'Şimşek geldikten sonra hiç olmazsa bir şeffaflık ve mali disiplin bekleyen liberaller hüsrana uğramış olabilirler; ama onların arasında sermaye kesiminin temsilcilerini boşuna aramamak gerekir.'

Ek bütçe üzerine çeşitlemeler

2022 yılı da Ek Bütçe ile tamamlanabilmişti. Şu farkla ki, 1.750 milyar liralık başlangıç bütçesine 1080,5 milyar liralık bir ek yapılmış, yani Merkezi Yönetim Bütçesi yüzde 61,7 gibi rekor bir oranda arttırılmıştı. Üstelik sonbahardan itibaren bu bütçe büyüklüğü de aşılmıştı! Şimdiki Ek Bütçe ise, 2023'ün 4.469,6 milyar liralık bütçesine sadece 1.119,5 milyar lira eklemek yani yüzde 25'lik bir artışla yetinmek istiyor! Mümkün mü? Değil. Nedenlerine bakalım.

Bu Ek Bütçe Neden Aşılacak?

2022'de devasa bir Ek Bütçe'yi zorunlu kılan gelişme, tepe noktası yüzde 85'leri aşan çılgın bir enflasyonist sıçramaydı. Nedeni de, "arabayı atın önüne koyan" yani olaya tersten bakan bir "faiz-enflasyon kurgusu" ve seçimlere "kredi hormonlamasıyla büyüyen" bir ekonomiyle girmeye şartlanmış bir mantıktı. Sonuçta, 2022 yılının kapanışı da Aralık itibariyle yüzde 64,27'lik bir TÜFE ile yapılmış ama Mayıs 2023'e yani seçimlere yüzde 39,5'lik bir TÜFE makyajıyla girilebilmişti.

Şimdiki durum şu: Bir kere enflasyonun etkisi, 2022'deki kadar olmasa da, halen çok güçlü. Yıllık TÜFE'yi aşağıya çeken olumlu baz etkisi Haziranla birlikte son buldu; yılın ikinci yarısında TÜFE yeniden (enflasyon stoğu, yüksek kur-enflasyon geçişkenliği, oranı ve miktarı artan dolaylı/dolaysız vergiler ve Merkez Bankası'na yıkılan KKM yükünün karşılıksız para basımını ve enflasyonu kıştırtacak etkisiyle) hızlanacak. 2023 Programında yer alan yüzde 24,9'luk yılsonu TÜFE yerine yüzde 60'lık bir TÜFE sürpriz olmayacak. (Haziran 2023'te 12 aylık ortalamalara göre TÜFE de zaten yüzde 59,9 düzeyinde). Bu da, şimdiki Ek Bütçe'nin ne kadar yetersiz kalacağının çok ciddi bir işareti.

Ama bununla bitmiyor. 2023'ün ilk beş ayında ciddi bir seçim bütçesi uygulandı; ki seçim öncesi verilen sözler nedeniyle etkileri Temmuz ayında da sürdü. Sadece memur maaşlarına seyyanen yapılan 8.077 TL'lik zam, EYT yükü ve kamu işçilerine verilen yüzde 45'lik zam toplandığında 790 milyar TL'lik bir büyüklüğe ulaşılıyor. Bunların yeterliliğini tartışmıyoruz. Ama kök emekli aylıklarında artış oranının yüzde 25'te tutulması ve 7.500 TL'lik taban maaşın aşılamaması (dolayısıyla birçok emeklinin sıfır artışa mahkum edilmesi) bile -yüzü emeğe dönük olmayan bir iktidarı gösterdiği kadar- kamu maliyesindeki tıkanmayı da gösteriyor. Giderek sertleşecek ve örtük bir IMF programıyla daha fazla çakışacak bir uygulamanın da öncü göstergesi oluyor.

Sahte bir ek bütçe mi?

Üçüncü bir neden daha var. Getirilen Ek Bütçe, sahte bir ek bütçe niteliği taşıyor. Başka deyişle, teknik anlamda ve sunulduğu an itibariyle dahi gerçek durumu yansıtmıyor. Bu Ek Bütçe, aynı zaman diliminde görüşülen Torba yasa ile bileşik kaplar biçiminde çalışacak şekilde kurgulanmış görünüyor. Ek Bütçe giderlerinin ekonomik dağılımına bakıldığında, "personel giderleri" kalemine yer verilmediği görülüyor! (Oysa 2022 yılının Ek Bütçesinde bu gider kalemine yüzde 20'lik pay ayrılmıştı ve biz bunu düşük bularak eleştirmiştik: Birgün Pazar, 22.6.2022). Bu, olmayacak bir şeydir! Öte yandan, gene ekonomik ayırım bakımından "cari transferler" gibi önemi giderek artan bir kalemin "sermaye transferleri" ödeneği tarafından aşılıyor olması da şimdiye kadar görülmedik bir durumdur.

