Düzen içindeki egemen güçler ve organlar arasındaki çıkar kavgalarında emekçilerin yeri yok. Emekçiler ne bu kavgalara ne de sömürü politikalarına boyun eğer. 

Boyun eğme memlekete sahip çık

Yargı krizi olarak adlandırılan durumun anayasal ayağını bir kez daha açmakta yarar var.

Anayasadaki “Yargı” Bölümünün “Yüksek Mahkemeler” başlığına sığınarak Yargıtay ve Anayasa Mahkemesinin (AYM) görev, yetki ve karar yönünden eşitleştirilmesi doğru değil. Yargıtay, “adliye mahkemelerinde verilen ve kanunun başka bir adli yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme mercii”. Ayrıca “kanunla gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak” bakabiliyor. AYM ise temyiz de denilen son inceleme mahkemelerinden farklı görev ve yetkilerle donatılan, Yüce Divan gibi özel görevleri dışında yargısal değil anayasal denetim yapan bir organ. 

Derece mahkemeleri ile anayasal denetim organı arasında görev, yetki ve karar çatışmasından söz edilemez. Üst derece mahkemesi olan Yargıtayın kuralsal ve kurumsal durumu ile bireysel başvuru yoluyla hak ihlali iddiasını inceleyip karara bağlayan AYM’nin kuralsal ve kurumsal durumu, görev ve yetkileri farklı. AYM, davacı ve davalı arasındaki uyuşmazlıkla değil, kamu gücü tarafından hak ihlali olup olmadığıyla ilgilenir.  

Can Atalay kararından örneklersek, Yargıtayın son inceleme makamı olarak verdiği karar AYM’nin önüne başka bir son inceleme için gitmedi. Olağan kanun yolları içindeki kamu gücü tarafından Can Atalay’ın temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla gitti. AYM de iki hakkın, “kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı” ile “seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nın ihlal edildiğine karar verdi.  

Bu noktadan sonra 13. Ağır Ceza Mahkemesinin ve Yargıtayın yaptıkları, suç duyurusuna kadar varan saldırılar ve hukuksal olmayan içtihat farklılığı açıklamaları abesle iştigal. 

Ancak, bu “boş iş uğraşı” siyasal iktidar yönünden boşa zaman geçirme anlamına gelmiyor. Can Atalay yönünden hak ihlalleri devam ediyor. Haziran Direnişine katılan halkın hedef alınması ve üzerlerine korku salınması da devam ediyor.

Siyasal iktidar ve yandaşları gereksiz işlerle de uğraşmamış oluyor. 

Bir yandan kendi iç çıkar hesapları, tarikat ve cemaatler ile milliyetçi gruplar arası kadro paylaşımları var; diğer yandan sahte kahramanlıklar ve gelecek kurguları.  

Hukuksal, siyasal, toplumsal geniş bir kitleyi, yaşanan büyük ve yaygın ekonomik bunalımı, yoksulluğu, pahalılığı, işsizliği, düzenlerinin tüm çürümüşlüklerini rafa kaldırma pahasına, saçmalık derecesinde oyalıyorlar halkı. Yıkıp yerine kuramadıkları başka bir cumhuriyet için zemin hazırlama telaşındalar.

Yargı içindeki ve üzerindeki fırtınalar, her fırtınanın ardından mahkemelerle yargı yönetim ve denetimiyle oynama girişimleri yeni değil. 12 Eylül darbesi sonrası tasarladıkları, 1982 Anayasasıyla uygulamaya soktukları “düzenle uyumlu yargı”, kriz çıkarıp “daha uyumlu” duruma getirilme girişimlerini hep yaşadı. 2010 ve 2017 Anayasa değişikliklerinin amacı her geçen gün daha net anlaşılıyor. 

Ancak, yargıdan, anayasal denetimden, var olan yönetsel ve hukuksal durumdan daha gerçekçi ve bütünsel analize gereksinim var. Yeni anayasa tuzağına düşmemek, teknikten kurtulup “sorun”u daha gerçekçi tanımlamak, “çözüm”ü daha gerçekçi belirlemek gerekiyor. 

