Bu koşullarda, CHP’ye bir lider değişiminden çok daha fazlası gerekir; aksi halde, şu an işgal ettiği siyasi alanı koruması dahi mümkün olamayacaktır.

CHP ve siyasi pişkinlik

Aslında seçimler sonrası ilk değerlendirmemde, 30 Mayıs tarihli soL Portal’da, “Doğru tahlil olmadan başarı gelmez” başlığı altında söylenebilecek olanları esas itibariyle söylemiştim. Son olarak 11 Haziran tarihli Birgün Pazar’da “Siyasi pişkinlik” başlığı altında iktidarın sözde heteredoks icraatıyla yol açtığı toplumsal ve ekonomik tahribata ve bunlar karşısında takındığı vurdumduymaz siyasi pişkinliğe değinmiştim. CHP liderliğinde simgeleşen siyasi pişkinliğe de bugünkü yazımda yer vereceğimi de peşinen ifade etmiştim.

CHP Genel Başkanı’nın kendisini adaylaştırmak için olmadık ödünler vermeye teşne bir durumda olduğuna değinen yazılarımız aslında bir yıldan daha önceye uzanıyor. Aslında bu ödünler beklenenden bile fazla oldu denilebilir. Gerçi şimdilerde tabansız siyasi partiler “niçin daha fazlasını koparmadık” diye üzülüyorlar mıdır bilemem, muhtemelen büyük kazanımları sonrası bunu düşünecek durumda değillerdir, ama sanki daha fazlasını bile Millet İttifakı adayından koparabilirlerdi. CHP Genel Başkanının söyleşilerine bakılırsa, bu partilerin Meclis’te iki grup bile kurabilir duruma gelebilmeleri sanki onu daha da mutlu edecek görünüyor. Bunu herhalde “parlamenter demokrasi”ye katkıları bağlamına yerleştiriyor! Bunu naif bir demokrasi tutkusuna bağlamak ise çok yanıltıcı olacaktır. Özellikle de CHP liderliğinin Cumhuriyet/aydınlanma değerleri ve CHP ilkeleri açısından hiçbir mevziiyi savunmaya değer bulmadığını da görmüşken. Aydınlanma değerlerini ve özellikle laikliği savunmadan soyut bir demokrasi kavramı olamayacağını şimdiye kadar öğrenmemiş olabilir mi peki? Bu sorunun olumlu veya olumsuz yanıtlarının ne yazık ki her ikisi de aynı ölçüde dramatiktir.

Peki burada tek sorumlu CHP Genel Başkanı mı? Genel Başkana Altılı Masa pazarlıklarında tüm yetkilerini devreden Parti Meclisi (PM) ve Merkez yürütme Kurulu (MYK) üyelerinin hiç mi sorumluluğu yok? CHP Meclis Grubunun da liderlerini ayakta alkışlamak dışında eleştirel bir duruşunun görülmemiş olması daha mı az sorunludur? İktidara gelme sarhoşluğunun yönetimin tüm kademelerini büyük ölçüde teslim aldığı biçiminde bir açıklama da yetersiz kalır. Daha önce yazmıştım: Beşli ittifakın (CHP+4 partinin) çıkaracağı milletvekili sayısını seçim çevresi temelinde simüle etmiş ve en fazla 180 sayısına ulaşmıştım (169 oldu). İYİP ile birlikte toplamda en fazla 230’a ulaşabileceğini amatör tahminimle bulmuşken (210 oldu) ve HDP dahil 300’ün riskli olduğuna hükmetmişken, CHP’nin profesyonel şirketlere para ödeyip 5’li ittifak + İYİP’in 300’ü bulacağı, HDP ile Anayasayı değiştirecek asgari sayıya (360) ulaşılabileceği şeklindeki aşırı iyimser varsayımlara nasıl bel bağladığını ve toplumu da bunun üzerinden nasıl yanıltmış olduğunu birilerinin açıklama zahmetine girmesi gerekmez mi? Bu konuda şimdiye kadar hiçbir şey duymadık; duyacağımızı da sanmıyorum.

CHP’nin sorunu liderlik değil, ideolojik savrulma

Şimdilerde CHP içinde Kılıçdaroğlu’nun liderliğine itiraz eden üç kesim var gözüküyor. Biri, İstanbul Büyükşehir BB üzerinden gelen “değişim” talebi. Bu talep, sadece genel başkanı değiştirmeye odaklı. Buradan CHP’yi ileriye taşıyacak bir dönüşüm çıkmaz. Sağcılaşma eğilimini tersine çevirmek bir yana kalıcılaştırır. İkincisi, muhalefetlerinin merkezine “tüzük değişimini” koyanlardır. Bunlar da parti-içi demokrasinin her alanda önseçimin yaygınlaştırılması üzerinden gerçekleşebileceğini ve böylece merkez atamaları (yoklamaları) üzerinden Parti’nin il ve ilçelerdeki emektarlarının hakkının yenmeyeceğini savunuyorlar. Kuşkusuz bu talep, nesnel olarak, Kılıçdaroğlu’nun değişmesini de içeriyor. Parti Meclisi’nin MYK’yı seçme ve görevden alma hakkı gibi çok temel bir yetkisinin geri kazanılmasının (2010 öncesine dönülmesinin) ise tabanda daha az karşılık bulduğunu da belirtmek gerekir. Üçüncü kesim, CHP’nin lider ve tüzük değişiminin önemini belirtirken asıl vurguyu CHP’nin programına ve köklerine dönmesi zorunluluğuna yapıyor. Bu son iki kesimin birlikte hareket etmeye çok da uzak olmadığı ve bir varlık göstermek açısından buna mecbur kalacakları da eklenebilir. (Elbette kabul görecek bir lider adayını da çıkartabilmeleri koşuluyla).

