Yazar Mahir Ünsal Eriş: Tek seçenek sosyalizm

'Ben dünyanın rahat bir nefes almasının tek seçeneğinin sosyalizm olduğuna inat ve ısrarla inanıyorum.'

Erkan Yıldız - Ezgi Yaman

Mahir Ünsal Eriş, “gündelik hayat” dediğimiz şeyin yaratıcısı ve yaşayanı insanların hikayelerini anlatıyor. 2012 yılında yayımlanan ilk öykü kitabı “Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde”nin ardından “Olduğu Kadar Güzeldik (öykü), Dünya Bu Kadar (roman), Öbürküler (roman)isimli eserleri yayımlanan Mahir Ünsal Eriş son olarak  2019 yılında iki öykü kitabı, Sarıyaz ve Kara Yarısı ile okurlarıyla buluştu. Kendisiyle edebiyat yolculuğunu, son kitaplarını, virüslü günlerde dünya hallerini konuştuk.

Öykülerinin ve romanlarının çok dinamik bir dili var. Sürekli hareket halinde, oradan oraya, o renkten diğerine…Bu dinamizm zaman ve mekân ayrımı gözetmiyor. Bu denli renkli, civcivli bir dile çokça dünya meselesini sığdırmak, anlatmak da ayrı bir meziyet olsa gerek. Bunca karanlığı içinde taşıyan bir dünyada, yaşam sevincini hiç kaybetmeyen bu dili/üslûbu oluştururken beslendiğin kaynaklar neler?

Teşekkür ederim, bu sorudaki inceliği, nezaketi görmezden gelemem, sağ olun. Buna yaşama sevinci demektense inat ve ısrar demeyi yeğlerim sanırım. Hayat büyük zorluklarla devam ediyor, dünya her geçen gün daha karanlık bir manzara arz ediyor. Ama hala hayattayız. Bu, umudun bizle bağlarını hala koparmadığını gösterir. O yüzden inadımdan vazgeçmemeye çabalıyorum. Anlattıklarıma da sirayet ediyorsa ne mutlu bana.

Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde, Olduğu Kadar Güzeldik, Dünya Bu Kadar, Öbürküler ve son olarak Sarıyaz ile Kara Yarısı… Tüm bu edebiyat serüveni içinde ilk kitaptan sonuncusuna varana dek bir yazar olarak kendinde değiştirmeye ve korumaya çalıştığın şey ne oldu?

Ben her zaman daha iyi bir yazar olmaktansa daha iyi bir okur olmayı gözettim. Bu da beni hep, yazma maceramda, aradığım şeyi bulmaya daha yakın bir yere taşıdı. Yazdığım hiçbir şeyden pişmanlık ya da utanç duymuyorum, çünkü onlar o yaşımın, o anki dünyamın ürünleridir. Ama ilk zamanlar birlikte anıldığım o cinsiyetçi-ergen-maço-arabesk çizgiyle, her ne kadar kendimi asla oraya ait hissetmediysem de öyle anıldım, tüm bağlarımı kopardığım için son derece memnunum.

Edebî olarak kendini parçası saydığın bir akım, ekol ya da aynı yolu yürüyorum dediğin yazarlar var mı?

Hayranı olduğum, hiç tanışmasam da kendimi talebesi saydığım yazarlar var ve bunların da büyük çoğunluğu toplumcu gerçekçi damardan gelen isimler.

Diğer kitaplarında olduğu gibi, Sarıyaz’daki öykülerinde de çocukluk ve ilk gençlik âlemi oldukça başarılı bir atmosferle kurgulanıyor. Oysa çocukluk ve ilk gençlik yıllarından uzaklaştıkça; çocuk gözüyle görmeyi, gençlik aklıyla davranmayı unutabiliyoruz. Kurgu dünyanda o dönemleri bu denli canlı, yaşar kılmanın başarısını neye borçlusun?

İnsan çocukluk yaralarına ancak yetişkin bir birey olduktan sonra dokunmaya cesaret edebiliyor. Belki de çocuklukla ilgili her şeyi bu denli diri tutabilmiş olmanın ardında da o yaralara dair bir acı ve öfkenin aynı ölçüde diri kalmayı başarabilmiş olması yatıyordur. Yazının başına hiçbir yarayı iyi etmek niyetiyle oturmuyorum elbette. Yazının böyle bir kudreti olduğundan bile emin değilim. Ama ister istemez anlattığım hikayelere siniyor demek ki.

Ürettiklerine bakınca hem roman hem de öykü türünde yazdığını görüyoruz. Hangi türde yazacağına karar verme, hikayenin vücut bulma süreciyle ilgili neler söylersin?

Ben hikayeyle düşünmeye çok alıştırdım kendimi. Açıkçası bir şeyi yazacak kadar onun rüzgarına kapıldığımı hissettiğim andan itibaren sadece o hikayeyi düşünüyorum. Hangi edebi formda kendini bulacağı biraz o metnin kendi inisiyatifi oluyor sanırım. Defterimi açayım da bir öykü patlatayım diye koyulmuyorum yola, tabiri caizse. Ben anlatmayı seviyorum, tür ya da form biraz tali kalıyor bu süreçte o nedenle.