1940’ların ikinci yarısından sonra, Sovyetler Birliğinin de etkisiyle burjuva anayasalarına yerleştirilen bireysel ve toplumsal haklar, siyasal iktidarın ve parlamentonun denetlenmesi üzerine kurulan -AYM’nin de içinde olduğu- anayasal ve yargısal güç paylaşımı artık siyasal iktidarın Anayasayı, parlamentoyu ve yargıyı denetim altında tutması yönünde değişti. Parlamento genel oy hakkı çalınarak, yargı siyasal iktidar gücüyle oluşturularak biçimlendirildi. Adil yargılamanın vazgeçilmezi savunma baskıyla susturulmaya çalışıldı. 

Yurttaşın ve toplumun hak ve güvencesinin yerine sermayenin ve siyasal iktidarın hak ve güvencesi başa oturtuldu.   
Anayasa, devlet ve hukuk kapitalist üretim ilişkilerinin içinde olduğuna göre anayasal denetimi ve yargıyı bu bütünün dışında bağımsız olarak görmek olanaksız. Güncel kriz için kullanılan “AKP yargıdan elini çek” talebi sermaye sınıfının egemenliği içinde zayıf, sorunlu ve çözümsüz. 

Sermaye sınıfının egemenliği sürdükçe iktidar nöbeti AKP’den başka parti ya da partilere geçse de sermaye iktidarı ve temsilcisi siyasal iktidar bu “elini çek” talebine izin vermez. Anayasa uygulansa da bugünkü gibi uygulanmasa da izin vermez.

Sömürücü üretim biçimi, sermayenin ve temsilcisi siyasetin gereksinmelerine, isteklerine ve bunalımlarına göre yönetimsel, hukuksal ve yargısal ilişkileri doğurur, kendi doğurduklarını bunalıma sokar, tanımaz, sonra da yeni ilişkilerle yaşamına devam eder. Demokrasi, özgürlük diye tanımladıkları da halkı kendileriyle uzlaştırmanın yanılsamalarla dolu aracı olur. 

Sermaye sınıfının tarihi, emekçilerin hak savaşımlarıyla kazandırdıkları dışında, hep böyle yazıldı, yeni dedikleri de böyle yazılacak.   

Düzen içi siyasi partilerin, anayasa ve hukuk belgelerinin, parlamentonun ve yargının sömürücü düzen için işlevli, sömürülenler için işlevsiz duruma getirilmesi girişiminin gerici ve liberal etkiyle daha da hızlanacağı açık. İşlerine geldiğinde “iyi ki AYM var”, gelmediğinde “AYM kapatılmalı” diyecekler.  

Düzen içindeki egemen güçler ve organlar arasındaki çıkar kavgalarında emekçilerin yeri yok. Emekçiler ne bu kavgalara ne de sömürü politikalarına boyun eğer. 

Toplumsal üretim araçları ile söz ve karar sahipliği sömürücü sınıfın elinden ve aklından alınmadıkça çözüm olarak sunulanlar hep çözümsüzlük içinde kaybolacak.

Güncel yargı olayının karşısında düzenlenen “yargıya yürüyüş” eyleminde “Yurtsever Hukukçular”ın sıkça dile getirdiği, birçok yürüyüşçünün de katıldığı “boyun eğme memlekete sahip çık” sloganı düzen içi çözümsüz tasarımların yerine boyun eğmeyenlerin yurdunu ve bu yurt içinde eşitlik-özgürlük diyalektiğinde toplumsal yaşamı vurguluyor.         

Çözüm parlamento denetiminin, yargısal ve anayasal denetimlerin, tüm toplumsal yaşam, yönetim ve denetim işlerinin, sömürenlerin içinde olmadığı halkın söz ve karar sahipliğinde buluşacağı siyasal koşulların yaratılmasıyla, devrimci dönüşümlerle gelecek.