Bize göre de CHP’nin sadece lider ve tüzük değişimi üzerinden kendisine yeni bir hat çizmesi mümkün değildir. CHP liderliği son 13 yıldır tüm program ilkelerini terk ederek kendine yeni bir misyon çizdi ve Parti’yi peşinden sürükledi. İktidar umudu sağa açılmak, sağ seçmeni kazanmak üzerine inşa edilince; Kılıçdaroğlu’nun ideolojik olarak sağda konumlanmasını gösteren “sağ ve sol bitmiştir” deyişinden yola çıkılınca, bugünkü sonuçlara çok şaşırmamak gerekir. Meclis’e AKP artığı partilerin, üstelik hiç hak etmedikleri bir nicel ağırlıkla taşınmasını bu durumda sadece CHP liderinin Millet İttifakı’ndan CB adayı olarak çıkmasını güvenceye almaya bağlamak dahi yetersiz kalır; bundan halen dahi “hiçbir pişmanlık duymamak”, ancak CHP’nin lideri üzerinden düzen ideolojisine eklemlenmeye çalışılmasıyla açıklanabilir. Dolayısıyla AKP’nin sermaye yanlısı dinci-faşizan rejiminin meşrulaştırılması da bunun sınırları içine girer.

Bu koşullarda, CHP’ye bir lider değişiminden çok daha fazlası gerekir; aksi halde, şu an işgal ettiği siyasi alanı koruması dahi mümkün olamayacaktır. Şahsen ben CHP ile bağlarımı epeydir kopardığım için dışardan bir görüş olarak bunları ifade etmekteyim.

Kılıçdaroğlu devam ederse ne olur?

CHP lideri, ne kadar yıpranmış olursa olsun, şimdiye kadar yürüdüğü yolda ısrar etmeye devam edecektir. CHP yönetimi/liderliği esasen 1961 Anayasasını kötüleyerek, 1921 Anayasasına kadar geri bir çizgiye savrularak, laikliği ağzına almayarak, Cumhuriyet’in kuruluş dönemiyle hesaplaşmayı siyasi varlıklarının bir parçası yapan AKP, HDP gibi partilerle ve Cumhuriyet düşmanı liberallerle aynı çizgide buluşarak gidebileceği kadar geriye gitmiştir. Belki de tam gitmemiştir: AKP’nin kendi rejimini pekiştirmek için gündeme getireceği Anayasa değişikliğinin sayısal çoğunluğu şimdiden CHP eliyle Cumhur İttifakı’na sunulmuşken, CHP lideri ile iki yönetici simasından çıkan “özgürlükçü” bir Anayasa değişikliğine “hayır demeyecekleri”ne ilişkin açıklamalar akla ziyandır. Bu tutum, ya AKP’nin ve rejiminin karakterini bir türlü anlayamamak kapsamına girer (ki, seçimden sonra 15.000 TL bayram ikramiyesi teklifi vererek “müsamere muhalefetine” hâlâ bel bağlamak tam da bunu gösterir) ya da AKP rejimini meşrulaştırmada sınır tanımamak (veya çaresizlikten teslimiyete savrulmak) anlamına gelir. Özetle bu bir “kırk katır mı kırk satır mı?” vakasıdır. Ne CHP ne de Türkiye buna layıktır.

Bu çizgide ısrar artık bir tükeniş senaryosu olarak yazılabilir. Çünkü CHP Kılıçdaroğlu ile sadece zaman kaybetmedi, kimliğini de yitirdi. O nedenle salt genel başkan değişimi yetmez; Ekrem İmamoğlu ikamesi yetmez. İmamoğlu aşısıyla belki bu aldatmaca bir süre daha gider, ama sağa teslimiyet çizgisi değişmez ve yeni arayışlara kapı aralar. Kaldı ki, yerel seçimlerde başarının bile garantisi olamaz. Dolayısıyla bu Kurultay bir fırsat olabilir. Bunun gerçek bir fırsata dönüşebilmesi için, Kılıçdaroğlu çizgisinin “ben aday olmam, aday olmam istenirse sorumluluktan kaçmam” oportünizminden, “Kurultay’da kesinlikle aday olmayacağım” net duruşuna zorlanması gerekir. Siyasi etik de bunu gerektirir. Böylece şimdiden yeni alternatiflerin ortaya çıkmasının da önü açılabilir. Parti Meclisi ve Parti Grubuna bu koşullarda tarihi sorumluluklar düşmektedir. Toplumun talebinin önünde durularak siyaset yapılamaz.