şeylerin, bir süre sonra Uğur Dikmen’in elinde düzenlenerek bir albüme dönüşeceğini onlarda bilmiyorlardı.

***

Ne müzikal ne de insani olarak beklediği karşılığı (askeri darbenin postallarıyla ve liberalizmle yoğrulmuş) toplumdan bulamamış, üstüne üstlük de saçma sapan suçlama ve saldırılara maruz kalmıştı Cem. Siyasi görüşlere olan inancı sarsılmış, perdelerini açmadığı, güneşin içeri ısıtmasına izin vermediği evinin karanlık odalarında yalnızlığı seçmişti. Küskündü ama yine de çevresinde onu düşünen bir avuç dost yok denemezdi. Eski yoldaşları onu maddi-manevi ayağa kaldırmak için el vermişlerdi “Bindik Bir Alamete” albümüne. Bir önceki albümünü bundan yedi önce çıkarmış, müziğe bir süre ara vermişti; zor zamanlar yaşıyordu ama insanlara umut veren şarkılar yazmaktan vazgeçmemişti.

Albüm imece usulü kaydedilmişti ama pek çok açıdan Uğur Dikmen tarafından domine edilmiş, Cem de onu kendiyle eşit biçimde kapağa taşımıştı. Mamafih Uğur’un hayatına Serpil Barlas girmiş, işlerinde söz sahibi olmuştu. Örneğin albüm düzenli olarak çaldıkları Meis Bar’ın sahibi Sabahattin tarafından çıkarılacak diye düşünülmüş, ancak Uğur’un inisiyatifiyle Majör Müzik Yapım’a götürülmüştü, zira Serpil Barlas bu firmadaydı.

Cem’e hayranından gelen bir mektup sitem doluydu: “topluluğun adını Cem Karaca, Uğur Dikmen, Cahit Berkay ve Serpil Barlas olarak değiştirin bari” yazıyordu. Bursa Olay TV’ye gittiklerinde yaşadıkları bir hadise Cem için de ipleri kopma noktasına getirse de, Uğur’un üstün müzisyenliği ve dostluğu her şeyin üzerini örtüyordu.  

***

Cem albüm için yardıma çağırmıştı Cahit Berkay’ı; özellikle cura çalmasına ihtiyaç vardı. Cahit o ekipten kopmuştu; Moğollar altı yıl önce yeniden kurulmuş, haliyle eski topluluğunun yeni dönemine konsantre olmuş ve başka işlere pek zaman ayıramaz hale gelmişti ki Cem aslında buna biraz bozulmuyor değildi. Ama Cem’e “ne vakit ihtiyacın olursa gelirim” demeyi de ihmal etmemişti. Cahit sadece kendi kayıtları için stüdyoya gitmiş, bu süreçte pek çok müzisyen gibi o da (Majör Müzik Yapım’ın sahibi ve albümün prodüktörü) Selda’yı bile görmemişti. Bir de açılış parçasındaki Köy kahvesi muhabbeti için Cahit’in memleketi olan Isparta şivesinden (okuma kısmındaki düzeltiler) yararlanmıştı. Sivri dili yerli yerindeydi Cem’in. Örneğin mükemmel bir şive ile söylediği bu parçadaki köy kahvesi muhabbeti albümün en ilginç pasajıydı ve ondan kimsenin altından kalkamayacağı kadar mahir bir dil cambazlığına sahipti. Pek bir şey değişmemiş; sanki bugünü anlatıyormuşçasına güncel olan satırlar, insanlığın hayrına iç açıcı olmasa da, büyük ustaların tüm birikimlerini yansıttığı albümü ölümsüzleştirmişti. Şarkının klibini de Taksim’de ve Jazz Stop’ta çekmişlerdi. Davulda tabi ki vazgeçilmez dost Engin Yörükoğlu oturuyordu.  

***

Basçı Ahmet Güvenç sadece stüdyo masraflarını almıştı; bunun dışında tüm müzisyenler gibi o da bir şey talep etmeden çalmıştı. Kaydın sonlarına doğru işi çıkınca Uğur ayrılmak zorunda kalmış, işi kaldığı yerden Ahmet tamamlamıştı. Bu albümden sonra Ahmet hem Cem’e yeni bir topluluk kurmuş, hem de Kurtalan Ekspres ile çalmasını sağlamıştı.

Altı aylık bir çalışmanın sonucunda çıkmıştı kaset, Cem 40 yıllık sanat hayatının en verimli ürünü olarak nitelendiriyordu. 1999 Nisan’ında, vefatından beş yıl önce kaset ve CD formatında çıkan “Bindik Bir Alamete”, ustanın son albümü ve gerçekten de en iyilerinden biriydi.

Üç parçanın (“Ülkem Benim”, “Sakın Dönme”, “Deşer de Geçer”) müziğini ortak imzalayan Emrah ilk kez babasıyla bir albümde yan yana olması dışında albümün bir dolu özelliğinden biri de “Hudey Hudey”de (plak şirketi sahibi, yapımcı) Selda ile Cem’in düet yapmasıydı. Parçalarda Madımak’tan Irak Savaşına kadar bir dizi güncel olaya gönderme vardı. Tasavvuf düşüncesine meylini ortaya koyan iki parça (“Allah Yar” ile “Şah mı, Padişah mı”) ise hakkındaki eleştirilerin alevlenmesine neden olmuştu.

Farklı kapak görseliyle eleştirilen plağın içine konmayan, kaset kartonetindeki yazıda (“Hudey Hudey”, “Sakın Dönme”, “Ölüm” adlı) üç parçada çalan gitarcı Cengiz Köroğlu’nun adı Levent olarak geçmişti. Albüm çıktıktan sonra Yaga Bar’ın kulisinde “Yahu Kusura bakma Cengiz’cim, adın kasette Levent yazılmış, halbuki aramızda Levent diye biri de yok ki, Hay Allah’ım” diye özür dilemiş, sonra boşluğa bakar kendi kendine tekrar etmişti, bir yandan da ak düşmüş uzun sakallarını sıvazlıyordu:  

- “Allah Allah, halbuki aramızda Levent diye biri de yok ki arkadaş!!!”   

Murat Beşer ([email protected])