Kıbrıs İngiltere’nin, sadece İngiltere’nin değil, NATO’nun da, Orta Doğu dahil Akdeniz bölgesindeki askeri ve siyasi çıkarları açısından da benzersizdir. 

Andre Vitchek, Kıbrıs’taki İngiliz (NATO) üsleri ve unutulan bağımsızlık

Türkiye’de yaşamını yitirmesi ve bu topraklara gömülmesini izleyen günlerde Barış Terkoğlu ve Yiğit Günay’ın  onun olağanüstü yaşam öyküsünü anlatan duygulu yazıları olmasaydı,  komünist bir gazetecinin  ölümü büyük olasılıkla haber olmayabilirdi.

Oldukça eleştirel baktığı sosyalizm deneyimlerinden birisi olan Çekoslovakya’dan ABD’ye göç eden, ABD vatandaşlığına geçen ama Amerikan işçi sınıfının özellikle de Afrika, Latin ve diğer kökenli kesimlerinin ölçüsüz sömürüsüne ve aşağılanmasına ve ülkedeki bitmez tükenmez ırkçılık ve etnik ayrımcılık olaylarına tanık olduğunda ise kapitalizm/emperyalizmin amansız düşmanları arasına katılan bir gazeteci Andre Vitchek. Ömrünü ve mesleğini sınıfsız, sömürüsüz bir dünya için emperyalizmle mücadeleye adayan böyle bir kişilik, sırf bu nedenle de olsa, tanınmayı hak ediyor. 

Yukarıda değindiğim arkadaşlarımın yazıları,  yaşamına yeterince ışık tuttuğu için burada Vitchek’in Kıbrıs gezisinde vurguladığı önemli bir konuya, Kıbrıs’taki İngiliz (ABD-NATO) üslerine kısaca göz atmakla yetineceğim.

Vitchek’ in görüşleriyle başlayalım.

23 Aralık 2018’de yazarı olduğu Global Research sitesinde yazısına “ister inanın ister inanmayın, Kıbrıs, AB ülkeleri içinde bir komünist partinin yönettiği tek ülkeydi. Ve bu çok eskiye de dayanmamaktaydı- 2008 ve 2013 yılları arasındaydı” diyerek başlamış. Çok kısa değindiği Kıbrıs’ın bölünmüşlüğünü tarafsız bir bakışla ve üzüntüyle anlatıyor ama asıl derdi Ada’da halen varlıklarını sürdüren Ağrotur ve Dikelya’daki İngiliz (NATO) üsleri. “Orta Doğu’yu istikrarsızlaştırmayı ve beyin yıkamayı hedefleyen İngiliz propaganda aracının  bu muazzam tesisleri”nin en başta gelen görevleri Orta Doğu ülkelerine yönelik yürütülen casusluk faaliyetleri. Ne var ki, iş bu kadarla da kalmıyor. Ağrotur’a 2010’da binlerce askerden oluşan İngiliz Birliklerinin geldiğini, 2015’ den itibaren Suriye Arap Cumhuriyeti’nin – uluslar arası yasalar çiğnenerek- bu üsten kalkan savaş uçakları tarafından bombalandığını yazıyor Vitchek. 1970li yıllardan itibaren Kıbrıs halkı, ”bağımsız” Kıbrıs’ta üslerle varlığını sürdüren İngiliz emperyalizmine karşı çıkmış ve direnmiş ama günümüzde Vitchek’in deyimiyle etkisiz protestolar almış bunların yerini. Güney Kıbrıs’ta tanık olduğu şeyin bir AB ülkesinin pragmatizmi olması büyük bir hayal kırıklığı yaratmış gazetecide. 2008’de AKEL başkanı ve parti sekreteri D. Christofias’in  “sömürge kan lekesi” dediği İngiliz birliklerinin adadan gitmesi için epey mücadele verdiğini ama başarılı olamadığını da belirtiyor. Bu bağlamda, AKEL’ in Kıbrıs’ ın bağımsızlığını savunan, İngiliz- NATO üslerine karşı yıllardır mücadele veren bir komünist partisi olduğunu anımsatalım. Üslerin varlığına son verilmesini isteyen ve bu nedenle eylem yapmış olan yüzlerce kişinin tutuklu olduğunu söyleyen Vitchek’in bu saptaması da düşüncemizi doğruluyor. 

AKEL gençliği 2018 Nisan’ında Amerikan elçiliği önünde NATO ve İngiliz üslerini protesto ediyor. 

“Bağımsız” Ada’da “Egemen Devlet” üsleri!