İdari/kurumsal dağılıma bakıldığında, ödeneği 10 milyar TL'den fazla artırılan sadece 10 kurum vardır ve bunlara tahsis edilen ödenek (toplam 1026 milyar TL) Genel Bütçeli Kurumlara ilişkin toplam Ek Bütçe'nin (1.074,5 milyar TL) yüzde 95,5'ini oluşturmaktadır. Üstelik bunların içinde sadece üçünün (AFAD: 483 milyar TL; Hazine ve Maliye Bk.: 280 milyar TL ve Strateji ve Bütçe Başkanlığı: 77 milyar TL) Genel Bütçeli Kurumlar içindeki payı yüzde78,2'dir. Şaşırtıcı olan AFAD'ın payıdır. Böyle bir pay artışını haklı kılacak gelişmeler AFAD öçelinde bugüne kadar yaşanmış değildir. Öte yandan, birçok kurumun ödeneğinin enflasyon hesabındaki şaşmayı karşılayacak kadar bile artmaması, bu Ek Bütçeyi şaibeli kılan bir başka nedendir.

Vergi gelirleri yönünden de tuhaflıklar zinciri devam etmektedir. Örneğin Vergi Gelirleri dağılımına bakıldığında, "İthalde Alınan KDV" kaleminin karşısında bir çizgi yer almaktadır; yani sıfır artış beklenmektedir! Oysa, "Dahilde alınan KDV" ile "İthalde Alınan KDV" verileri birbirine hep yakın seyreder; yani bu EK Bütçe'de birincisine 310 milyar TL yazılmışsa, ikincisi de 300 milyara yakın olmak durumundadır!

Yasa dışı yetkilendirilen bir Cumhurbaşkanı!

Ek Bütçeler 5018 sayılı yasaya göre denk sunulmak zorundalar. Bu, Maastricht kriterleri gibi sermayenin bir "ekonomik anayasa" zorlamasıdır aslında. Değerli meslektaşım Prof. Konukman bu hükmün kaldırılması gerektiğini uzun zamandır savunuyor; aynen katılıyorum.

Dolayısıyla, mevcut durumda, 2023 Merkezi Yönetim Bütçe Kanununda 660,9 milyar TL olan başlangıç açığının ve dolayısıyla borçlanma limitinin aşılamaması gerekir. 4749 sayılı kanunun 5. maddesine göre, bu limitin ilgili bakan tarafından yüzde 5 yükseltilmesi, yeterli olmazsa CB tarafından da tekrar yüzde 5 yükseltilmesi olanağı tanınmıştır. (Bu konuya sürekli dikkat çeken Prof. Konukman'ı gene analım). Buna göre, 660,9 milyarlık borçlanma limitinin iki defada 728,6 milyar TL'ye kadar yükseltilmesi mümkündür. Fakat ne görüyoruz? Meclis Bütçe Komisyonu'nda vergi düzenlemelerini de getiren Torba yasa teklifi görüşülürken Komisyona sunulan "etki analizi"ne göre, "2023 yılı için net borç kullanımı tutarının Bakan ve  CB tarafından artırılan tutarın üç katı olarak uygulanması ile 2023 yılı Merkez Yönetim Bütçe Kanunu kapsamında 660,9 milyar TL olan borçlanma limiti bu düzenleme ile 2.181 milyar TL'ye yükselecektir"! Bu 4749 sayılı yasaya tam bir aykırılık oluşturmaktadır; ayrıca CB'nin Anayasa'da sayılan yetkileri arasında yeri olmadığından da anayasaya aykırı bir yetki aşımıdır.

Öyle anlaşılıyor ki bu Ek Bütçe ve Torba yasa ilişkileri üzerine yeni bilgiler ortaya çıktıkça konuya dönmek durumunda kalacağız. Şimşek geldikten sonra hiç olmazsa bir şeffaflık ve mali disiplin bekleyen liberaller hüsrana uğramış olabilirler; ama onların arasında sermaye kesiminin temsilcilerini boşuna aramamak gerekir.