Gaip tefrika roman olarak, Ocak ayında Storytel’de sesli kitap formuyla dinleyicileriyle buluştu. Tefrika roman geleneğini online platformda yeniden üretmek, yazarın mesaisi bakımından fark yaratıyor mu? Okur cephesinden de soracak olursak okuma pratiğimizi ne türlü değişimler bekliyor sence?

Gaip, beni uzun zamandır en çok heyecanlandıran şeylerden biri. Bir derin devlet elemanının hafızasını kaybedip sonsuz bir hiçliğin içinde uyanışıyla başlıyor ve bu hikaye çevresinde seyrediyor. Tefrika roman benim çok heveslendiğim bir şeydi her zaman. Fakat ne yazık ki, romanı tefrika edecek sıklıkta bir periyodu takip eden, buna alan açacak bir medya alanı bulmak çok kolay iş değildi. Storytel ortamı bunun için çok elverişli oldu. Bittiğinde basılı bir kitap olarak da okura ulaşacak. Ama 52 hafta sürecek bir tefrika olarak bu süre içinde sadece sesli kitap olarak bulunabilecek. Her hafta yeni bir heyecanla hikayenin başına oturmak benim için keyifli bir yazma deneyimi oldu. Okur açısından düşünürsek, sesli kitap aslında o kadar da yabancısı olduğumuz bir şey değil. Benim kuşağım, radyo tiyatrolarıyla büyüdü. Matbu ve fiziksel kitabı da bir fetiş nesnesine dönüştürmemek lazım. E-kitap araçları kitabın ulaşılabilirliğini çok artıran şeyler. Benim okuma alışkanlık ve hızımı iki üç kart artırdı.

Senin de hikayesini anlattığın “sıradan” insanların üzerindeki karanlık, yaşadığımız salgınla birlikte daha da koyulaşmış görünüyor. Bu daha da kararma hâli edebiyatını nasıl etkileyecek? İlk soruda bahsettiğimiz o yerine göre umutlu, kızgın, öfkeli, dinamik, renkli dili muhafaza edebilecek misin sence?

Ben düzenin “sıradanlığa” ittiği insanları anlatırken taşıdığım öfke ve umudu hiçbir zaman kaybetmek istemem. Ben bir gelecek rüyasının çocuğuyum. Beni hayata bağlayan şeylerden biri de bu. O nedenle öfkem, umudum, inadım hep diri. Sağ olsun, dünyanın bizi öğüterek dönen çarkları da aksine fırsat vermiyor zaten.

Dünya, özellikle de yoksul emekçi halklar, hayati bir krizle baş başa. Her kriz döneminde, toplumun belli bir kesimini de etkileyen bir slogan yeniden ve yeniden ortaya çıkıyor. “Hepimiz aynı gemideyiz” Sahiden öyle mi sence?

Aynı gemideysek de onun balo salonunda olmadığımız muhakkak. Biz bu geminin kazan dairesindekileriz. Gemiyi, denizi hiç görmeden biz yürütüyoruz. Ama umudumuz, gemiyi birlikte yürütüp balo salonunda beraber eğlenmek umududur. Ben dünyanın rahat bir nefes almasının tek seçeneğinin sosyalizm olduğuna inat ve ısrarla inanıyorum.

Bir süredir İngiltere’de yaşıyorsun. Salgın karşısında nasıl hissediyorsun oralarda? Bir de memleket oradan nasıl görünüyor?

Memleket artık içeriden de dışarıdan da çok ürkütücü görünüyor. Yoksulluk, eğitim ve barınma gibi mühim ihtiyaçların artık lükse dönüşmesi, her türden gericiliğin fasılasız taarruzu ve hayatın her alanına müdahil olmayı iş ve zevk edinmiş zorbalık hakikaten de ürkütücü. Ekmeğimizin peşinde kalkıp buralara geldik ama elbette aklımız hep orada. Umarım daha kötü günlerini görmeyiz.

Son soru gelecekle ilgili. Henüz iki yaşında bir oğlun var. Aradan 10 yıl geçtiğinde de dünyayı başka pek çok şeyin yanında sizin gözünüzden de öğrenmeye devam edecek. 10 yıl sonra oğluna anlatacağın dünyanın nasıl bir dünya olmasını istersin?

Oğlum Ethem’in insanı insan yapan tüm değerleri tanımasını, onları öğrenmesini her şeyin üstünde tutuyorum. Varsın mühendis, doktor, pilot olmasın ama sevgiyi bilsin, yaşam hakkının tartışılmazlığını bilsin, iyiyi kötüden, karayı aktan ayırmayı öğrensin yeter. O böyle büyürse, dünya karanlıklar içinde gömülmüş bile olsa o kendi içindeki aydınlıkla yolunu bulmayı bilir diye umuyorum.