Kıbrıs adası, 4 Haziran 1878’de Osmanlı hükümeti tarafından, mülkiyeti Osmanlıda kalmak üzere, İngiliz Krallığı’na kiralandı. İngiltere’nin amacı, 1869’da deniz ulaşımına açılmış olan Süveyş kanalını korumak ve Çarlık Rusyası’nın ilerlemesine karşı bir “kale” oluşturmaktı. Osmanlı hükümeti ise Çarlık Rusyası’nın Anadoluyu tamamen ele geçirmesi ve Hindistan yolunu kesme ihtimaline karşı bir karakol oluşturmaya çalışıyordu. 1914’de Osmanlı hükümetinin Almanya yanında savaşa katılmasını bahane eden İngiltere Kıbrıs’ı tek taraflı ilhak etti. Kıbrıs’ın İngiltere’ye katılması Sevr ile Osmanlı hükümetince tanındı. 1923’de Lozan anlaşması’nın 20. maddesi ile 5.11.1914 tarihinden beri Kıbrıs’ın İngiltere’ye ait olduğu kabul edildi. İngiltere, ilhaktan tam onbir yıl sonra, 1925’de, Adanın bir İngiliz sömürgesi olduğunu açıkladı. 

1950'lerden itibaren Kıbrıs’ta sömürge karşıtı bir mücadele başladı ama Yunan kökenli halk ve kilisenin başını çektiği bu mücadelenin hedefi bağımsız Kıbrıs ‘tan ziyade Ada’nın Yunanistan’la birleşmesi yani ENOSİS idi. 

Ada’nın İngiltere açısından önemini Sömürge Bakanı’nın 1954’deki şu sözleri çok iyi açıklar: “Kıbrıs stratejik öneme sahiptir. Bu nedenle kendi kaderini tayin etmesi hiç bir zaman söz konusu olmayacak ülkeler arasındadır”. Dönemin başbakanı Eden ise olayın ekonomik yönünü  “Kıbrıs yoksa petrol tedarikimizi koruyacak belirli kolaylıklar da yoktur. Petrol yoksa İngiltere’de açlık ve işsizlik vardır. İşte durum bu kadar basit ...” sözleriyle ortaya koymaktadır. 

Kıbrıs İngiltere’nin, sadece İngiltere’nin değil, NATO’nun da, Orta Doğu dahil Akdeniz bölgesindeki askeri ve siyasi çıkarları açısından da benzersizdir. 

Ada’nın emperyalizm açısından nesnel olarak çok önemli bir başka yönü daha vardır. Soğuk Savaş sırasında NATO’nun SSCB’ye karşı güvenlik mekanizmasında anahtar görevi yapmıştır. Özellikle Batı Almanya’dan Türkiye’ye uzanan eksenin SSCB’nin güneybatısını çevreleyen yayı için Kıbrıs yaşamsal bir bağlantı oluşturmaktadır.1 1947’den itibaren bu amaçla Kıbrıs’a üs kurulması emperyalizmin gündemindedir. Konu 1953’de yeniden ısınmıştır. Ağrotur’a bir NATO  hava üssü kurulması uygun bulunmuş ama geçici nedenlerle ertelenmiştir.

Bu gerçeğin farkında olan ve zaten tam bağımsızlık gibi bir dertleri olmayan ENOSİS yanlısı olan Kıbrıslılar da İngiltere’ye götürdükleri önerilerde  ENOSİS onaylandığı takdirde Ada’da üslerin varlığını kabul edeceklerini bildirdiler. 

Düğüm 1960 Londra-Zürih anlaşmalarıyla çözüldü.  

Bir yıl süren görüşmeler sonunda İngiltere, Ada’nın yüzölçümünün yaklaşık %3’üne denk gelen bir alanı kaplayan iki askeri üs bölgesinde, Ağrotur ve Dikelya’da kendisinin tam egemenliği koşuluyla Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasına izin verdi. Anlaşmaya göre beş yıl süresince Kıbrıs hükümetine 12 milyon sterlin civarında mali yardımda bulunan sömürgeci ülke, Türk ve Yunan cemaatleri arasında çatışmaların başlamasıyla birlikte ödemeyi kesti. Londra- Zürih Anlaşmalarına göre, İngiltere üsleri askeri amaçlı olarak kullanılacak ama bu alanlarda sömürge kuramayacaktı! Üs çevresine inşa edilecek sivil ticaret ve sanayi tesisleri ise ancak üslerin gereksinimi için açılabilecek, varolanların dışında üs bölgelerinde yeni yerleşim alanları açılamayacak, buralardaki özel mülkiyet askeri amaçların dışında kamulaştırılamayacaktı. Yine Anlaşma uyarınca, “ bağımsız üs alanlarının barışı, düzeni ve iyi işleyişi için” üs yöneticisi olan İngiliz görevliler, bu bölge için yasal düzenlemeler yapmaya yetkili kılınmaktaydılar. Özetle, üsler, kendi yasaları, mahkemeleri, askeri ve sivil polis örgütleri olan birer “devlet”tiler. Anlaşma’nın bu ön kabulünün günümüzde de yürürlükte olduğunun en güzel kanıtı,  CIA’in 2005’de yayınladığı  “Dünya Gerçekler Kitabı”nda  Kıbrıs İngiliz üslerinin ayrı- egemen devletler (!) olarak geçmesidir. 

