KPSS sorularının çalınması ve sonrasında yaşananların, failler kim olursa olsun, bu tablo içerisine yerleştirilerek okunması gerekiyor.

Çalınan sorulardan Çelebigiller’e

Türkiye geçen haftadan beri bir kez daha bir sınav hırsızlığını, çalınan soruları konuşuyor. Kamu Personeli Seçme Sınavı’nda (KPSS) tam olarak ne olduğu, soruları kimlerin çaldığı ve kimlere verdiği henüz net bir şekilde bilinmese de ortada skandal denilebilecek bir durum olduğu açık.

Lafı hiç dolandırmadan söyleyecek olursak, bu durum bizzat rejimin doğasından kaynaklanıyor. Devlet aygıtının mimarisinin giderek “feodal” bir görünüme kavuşması, yani farklı klik, hizip, cemaat ve tarikatların devlet kurumlarını ve bürokrasiyi birer derebeyliği, birer arpalık gibi bölüşmesi, hukuk, liyakat ve kurumsallığın ortadan kalkması, bir çözülüş ve çürümeyi de kaçınılmaz olarak beraberinde getiriyor.

AKP iktidarı en başından itibaren bir ittifaklar ve gayri resmi koalisyonlar iktidarı olarak kendini var etti; Gülen Cemaati ve liberallerden, MHP ve Aydınlıkçılara-ulusalcılara uzanan değişkenlikte ittifaklar kuruldu, ittifaklar dağıldı, rejim inşası yoluna ancak böyle devam edebildi. Bunun sonucu ise gücün bir yandan Erdoğan ve Sarayda toplanması ama bir yandan da iktisadi ve siyasi rantın bölüşümüne talip farklı güç odaklarının devlet aygıtına yerleşmesi oldu. AKP ve müttefikleri, her uğrakta değişecek bir şekilde, iktisadi ve siyasi rantın başını tutmak adına kurumlardan ve kadrolaşmadan pay aldılar.

Böylece, zenginliğinin kaynağı bizzat devlet mimarisi içerisinde tuttuğu yer olan, farklı güç odaklarından oluşan ve “asalak” diye tabir edebileceğimiz bir zümre ortaya çıktı. Ekonomik krizle ve önemli belediyelerin kaybıyla birlikte pasta küçülmeye başlayınca, bir yandan sözünü ettiğimiz hizip ve klikler arası rekabet arttı hem de rantın sürekliliği adına illegal faaliyetler üzerine kurulu karanlık bir ilişkiler ağı ortaya çıktı.

Dinselleşme ise tüm bu sürecin tuzu biberi oldu ve Gülen Cemaati’nin boşalttığı yeri tutmak adına, tarikat ve cemaatler hem devlet içerisindeki örgütlenmelerini yoğunlaştırdılar hem de aralarındaki rekabeti hızlandırdılar. Sonuçta devleti ve toplumu dinselleştirme projesiyle ranttan payını alma ve zenginleşme mücadelesi tarikat ve cemaatler açısından birbirinden ayrıştırılamaz hale geldi.  

KPSS sorularının çalınması ve sonrasında yaşananların, failler kim olursa olsun, bu tablo içerisine yerleştirilerek okunması gerekiyor. Çözülüş ve çürüme dediğimizde bir teşbih yapmıyor, bir alegoriye başvurmuyor, hakikatin ta kendisini dile getiriyoruz; rejimin inşa ediliş biçimi ile ortaya çıkan devlet mimarisi çözülüş ve çürümeyi kaçınılmaz kılıyor.

Çözülüş ve çürüme derinleştikçe iktidarın yaşadığı hegemonya krizi de derinleşiyor; iktidar meşruluğunu yeniden üretmekte, halka yeni bir hikâye anlatmakta giderek zorlanıyor. Cumhur
İttifakı’nın “normal” yollardan yapılacak “serbest” bir seçimden sandıktan bir kez daha başarıyla çıkma şansı giderek azalıyor.

Tam da bu nedenle bir kez daha “beka” söylemi devreye sokuluyor, meselenin ülke açısından bir varlık-yokluk meselesi olduğu öne sürülüyor, iktidarın kaderi ve bekasıyla Türkiye’nin kaderi ve bekasının birbirinden ayrıştırılamaz olduğu, iktidarın kaybetmesi halinde Türkiye’nin de kaybedeceği iddia ediliyor.

Türkiye sahiden de bugün bir “beka” meselesiyle karşı karşıya, evet bu doğru. Çünkü ekonomik, siyasal ve toplumsal krizleri bir arada yaşayan, gelir dağılımındaki adaletsizliğin korkunç boyutlara vardığı, kurumları çürümüş, hukuk ve liyakatin ortadan kalktığı, yozlaşmanın alıp başını gittiği, bütün fay hatları kırılmaya yakın derecede gerilmiş ve bu nedenle de her türlü provokasyona açık bir ülke var karşımızda.  