Aslında, bir çok uzmanın da vurguladığı gibi, üs anlaşması, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenliği ve toprak bütünlüğünün, Kıbrıs halkının kendi kaderini tayin hakkının ihlâlinden başka bir şey değildir. İngiltere emperyalizmi Londra/Zürih Anlaşması’na bile aykırı davranarak  üsleri NATO-ABD ile paylaşmıştır. Güney Kıbrıs Cumhuriyeti’nin üyesi olduğu AB’nin Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonuna ve BM kararlarına aykırı olan bu sömürge artığının statüsü, Güney Kıbrıs’ın AB üyeliğinde de korunmuştur! Üslerin statüsünün ancak Guantanamo’da ABD’nin kullandığı kendine has ayrıcalıklar ile karşılaştırılabileceği önde gelen iddialar arasındadır.

Ağrotur dünyanın en büyük ada üssüdür. Entelijans, iletişim, gözetim, vs. gibi casusluk faaliyetleri için en üst düzeyde stratejik önemi olmasının dışında NATO’nun güney kanadını savunmak gibi bir görevi de vardır. Belki de bölge açısından en can alıcı noktalardan birisi, 1960lardan bu yana bu üste nükleer silah bulundurulduğuna dair bilgidir.

İngiltere 21. Yüzyılda Ağrotur ve Dikelya üslerinden vazgeçebilir mi?

Bu soru bir başka soruyla yani ABD- NATO üslerden vazgeçebilir mi sorusuyla yakından bağlantılıdır. Yanıt ise olumsuzdur.

Kıbrıs’taki İngiliz-NATO üsleri, Soğuk Savaş boyunca bir çok NATO saldırısında kullanılmanın yanı sıra, 21. Yüzyılda Yakın Doğu, Orta Doğu, Avrasya’da, örneğin Irak, Afganistan, Suriye, Libya, Kuveyt, Balkan saldırılarında da emperyalizmin ileri karakolu olarak kullanıldılar. Kullanılmaktadırlar da. Bu bağlamda, İngiltere, ABD, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda’nın karşı casusluk çalışmalarında ortak davranma konusunda bir anlaşmaya vardıklarını, koordinasyon merkezinin İngiltere olduğunu, ABD’nin on üç haberalma örgütünün bu ortaklıkta çalıştığını ve Kıbrıs üslerinin bu çalışmada çok önemli görüldüğünü de anımsatalım. 

Üsler ABD’nin bölgedeki en büyük müttefiki İsrail açısından da son derece yaşamsaldır; 1973’de İngiltere’nin ekonomik nedenlerle üslerin kapatılması konusunu ele alması üzerine ABD ve Kissinger’ın yükselttiği muhalif ses, bu girişimin İsrail’i zayıflatarak bölge istikrarını bozacağı endişesinin işaretidir.

1989 Berlin Duvarı’nın yıkılmasını izleyen günlerde, aynen NATO’nun “görevsizlik” nedeniyle kapatılacağını düşünenler gibi üslerin fonksiyonlarının da bittiğini zannedenler hayal kırıklığına uğradı. Emperyalizmin dünyanın bir çok bölgesine örümcek ağı gibi yayılan diğer üsleri gibi, bu üsler de, casusluk faaliyetlerinin yanı sıra, ABD’nin petrol alanlarını koruma ve özellikle Orta Doğu’daki “haydut” devletlere karşı uyguladığı askeri saldırı ve imha stratejisinin bir aracı durumuna dönüştüler. Kıbrıs’taki üslerin İngiltere- NATO kullanımından çıkması halinde ABD’nin Doğu Akdeniz’deki güvenlik çıkarlarının tehlikeye gireceğini gösteren Wikileaks belgesi bu durumu kanıtlamaktadır.

Biraz ödün sorunu çözer mi?

Güney Kıbrıs vatandaşlarının bağımsızlık konusunda yeterince duyarlı olmadığını ve daha çok AB’ye girişle gelecek kazançlarla ilgili olduklarını belirten Vitchek haklıdır. 

Ne ki, 2006’da yükselen protestolar sonucunda Avrupa Konseyi Parlamenterler Assamblesi İnsan Hakları ve Yasal İşler Komitesi Ağrotur üssü civarındaki yerleşim birimlerindeki halkla görüşmeler  yaparak bir rapor hazırlamak zorunda kaldı. Raporun, bölge halkının üslerle ilgili yakınmalarını haklı bulduğunu da belirtelim. 

Sonuçta, 2014’ de İngiltere, 1960 Londra- Zürih Anlaşması’nın üslerle ilgili hükümlerini az da olsa esnetmeye karar verdi. Üsler içindeki halka ait özel mülk alanlarının kullanımına dair bir yönetmelik imzalandı İngiltere ve Güney Kıbrıs arasında. Üs alanının %78’i Güney Kıbrıs yönetiminin sorumluluğuna bırakıldı. Kıbrıslı, AB vatandaşı ya da bir üçüncü ülke vatandaşının bu bölgelerden toprak satın almasına,  bölgelerde yaşayan- sayıları on iki bini bulan-  Kıbrıslı halkın topraklarını turizm, ticaret, sanayi, okul, spor, eğlence alanları inşasında kullanmalarına izin verildi. 

Özetle, emperyalizm kendi açısından yaşamsal olan askeri üs bölgelerini elinde tutmakta ve bu bölgelerdeki tüm faaliyetlerini eskiden olduğu gibi sürdürmekte ama sömürge alanını bir miktar küçültmüş olmaktadır. 

Bu ödünü alan Güney Kıbrıs halkının büyük çoğunluğunun halen NATO karşıtı olduğunu da söyleyelim. 

“Sömürge kan lekeleri” nin varlığını sürdürdüğü Kıbrıs için hȃlȃ ne bağımsızlıktan, ne egemenlikten söz etmek mümkün. 

Yazıyı yazarken 1960lı yılları ve Türkiye solunun ve devrimci gençliğin NATO’ya, İncirlik başta olmak üzere 101 Amerikan üssüne ve ikili anlaşmalara karşı ödünsüz çıkışını, 6. Filo eylemlerini, Vedat Demircioğlu’nun bu eylemler sonrasında polisin İTÜ baskınında pencereden aşağı atılarak öldürüldüğünü anımsadım.

TİP başkanı Aybar’ın TBMM’deki ilk konuşmasında yer alan “Birleşik Amerika ile Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri arasında imzalanmış ikili anlaşmalar gereğince Türkiye’mizde bugün 35 milyon metrekare vatan toprağı Amerikan üssü halinde bulunmaktadır... İkili Anlaşmalarla Amerikan Devleti’nin üsleri haline getirilmiş bu vatan toprağına, Amerikalıların izni olmadıkça, Devlet kademelerinde hangi yeri işgal ederse etsin, hiç bir vatandaşımız ayak basamaz...” sözlerinin TBMM’de Demirel’in Adalet Partisi milletvekillerince şiddetle protesto edildiğini ama  ülkenin her köşesinde büyük yankı uyandırdığını anımsadım.  Kıbrıs’taki üs bölgelerinde İngiliz emperyalizminin ayrıcalıklı statüsünün Türkiye’deki Amerikan üslerinde örneğin İncirlik’te de aynen geçerli olduğunu düşünmemezlik edemedim.

O dönemin tüm genç devrimcilerinin “bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm” adına marştaki gibi “al kanlara boyandıklarını” anımsarken Denizlerin savunmasındaki şu sözler geldi aklıma;

“...Emperyalizme karşı verdikleri mücadelelerinde başlarını eğmeden kahramanca savaşan tüm ezilen uluslara selam olsun... Türkiye halkı Kurtuluş Savaşımızda, emperyalizme ve uşaklarına gerekli dersi nasıl verdiyse, bu defa da onurunu çiğnetmeyecek ve bağımsızlığını elde edecektir. O zaman, emperyalizmin silahları, uçakları, denizaltıları, emrindeki uşakları dize geldi. Bu defa da dize gelecek ve Türkiye halkı, dünya ulusları arasındaki onurlu yerini alacaktır.”

Topraklarında halen “üs” adı altında işgal edilmiş toprak bulunan Türkiye halkları ve devrimcileri de, Kıbrıs halkları da bağımsızlığın önemini unuttular mı,  emperyalizmin bu cinayet makinelerinin işleyişleriyle katledilen kadın, erkek ve çocuklar hiç mi akıllarına gelmiyor diye sormadan edemedim kendi kendime...

Bitirirken.

Emperyalizme karşı sosyalizmi savunan ve tüm dünyada olduğu gibi Kıbrıs topraklarındaki üs kılığındaki emperyalist işgali de kaleminin tüm gücüyle yeren ve kınayan Vitchek’i sevgiyle anıyorum. 

  • 1. Andreas Stergiou, “The Exceptional Case of the British Bases On Cyprus”, Middle Eastern Studies, 2015, Volume 51, No.2, s. 285-300.