İşin ironik ve hatta trajikomik yanı ise hem son yirmi yılda izledikleri politikalarla bu tabloyu itinayla yaratanların kendilerini kurtarıcı olarak sunabilmekten ve beka mücadelesinden söz etmekten en ufak bir hicap duymamaları hem de düne kadar kendilerini “muhalif” saflarda var edenlerin, benzer bir ar damarı çatlamasıyla bu sözde mücadele adına iktidara yanaşmaları, iktidar saflarına katılmaları.

Bunun son örneğini kumpas davaların sembol isimlerinden Mehmet Ali Çelebi’nin manevra kabiliyeti ile gördük. Cumhur İttifakı’na doğru ihtirasla yaptığı çılgın koşuyu muhtemelen kamuoyunun sert tepkisi nedeniyle şimdilik yavaşlatan Çelebi’nin yaptığı şeyi “Türkiye’nin egemenlik mücadelesi” üzerinden açıklaması tesadüf değil elbette.

Tıpkı dünün yetmez ama evetçilerinin AKP’ye “vesayetle mücadele” adına destek vermeleri gibi bugünün yetmez ama evetçileri de bugünün Çelebigilleri de “beka/egemenlik mücadelesi”nden söz ediyor, iktidar saflarındaki yerlerini almalarını bunun üzerinden açıklıyorlar çünkü.

Buna göre devlete, bekaya, egemenliğe yönelik bir tehdit söz konusu ve ortada siyaset üstü bir mücadele var. İşte bu Çelebigiller de toplumu o mücadeleye katılmaya çağırıyorlar, Perinçek’lerin Feyzioğlu’ların, Çelebi’lerin kurduğu koronun “milli birlik beraberlik” şarkıları söylemesinin nedeni bu.

Oysa az önce söylediğim üzere, Çelebigillerin bugün “beka mücadelesi” adına kendilerinin destek verdikleri ve toplumdan da aynı desteği istedikleri güçler, beka meselesini yaratanların ta kendileri. Dolayısıyla ortada ülkeyi bu duruma getirenlere, ülkeyi bu durumdan çıkarmaları için destek verilmesi gibi bütünüyle akıl ve mantık dışı bir talep var.

Ancak mesele sadece bu değil. Kendilerini Cumhuriyetçi ya da Atatürkçü olarak adlandıran Çelebigiller, üzerini istedikleri kadar “beka” örtüsüyle ve hamaset edebiyatıyla örtmeye çalışsınlar, bu iktidarın 1923 Cumhuriyeti’ni yıkıp yerine kendi rejimini inşa ettiği gerçeğini saklayamıyorlar. Çelebi’nin bizzat kendisinin o rejim inşasının temel ayağı olan kumpas davalarla yıllarca hapiste yatmış olması ise insana “başkası adına utanmak”tan başka bir seçenek bırakmıyor.

1923 Cumhuriyeti’ne yönelik siyasal İslamcı çökertme projesi, satılan milyarlarca dolarlık kamu varlığı, yok edilen kurumsallık, yargı ve üniversite, ortadan kaldırılan hukuk, yoksullaştırılan bir toplum, mafyatik yapılara, tarikatlara, cemaatlere teslim edilen, emperyalizm karşısında her türlü operasyona açık hale getirilen bir ülke…

Bakın beka meselesinden mi söz ediyorsunuz, beka meselesi tam olarak bu. Bu meseleyi yaratanların kimler oldukları da, nasıl yarattıkları da belli. Böyle değilmiş gibi yapmak, hele hele bu meselenin faillerini topluma kurtarıcı diye sunmak ise dümdüz üçkâğıtçılık, dümdüz sahtekârlık.

Türkiye’nin bir beka meselesi, vermesi gereken bir beka mücadelesi var, evet bu doğru ama buradan çıkış bu meselenin yaratıcılarıyla da onların karşısında –mış gibi yapanlarla da olmayacak. Türkiye toplumu bir varlık-yokluk mücadelesi verecekse, bunu neoliberal talan ekonomisine karşı kamuculuk diyerek, dinselleşmeye karşı laikliği savunarak, emperyalizme karşı bağımsız bir Türkiye için mücadele ederek verecek.

Bunları bir arada, ortak bir iradeyle, “bu düzeni değiştireceğiz” iddiasıyla ve omuz omuza verip yapmadığı sürece mi? O zaman sadece soruları değil hayatını da çaldırmaya devam edecek, daha çok Çelebigiller görecek.